24/06/2010 | Yazar: Ulaş Sona

“Kırılganlık siyasetinin aciliyet içerdiği bir coğrafya burası, o yüzden hemen bir şey yapmak gerek.

“Kırılganlık siyasetinin aciliyet içerdiği bir coğrafya burası, o yüzden hemen bir şey yapmak gerek. Judith Butler da bu yüzden hemen başlayın mesajı vermek istedi.” 

Judith Butler’ın Ardından Söyleşiler – IV
 
Siyah Pembe Üçgen Derneğinden Erdem Gür’le, Judith Butler etkinliğinden sonra, queer hareketi, queer tanımı ve LGBTT hareketinin tanımlarına dair konuşma şansımız oldu..
Pelin Dutlu: Judith Butler, Qeer Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtlığı üzerine bir sunum yaptı. Katılımcıların sunumdani önceki beklentisiyle, çıktıktan sonraki fikirleri arasında farklar oluştu. Sen etkinlikten çıktıktan sonra neler düşündün? 
 
Erdem Gür: Homofobi ve Transfobi Karşıtı Buluşmanın en çok merakla beklediğim oturumuydu. Herkes için de öyle olduğunu tahmin ediyorum. Judith Butler’ı okudun mu dersen mesela, birkaç makalesi dışında akademik bir dilden biraz korktuğum için baştan sona kitaplarını okumadım. Fakat sunumda en çok dikkatimi çeken ve hoşuma giden Judith Butler’ın bundan kendisini oldukça soyutlaması oldu. Diliyle, hali ve tavrıyla anlaşılır olmaya çalıştı. Queer teoriyi anlatmayı kendisine bir misyon olarak belirlediğini ve bunu yayma sorumluluğunu hissettiğini düşünüyorum. Sunum öncesinde kafamdaki queer tanımıyla sonrasındaki queer tanımı arasında çok fark olmadı. Ama şöyle bir şeyi algılamış oldum. Queer tanımını aslında ben kendime sahipleniyorum ama kendimi Queer diye tanımlayamıyordum. Sebebi de queer kavramına; post modernizmin getirdiği bir anlayış, her şey muğlaklaşıyor, bu da muğlaklaşırsa, mücadele alanımız belirsizleşecek gibi yöneltilen eleştirilerdi. Ben de bu noktada ikilemde kalıyordum. Ama Judith Butler böyle bir ikilemi kafamdan sildi. Çünkü kimlik siyaseti olmadığını söylemesi çok önemli bir noktaydı. Queer hareketini ben bir hayat görüşü olarak algıladım. Queer hareket içinde hem cinsel/cinsiyet ayrımcılığına hem ırkçılığa, hem de militarizme karşı bir duruş barındırıyor. Hepsi harmanlanmış bir şekilde, iç içe yer alıyor. Tam da kafandaki ideoloji ne, sorusunun cevabı buydu. Çünkü ben kendimi sürekli uzun kavramlarla tanımlıyordum. Anarka feminist desem bir yanım eksik kalıyordu, eşcinsel hakları savunucu desem bir taraf gene tanımsız kalıyordu. Bütün bu tanımları bir araya getirmiş oldu.
 
İzmir’e dönünce Cinsiyet Belası’ndan başlayarak Judith Butler’ın kitaplarını okumaya başlayacağım. Zihnimi daha çok doldurma ihtiyacı doğdu. Bunun nedeni de provakatif diyeceğim ama provakatif kelimesindeki o kışkırtma hali değil ama seni gaza getirme durumu. Daha iyi bir kelime bulamadığım için gaza getirmeyi kullanıyorum. Öyle bir sunumdu benim açımdan. Ayrıca özel bir girişle başlaması da çok etkileyiciydi. Sunumuna polis devleti, üniter devlet yapısı ve devlet şiddetinden girerek; feminizme, ırkçılığa, militarizme.. ve daha bir çok şeyden bahsederek her şeye değinmiş oldu. Belki bu bir çok kişi için şaşırtıcı oldu. Ama benim açımdan hepsine birden değinmesi sevincimi bir kat daha arttırmasına sebep oldu. Benim içinde olmak istediğim hareket diyebilirim.
 
Judith Butler kişilerin ve hareketlerin kırılganlıklarından çok fazla bahsetti. Hiçbir zaman birbirine temas edemeyecekmiş gibi duran grupların ve kategorilerin nasıl yan yana gelebileceğine dair örnekler verdi. Kurulacak yoldaşlığın öneminden bahsetti. Dikkat çektiği bir konu da feministlerle kurulacak ittifaktı. Türkiye yaşanan pratikler ve yan yana gelebilme zorlukları neler?
 
Türkiye’de “Kadın Hareketi” olarak başlayıp “Feminist Hareket” diyebileceğimiz bir noktaya gelen bir süreç var. En azından ben öyle görüyorum. Bu sevindiriyor beni. Çünkü feminist kelimesini kullanmak Türkiye’de hâlâ cesurca bir şey. Hâlâ bir çok kadın örgütündeki insanlar kendilerine feministim diyemiyor. Yani bu kavramlar arasında bile ayrışma yaratılıyor. Halbuki feminizm daha kapsayıcı ve anlaşılması gereken bir ideoloji. Feminizm de yerinde durmuyor sonuçta; gelişiyor. Feminizmde 80’lerdeki patlama hali -ki bir ihtiyaçtan dolayı, açlığın getirdiği bir durumdu- bu ivme sonrasında yavaşlamış gibi gözükse de en azından feministler -feministler diyorum, çünkü sadece feministin biyolojik bir cinsiyete atfedilmesini istemiyorum. Çünkü ben de kendimi feminist olarak tanımlıyorum. Röportajın başında da söylediğim gibi bir yanım feminist- bugün bir çok konuya dair sözlerini söyleyebiliyorlar. Dinsel inançların özgürce yaşanmasına ve baş örtüsünün yasaklanmasına dair konularda sözlerini üretiyorlar. Kürt meselesinde de fikirleri ve ortak eylemleri var. İnsanlar anadilinde konuşabilmeli diyorlar. Bir çok kişi bunları yadırgayıp, sanki bizim meselemiz değilmiş gibi düşünüyor. Ama yoldaşlık tam da buradan başlıyor. Ben hak savunuculuğunun vicdan ve mantık temelli olduğunu düşünüyorum. Evet bir vicdan vardır ortada ve vicdanın bütün cevapları nettir. Bir de mantık devreye girer. Eyleme dökme anında ve ne yapılabilir noktasıdır bu da. Bu iki kavramın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Buradan doğruda LGBTT hareketi artık şunu öğrendi; LGBTT hareketi tek başına güdük bir hareket. Diğer hareketlerden kendini soyutlayamaz, bu olamaz! Bir sloganımız var mesela, her yerde sıkça kullandığımız: okulda, işte, mecliste, eşcinseller her yerde! Marksistler arasında da var eşcinseller. -Eşcinseller var derken yanlış anlaşılmasın. Eşcinseller var deyince sanki heteroseksüelliği bir yere koyarak söylüyormuşuz gibi oluyor. Heteroseksüel dünya jargonu anlamında söylüyorum- Sosyalistler, kadınlar, anarşistler, Kürtler… arasında da var, hiçbir ideolojide ve kategoride olmayan sokaktaki magandalar arasında da. Eşcinsel hareketinin işi bu anlamda daha zor. Çok daha fazla vicdanının sesine kulak vermesi ve bir çok alana, yere, konuya dair söz söylemesi gerekiyor. Şimdi ben diyelim ki bir yandan cinsel yönelimimden dolayı mağduriyet yaşıyorum ama başka bir yerde de ırkımdan, rengimden dolayı mağduriyet yaşabilirim. O yüzden en azından bu işin, aktivizmin savunuculuğunu yapan insanların bir noktaya odaklanıp diğer noktalara gözlerini kapamasını saçma hatta saçmadan öte, olmaması gereken bir şey olarak görüyorum. 
 
Judith Butler’ın gueer hareketinin bir kimlik politikası olmadığını söylemesi üzerine konuştuk. Bu konuyu biraz daha açarsak  tanımların değişmesi ve sınırlarının genişlemesi de gerekiyor. Biz Türkiye’de bunun karşılığını dil ve hareket anlamında nasıl ele almalıyız?
 
Şimdi tanımların değiştirilmesi ve tanımsızlaştırmak çok ciddi bir mesele. Özellikle Türkiye için çok ciddi bir mesele. Çünkü Türkiye’de daha biz şunu başaramadık: o tanımların ne olduğunu anlatamadık insanlara. Şimdi birden bire o tanımların hepsini kafadan silmek  çok zor olurmuş gibi geliyor. Yani evet tanımlamalar, etiketlemeler, kategorize etmeler her zaman insanlara zarar verdi. Ama bir noktada da bizim kendimizi var ettiğimiz alanlar oldu onlar. Tanımlar üzerinden var ettik, bunlar üzerine sorumluluklar geliştirdik. Şimdi hepsini birden bırakmak beni ürkütüyor. Belki de sadece korkudan ibarettir. Belki o tanımları değiştirsek işler çığırından çıkmayacak. Ama bana sanki işler birbirine girecek, kaotik bir hal alacakmış gibi geliyor. O yüzden bu konuda kendi içimde çok kararsızım.
 
Aslında şu an ihtiyacımız olan bir mücadele hattından gidiyoruz. Queer hareketini yaratmak için belki de, hem kimlik politikasını hem de queer yoldaşlığını geliştirmeliyiz. Kimlik politikasıyla birlikte nasıl olabileceği ve bunun anlatımı, dile dökülmüş halini düşünmemiz gerek. 
 
Ben queer tanımını kafamda kapsayan küme, evrensel küme olarak alıyorum. Mesela queer yanında bir kavramla; queer feminist, anarko queer gibi birlikte kullanılabilir. En azından şu anki Türkiye şartlarında kafamdaki geçiş formülü böyle. Öyle bir noktadan hareketle başlamak, daha sonrasında basamak koyarak gitmek daha manalı geliyor.
 
Judith Butler’ın yaptığı queer hareketi tanımının Türkiye’de somut karşılığı var. Kürt meselesi, vicdani red, kadın mücadelesi… bu coğrafyada yan yana yaşamaya ve mücadele etmeye çalışan hareketler. Bu bağlantıları, bahsettiğimiz tanımlamaların değişimlerini belki de LGBTT hareketi sağlayacak/ sağlaması gerekecek.
 
Queer hareketini diğer hareketlerden önce LGBTT Hareketinin ve Feminist Hareketin yaratacağına inanıyorum. Bunun nedenini de şuna bağlıyorum; “ben”den ve bireysellikten başlıyor. Hatta özel bir alandan yani cinsellikten, cinsiyetten başlıyor. Yıllarca konuşamadığımız, kafamızda karmaşık olduğu bir noktadan başlıyor. Buna dair fobiler de birbirini besliyor. Aslında karşı taraf için söylüyorum. Yani homofobik olan faşist olma eğiliminde olabiliyor, faşist olma eğiliminde olan başka bir gruba ayrımcılık üretme potansiyeli taşıyor. İşte bundan doğru bu iki hareketin de bu noktada bunu çözümlemede çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bütün o fobilerden soyutlanabilmek için çok büyük bir iş düşüyor. Ben hiçbir zaman Feminist Hareketi, LGBTT Hareketinden ayrı düşünemedim. Bu ülkenin koşulları hakkında söylediklerini çok doğru buluyorum ve katılıyorum. Coğrafyanın  hem ırk anlamında hem de diğer konulardaki ayrımcılıklarda yarattığı özel durumlar var. Kırılganlık siyasetinin aciliyet içerdiği bir coğrafya burası, o yüzden hemen bir şey yapmak gerek. Judith Butler da bu yüzden hemen başlayın mesajı vermek istedi.
 
Judith Butler’ın ardından önceki söyleşiler:
 
 

Etiketler: yaşam
İstihdam