08/06/2010 | Yazar: Can Yaman

Haziran ayını serin ve yağışlı bir havayla karşılamamız bir tesadüf mü bilinmez ama mevsimin yaşadığımız küresel şiddete ağıt yaktığı aşikâr.

Haziran ayını serin ve yağışlı bir havayla karşılamamız bir tesadüf mü bilinmez ama mevsimin yaşadığımız küresel şiddete ağıt yaktığı aşikâr. Bir grup aktivistin Filistin’e yardım göndermek için gittiği yolda, adeta dünyaya gözdağı verilmek istenircesine katledilmesi, akıllara gelen sorunun yanıtıydı. Bu hiç kuşkusuz, İsrail’in vurdumduymaz toprak ağalığının bir göstergesiydi. Hiçbir mazeret bu kıyımı haklı çıkaramazdı. Ancak ülkemizdeki artçı yankıları, on emre gönderme yapan göze göz dişe dişlikteydi.
 
Özellikle protestoların sadece belli bir İslami kesim üzerinden gerçekleşmesi, bu ön yargıları besler nitelikteydi. Ne yazık ki bunu doğrulayacak bazı gelişmeler, son on yılda pek sık görülmüştü. Türkiye gibi, okuma oranı düşük olan bir ülkede, Kavgam kitabının en iyi satanlar sıralamasında birinci olması, AKP iktidarıyla gelen antisiyonist propagandanın bir alt metniydi. Aynı süreç, hükümetin yakın geçmişte açılım sürecini başlatıp, sonlandıramamasında da gerçekleşmişti. Özellikle Tekel işçilerinin direnişinde, “pkk uzantısıdır” diye atıfta bulunan başbakanın, açılımda hangi yol haritasını izlediğini gösterendi. Buna benzer bir şaibe, eşcinsel modacı Cemil İpekçi’nin “açılımında” yaşanmıştı. Kendisine tanınan açılım imtiyazının ülkedeki diğer eşcinsellere tanınmaması, hatta örgütlü eşcinsellerin faaliyetlerinin engellenmesi, iktidara yönelik samimiyet kaygısını güçlendirmişti. Aliye Kavaf’ın “eşcinsellik hastalıktır” densizliğinin üzerinden daha birkaç gün geçmeden, Mazlum-Der’in insanlık dışı iktidar yandaşlığı, muhalif kanatta güvensizlik yaratmıştı. Bir insanlık dramına son verme şiarıyla yelken açanların bu tutumu, bugün neden bazı kesimler tarafından yalnız kaldıklarının cevabıydı.
 
Buna benzer başka bir muhafazakâr ayıp, “1 milyon iyi insan” kan bağışı organizasyonunda yaşanmıştı. Kan bağışında bulunmak isteyenlerin doldurdukları kâğıtta yer alan eşcinsel ilişkinin, HIV(+) taşımada risk teşkil etmesi, ayrı bir homofobik yanılgıydı. Hâlbuki AİDS, hepimizin sorunuydu. Örneğin, eski Filistin lideri Yaser Arafat’ın 2004 yılında sebebi bilinmeyen bir rahatsızlıktan dolayı öldüğü söylense de AİDS’e bağlı organ bozukluğundan öldüğü İsrail basınınca servis edilmişti. Yaser Arafat, bu atıfla Filistinlilerin ve tüm dünyanın gözünde küçük düşürülmeye çalışılmıştı. Bu aşağılama zihniyetinin ardında, elbet hastalığın “sebep olduğu” davranışa bir gönderme vardı. Dinin kurucu unsur olduğu İsrail’de aynı yıl, Kudüs’te Uluslararası Eşcinsel Onur Yürüyüşünün gerçekleşmesi ayrı bir ironiydi. Türkiye’de geçen sene gerçekleştirilmek istenen onur yürüyüşü gene engellenmek istenmişti.
 
O yüzden İsrail’in saldırgan tutumundan dolayı, dünyanın tüm kötülüklerini ona yüklemek anlamsızdı. Hiç kuşkusuz İsrail, dünyanın en militarist ülkelerinden biriydi. Ama aynı İsrail, vicdani retçilerin en fazla olduğu bir ülkeydi. Bir yandan şiddeti ülke politikası olarak kullanırken, diğer yandan buna karşı çıkanlara olanak sağlayan bir konumu vardı. Fakat bizim ülkemizde değil vicdani ret açıklaması yapmak, anti militarist gösteride bulunmak bile suç teşkil ediyordu. Canilikten ve vahşetten yakınan bir ülke için tuhaf bir çelişki di’mi?
 
İHH’nin organize ettiği gemi seferi bir anti-militarist konvoyuyken, yaşanılan dram sonrası şehitlik mertebesine yapılan atıflar, militarizm sorgulamasında eksik kalındığının bir göstergesi değil miydi sizce de? Bir program sunucusunun, “İskenderun’da gerçekleşen çatışmaya yönelik aynı hüznü paylaşıyor musunuz” sorusuna karşılık İHH başkanının, şehit anneleriyle ortak milliyetçilikte birleştiklerini beyan eden açıklamaları, aslında toplumsal barış adına kendilerini nasıl konumlandıklarını açıklamıyor mu? Dedim ya tuhaf bir dünyada yaşıyoruz.
 
Belki bu yüzden yardım konvoyuna yönelik saldırı sonrasında, aklımdan 17 yy’da yaşamış bir hahamın şiiri geçti. O şiiri (Im Nın alu/Cennetin kapıları kilitlenirse), 1988 yılında Ofra Haza besteleyip, dünya piyasasına çıkarmıştı. Yemenli Yahudi bir ailenin dokuzuncu çocuğu olarak Tel Aviv’de dünyaya gelen Haza, kendi gibi Yemenli bir hahamın şiirini seslendirmişti. Ne hazin ki 2000 yılında AİDS yüzünden hayatını kaybetti. Haza, heteroseksüel bir evlilik sürdüğü sırada HIV (+) olduğunu öğrenmiş ve AİDS’e yönelik klişe yargıların yıkılmasına örnek olmuştu. O şimdi cennetten, kendi topraklarında süren kıyıma bakıp, kapılarını, kıyımı gerçekleştirenlere kilitliyor. Hüzünlü bekleyişinde, tüm yaratılanların barış içinde yaşamasını ümit ediyor.


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret