15/08/2014 | Yazar: Evrim Hikmet Öğüt

‘Birlikte yaşamakla kutsandık -ya da lanetlendik. Ben ilkini tercih ederim!’

“Birlikte yaşamakla kutsandık -ya da lanetlendik. Ben ilkini tercih ederim!”
 
Geçenlerde, Türkiye basınında, Arjantin doğumlu Yahudi piyanist ve şef Daniel Barenboim’in Ramallah’ta verdiği bir piyano resitali sonrasında, hem İsrail hem de Filistin vatandaşlığına sahip olmasının, bir ihtimale işaret etmek açısından anlamına dair açıklamaları yer aldı. Doğrusu İsrail gazetesi Haaretz’deki bir yazı dışında uluslararası basında konuyla ilgili pek bir şey bulamadım ve bu haberin yeni olup olmadığından emin değilim (zira sayfadaki tarih 2013, ayrıca 1942 doğumlu Barenboim’den 65 yaşında diye bahsedilmiş). Yine de hazır gündeme düşmüşken bu konuda yazmak Barenboim’e ilişkin düşüncelerimi temize çekmek için iyi bir fırsat gibi göründü.
 
Haber güncel olsun olmasın, bu günlerde Barenboim’in gündeme gelmesi elbette tesadüf değil. Barenboim uzun yıllardır İsrail-Filistin barışı için söz üreten, bu iki halk için birarada yaşamanın imkanlarını sorgulayan ve bunu müzik alanına da taşıyan bir müzisyen. Bu arada küçük bir not olarak Barenboim’in esasen piyanist olduğunu, yani piyanistliğinin şefliğinin önünde geldiğini söylemek gerek.
 
1999 yılında Filistinli-Amerikalı entelektüel Edward Said’le birlikte Ortadoğulu gençlerden müteşekkil “Doğu Batı Divanı Orkestrası”nı kuran ve yöneten Barenboim’in, Ortadoğu barışına ilişkin söyleminin liberal bir söylem olmanın ötesinde, politik bir içeriği de olduğunu eklemek gerekir. Zira gerek orkestra adına yapılan açıklamalar, gerekse Barenboim’in kendi ifadeleri İsrail’in bölgedeki tutumuna ilişkin doğrudan eleştiriler içeriyor. Yine Said’le birlikte Ramallah’ta bir kültür merkezi kurmak, İsrail Oda Orkestrası’na Almanya’da, “Yahudi düşmanı” diye bilinen ve Hitler’in idolleri arasında yer alan Richard Wagner’in müziğini çaldırmak gibi tepki çeken girişimleri de gösteriyor ki, Barenboim, müziğin milliyetçi ön yargıları kırmakta etkili bir araç olduğuna gönülden inanmış.
 
Eser: Ramallah/ Adib Fattal
 
Edward Said’in adını bu bağlamda duyup da şaşıranlar varsa, kendisinin epeyce piyanistliğinin olduğunu, hatta müzik hakkında da çokça kalem oynattığını hatırlatalım. Yazarın müzik yazılarını içeren Müzikal Nakışlar ve konumuz bağlamında, Barenboim ve Said’in müzik sohbetlerine yer veren Paralellikler ve Paradokslar Agora kitaplığı tarafından Türkçe’de de yayınlandı (bunların yanı sıra Geç Dönem Üslubu‘nda da müziğe yer verir). Tabii “müzik” sohbetleri dediysek, bu ikilinin odağındaki müziğin çoksesli Batı müziği olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?
 
Gelelim benim bugüne kadar Barenboim’den ne anladığıma. Bir kadın olarak Barenboim’e karşı ön yargım, eski eşi Jacqueline du Pré’yi son döneminde yalnız bırakmış olduğu bilgisine dayanıyordu sanırım. Ama elbette bu pek de “kesin bilgi” sayılmaz!
 
Jacqueline du Pré, 1987’de 42 yaşında MS hastalığından ölmezden evvel, kendine muazzam bir yer edinmiş, yetenekli bir çellist; muhtemelen yeteneği Barenboim’inkinin fersah fersah ötesinde. Tabii benim gibi gafillerin kendisinin özel hayatına ilişkin bilgisinin Annad Tucker’ın 1998 tarihli Hilary and Jackie filminden öteye gitmiyor olması ayrı bir konu. Bu arada filmin özellikle iki kız kardeşin ilişkisine dair gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle çokça eleştirildiğini de söylemek gerek. Ama du Pré’den bahsetmek için asıl izlenmesi gereken, o şahane Elgar konçerto yurmunun da yer aldığı, Christopher Nuphen’in Remembering Jacqueline du Pré adlı belgeseli elbette.
 
du Pré’nin Elgar Viyolonsel Konçertosu‘nu seslendirdiği videoda orkestrayı yöneten Barenboim’in ta kendisi.
 
Yine bu belgesel aracılığıyla tanıdığım şahane bir başka video, ikili, ikonik* kemancı Itzhak Perlman ve şef Zubin Mehta’nın eğlenceli Mendelssohn Keman Konçertosu denemesi.
 
Bitirirken, müziğin bir politik söz söyleme aracı olduğunun bilincinde olmak, bunu öyle ya da böyle yaşamın merkezine koymak, hangi düzeyde yapılırsa yapılsın son derece kıymetli. Berlin’de yaşayan Barenboim, tam da şu sırada İsrail’in Filistin’e uyguladığı korkunç şiddet karşısında ne diyor, sürece müdahalede ne kadar aktif bir pozisyon alıyor bilemiyorum. Yine de belirtmek gerekir ki, çoksesli Batı müziği çevresinde bu kadarına bile pek rastlanmıyor.
 
 
* Sevgili Elif Damla Yavuz’a ithafen. 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam