23/11/2016 | Yazar: Aksu Bora

Adalet de eşitlik de özgürlük de gerçek şeyler değildir. Onur da. Hem, ‘neye göre, kime göre’ bir yerde. Yedi yıl altı ay yatarı var üstelik. Gerçek böyle bir şeydir.

Koca bir salonda, yalnız başına oturan bir adam. Ayhan Bilgen. 15 Kasım 2016. HDP grup toplantısı. Dışarıda yüzlerce insan var, içeriye girmeleri engellenmiş. Ayhan Bilgen onların orada olduğunu biliyor. Bilmese de olur. O orada. Olması gereken yerde.

Kamusal konuşma, her zaman kalabalıklar içinde olmaz. Bazen de böyledir. Bu varoluşa kamusallık niteliğini veren ne gazeteciler ne de dışarıdaki kalabalık. Birazdan diyecek ki, “biz evimize gitmeye çalışıyoruz”, “gelin, girin kolumuza, birlikte yürüyelim”. Ayhan Bilgen’in “evimiz” dediği yer, “kardeşçe yaşama ve onurluca bir varoluş”. Diyor ki, bu dünyanın hakikatini yalanlarınızla değiştiremezsiniz. İnsan olmanın onurlu sınavını vermek, dünyanın hakikatiyle bağ kurmaktır. İnsan, ancak onuruna sahip çıkarsa kurabilir o bağı. Yalanlarla değil.

Siyasal tarihimizin unutulmayacak anlarından biri bu. Tıpkı Orhan Doğan’ın apar topar bir polis arabasına bindirildiği o fotoğraf gibi. 1994’te. Dokuz yıllık hapisliğin başlangıcı olan o fotoğraf.

Kamusal konuşma, hem “herkese” konuşma demektir tabii ki ama hem de işte, dünyanın hakikatiyle ilgili bir şeyler söylemektir. Mesela insan onurundan bahsetmektir. Mesela özgürlükten, adaletten… Bunların gerçek “şeyler” olmadıklarını o kadar uzun zamandır ve o kadar çok işittik ki, neredeyse inanacağız. Biliyorsunuz, doğada ne özgürlük ne eşitlik ne de adalet vardır. Bu bakımdan, “gerçek” değillerdir. Ama insanların onlar uğruna ölmeyi göze aldığı hakikatlerdir. Çünkü insan, çevresini saran gerçeklik içinde var kalmaya çalışmaktan daha fazlasını yapabildiği için onurlu bir varlıktır. Eşitlik gibi, adalet gibi, özgürlük gibi idealleri gerçek kılmayı hayal edebildiği, bu uğurda mücadele edebildiği için.

Gerçekçi bir siyasetin bir temsil meselesi olduğuna dair bütün o zırvaların bize unutturduğu, işte budur: Siyaset, temsil demek değildir. Ne çıkarların temsilidir ne arzuların yahut korkuların. Siyaset işte orada, tek başına oturan bu adamın yaptığı şeydir. “Gerçekleri halka söylemek için”…

Geçtiğimiz hafta, Adalet Bakanı da bir “gerçek”ten söz etti, biliyorsunuz. Düğününe “hakimi de, savcısı da, karakol komutanı da gelen gelinin dramı” gerçeğinden. Küçükmüş evlendiğinde belli ki. 16 yaşından küçük. Adamı tutuklamışlar cinsel istismardan. Ama “tamamen ailelerin ve küçüğün rızasıyla” yapılmış bir işmiş bu. Memleketimizin bir gerçekliği. Çocuk haklarıymış, cinsel suçmuş, tecavüzmüş diye konuşup duranların bilmediği derin gerçeklik. Bakan biliyor. Karakol komutanı, savcı ve hakim de. Tabii adam da. Bakan diyor ki, “7 yıl 6 ay yatarı var”. Şimdi bu adamın mağdur olmaması için, geçici bir çözüm olarak… “Ülkemizde yaşanan bir sorunu çözmeye…” Onurmuş, adaletmiş… İşte bu gerçek. 

Kızın babası ileri gelenmiş, belli ki kocası da… Küçük kızlar, ileri gelenin kızıysalar bir türlü, geride kalanın kızıysalar başka türlü, bu gerçeğe çarparlar. Gerçek onlara çarpar. Tuzla buz eder. Gerçekçi siyaset, bu kızlarla evlenen adamların mağduriyetini giderir. Madem evlenmiş. Kız için yapılacak bir şey zaten yoktur. Madem evlenmiş. Ailelerin ve “küçüğün rızası”nın ne anlama geldiğini bilir de bilmezden gelir. Gerçekçilik bunu gerektirir çünkü. Çünkü evlenmiş.

Adalet de eşitlik de özgürlük de gerçek şeyler değildir. Onur da. Hem, “neye göre, kime göre” bir yerde. Yedi yıl altı ay yatarı var üstelik. Gerçek böyle bir şeydir. 

Kardeşçe yaşama ve onurluca bir varoluş. Böyle diyordu Ayhan Bilgen. Onu orada yapayalnız bırakanlar da dahil herkese. “Gelin girin kolumuza, birlikte yürüyelim”. Sadece dayanışma için değil, “insan olmanın onurlu sınavını verme”k için. Asıl onun için. Dünya ancak o zaman evimiz olur. Ancak o zaman küçük kızlar “gerçeğe” çarpıp tuzla buz olmazlar da şefkatle sarılıp sarmalanırlar. İklim değişir. Gerçek değişir.

(Birikim Dergisi)


Etiketler:
nefret