10/09/2015 | Yazar: Ali Ersen Erol

Bakan’ın Demirtaş’ı koyduğu toplumsal konumlar sırasıyla şöyle: terörist, kadın, siyasetçi değil, Türkiye’yi sevmeyen ve Türkiye’ye hizmet etmeyen.

Michael Kaufman, erkeklik çalışmaları konusunda bilinen bir isim. Özellikle erkekliğin nasıl tanımlandığı ve erkekliğin ve toplumsal erkeklik kimliği ile özdeşleşen erkeklerin şiddetini araştırmasının merkezine oturtan bir uzman. Kendisinin Erkekliğin İnşası ve Erkeklerin Şiddet Üçgeni isimli yazısının bazı kısımlarını çevirdim ve aşağıda paylaşıyorum.

Bu yazıyı içinde bulunduğumuz bağlamı, günün ruhunu düşünerek okumak lazım. Şiddet, ister fiziksel, yapısal, kültürel, sözel, ya da psikolojik olsun, toplumsal cinsiyet yapılarındaki kadın-erkek ikili karşıtlığındaki fay hatlarında, heteroseksüel-ataerkil ekseninde ortaya çıkar. Şiddeti uygulayanlar ve azmettirenler, toplumun sadece cinsiyet ve cinsellik eksenlerinde değil, o eksenlerle ilintili olan ve kesişen sınıf, ırk, ve (fiziki ve akli) sağlık gibi eksenlerde de ikili karşıtlıklara ayrıştırarak toplumu arzulanabilenler – arzulanmayanlar diye böler. Arzulanamayanlar kötü olarak atfedilen özelliklerin kesişimlerinde zorla konumlandırılırlar. Mesela, buna güzel bir örnek, 9 Eylül’de Bakan Taner Yıldız’ın atmış olduğu bir tweet ve ona gelen cevaplardır. Şöyle yazmış kendisi:

“Ben askerimiz gibi hizmet için Dağlıca’da bulunurum, Sn. Demirtaş'da isterse terörist eteğiyle Kandil’e çıkabilir.”

Burada bakanın Demirtaş’ı koyduğu toplumsal konumlar sırasıyla şöyle: terörist, kadın, (dağa çıkma ile ima edilen) siyasetçi değil, (kendisinin yüce vatan sevgisi ile karşılaştırması ile ima edilen) Türkiye’yi sevmeyen, (yine kendisi ile karşılaştırmasından ima ettiği) ve Türkiye’ye hizmet etmeyen (bütün bu olayın altında yatan Türk/Kürt ikili karşıtlık ayrımını unutmayalım).

Tabii, diyebilirsiniz ki, etek burada bir metafor, don da diyebilirdi, giysi de diyebilirdi, başka bir şey de diyebilirdi. Fakat zaten önemli olan o. Başka bir şey de diyebilirdi ama demedi. Çok belirli bir metafor kullandı: Demirtaş’ı bir toplumsal cinsiyet kategorisine sokan bir metaforu başka herhangi bir metafora layık gördü. Bu durumda, kadın olmayı, diğer kullandığı bütün toplumsal konumlandırmalarla bir tuttuğu gibi, kendisini erkek ve kendince iyi olan her şeyi erkeklikle eşit göstermiş oldu. Şimdi, AKP döneminde kadına karşı şiddetin neden arttığını hala merak eden varsa, buradaki mantığa bir daha bakabilir. Tabii, böyle metafora gelen tepkilerin aynı dili kullanması gecikmedi. Bazıları şöyle:

“Adamsın sen adam.Reis ten sonra sensin İman dolu adam.Sen yüreğini okudun.Köpekler havladi”

“adamın dibisiniz sayın bakanım.”

“eteğiyle kilotlu çorabı benden hatta dansöz kıyafetide olabilir sayın BAKANIM”

Bunlar örneklerden sadece bir kaçı. Liste uzuyor. Fakat bu tür bir cinsiyetçilik toplumun içine o kadar işlemiş ki, kendisini eleştirenler bile aynı yapıyı kullanıyor. Mesela:

“taner efendi herseyiniz YALAN  ulan adam gibi adamsan cek git cudiye gabara bakalim koruma ordusuyla dolasmaya benziyormu”

“gitmezsen Dünya'nın en rütbeli Orospu Çocuğusun.DÜRZÜ”

Neticede toplumun arzulanmayan olarak konumlandırdıkları üzerinden kötü olarak gördüğünü aşağılamak her ne kadar yeni bir şey olmasa da, bunu böyle alenen görmek, hetero-patriyarkinin toplumda nasıl idame ettirildiğine ve yayıldığına şahit olmak bakımından önemli oluyor. Tabii, bu noktada açık olması gereken çıkarım: heteropatriyarki ve onun tanımladığı erkeklik ve kadınlık eksenindeki ikili karşıtlık topluma hakim olduğu sürece her yönü ile şiddet bitmeyecek.

Bir tarafta bazı erkekler şiddeti böylesine körüklerken, bazı kadınların #evlatlarımızölmesin kampanyası başlatmış olması tesadüf değil.

Daha da fazla geciktirmeden ve lafı uzatmadan, sizi Michael Kaufman’ın yazısının bazı bölümleri ile baş başa bırakıyorum:

Erkekliğin İnşası ve Erkeklerin Şiddet Üçgeni

Çok bilinen bir hikaye: bir kadın tecavüze uğradı, bir eş dövüldü, bir sevgili istismar edildi. Acillik ve öfke hisleri ile, kadınların kurtuluş hareketi erkeklerin kadınlara karşı şiddetini—en açıktan en gizli hallerine kadar—toplumsal bilince ve toplumsal tartışmaya itti. Bu tür şiddetler, toplumumuza erkeklerin nasıl egemen olduğunun bir yanı, ki bu şiddetler bilerek olmasa da, sonuç olarak bu egemenliği idame ettiriyor. Bu tür şiddet hareketleri aynı anda bir sürü şey. Birey olarak bir erkeğin ilişkide cinsel güç dengelerini yerine getirmesi, aslında, toplumun şiddetinin—hiyerarşik, otoriter, cinsiyetçi, sınıfsal, militarist, ırkçı, gayrişahsi, deli bir toplum—tek bir erkekten tek bir kadına doğru odaklanmasıdır. O erkeğin psikolojisinde, kendi saldırganlığı, toplumsalda olan güçsüzlüğünü bir reddedişi olabilir. Tamamında, bu tür şiddet davranışları, toplumsal güç ilişkilerinin ritüelleşmiş halidir—egemen ve zayıf, güçlü ve güçsüz, aktif ve pasif... eril ve dişil.

Erkekler için, erkeklerin şiddetinin nesnesi olmuş kadınların tecrübelerini dinlemek, cinsellik temelli statüko ile alakalı herhangi bir kabullenmişliği çatlatır. Kadınların cevaplarındaki güç ve öfke, bizim küçükken öğrendiğimiz şeyleri yeniden düşünmeye zorlar. Ben on bir ya da on iki yaşındayken, bir arkadaşım bana sikmek ve tecavüz etmek arasındaki farkı anlattı. Basitti: tecavüz ederken bir kadını ağaca bağlayacaktın. O zamanlar anatomik detaylar hala belirsizdi, ama her türlü o ‘bizim’ yaptığımız bir şeydi. Bu bilgi, erkek ve kadın arasındaki güç ve ayrıcalık hakkında, aslında yıllar önce başlayan bir eğitimin sadece bir parçasıydı. Arkadaşım bana bunu anlattığı zaman güldüğümü hatırlıyorum. Şimdi titriyorum. Tepkilerimdeki farklılığın bir kısmı, on iki yaşındayken, ‘büyüme’ sürecinin bir parçasıydı.  Şimdi, tabii, meseleye farklı bir bakış açım var. Bu bir yetişkinin bakış açısı, ama daha önemlisi benim dünya görüşüm sesi bastırılan çoğunluğun girişimleri sayesinde yeniden şekilleniyor: kadınlar.

Erkeğin kadına karşı şiddetini yeniden öğrenmenin gerçeği, erkekler için derin hisleri ve anıları canlandırır. Anılar hatırlandığı ve tekrar edildiği zaman, yeni bir bağ ortaya çıkar: Erkeklerin kadına karşı şiddeti, erkeklerin şiddet üçgeninin sadece bir köşesidir. Diğer iki köşesi diğer erkeklere karşı ve kendine karşı şiddettir.

Psikolojik seviyede, şiddetin idamesi Herbert Marcuse’nin cinsel ve duygusal arzularımıza dair ‘artakalan bastırılmışlık’ dediği durumun sonucudur. Şiddetin arzu ile değiştirilmesi (daha isabetli olarak, şiddetin, duygusal olarak tatmin edici bir aktiviteye dönüştürülmesi) erkek ve kadında dengesiz olarak meydana gelir. Erkekliğin inşası, ‘artakalan saldırganlığın’ da inşasını içerir. Bu şiddet üçgenin toplumsal bağlamı, şiddetin toplumsal, ekonomik ve siyasi hayatın bir parçası haline gelmesine bağlıdır.

Bu üçgenin üç köşesi de birbirini destekler. Birinci köşesi—kadına karşı şiddet—aynı zamanda diğer iki köşeye de meydan okumdan çözülemez. Ve bu, şiddetin toplumsal olarak nasıl beslendiğinin çözümlemesini gerektirir: patriyarkik, heteroseksist, otoriter, ve sınıfsal. Bu üç köşe ve bu üç köşenin barınabildiği toplumlar birbirlerinden besleniyor. Ve düşünüyoruz ki, yine beraber düşecekler.  

Toplumsal Bağlam

Şiddet, uzlaşmazlıkların bir çözüm yolu olarak uzun süredir kurumsallaşmıştır. Ama şimdi ülkelerin polis ve savaş aparatları, hayatın geleceğini tehlikeye atmaktadır.

‘Medeni’ toplumlar, öteki insanların yok olması, sınırlanması, ve suiistimal edilmesi üzerine kurulmuş ve şekillenmiştir: yerli halkın yok edilmesi, sömürgecilik, ve kölelik. Doğal ortam ile ilişkimiz, genelde tecavüz metafou ile tarif edilir. Doğayı fethetmek, bakir doğaya kar için hükmetmek ve sömürmek gibi söylemlerin, aslında yüz milyon yıllar içinde oluşmuş ekolojik dengeyi bozacak ekipmanımız olduğu zaman buna dikkat etmemiz gerekir.

Endüstriyel ve sınıfsal toplumdaki günlük yaşam da şiddet içerir. Bazılarımız makinaların uzantıları haline geldiği, bazılarımız vücudumuzdan ayrı beyin olarak işlediğimiz zaman, şiddet ekonomik mantık şeklinde karşımıza çıkar. Endüstriyel sürecimiz modern zamanın işkence makinesi halindedir; şekil dışına büker, uzuv uzuv yırtar. Şiddeti, işçileri tehlikeli kimyasallara , radyasyona, makineye, hıza ve kas zorlamasına şeklinde kendisini gösterir.

Kadına Karşı Şiddet

Erkeklerin kadına karşı şiddeti, çoğu yetişkinin hayatında en yaygın olan doğrudan ve kişisel şiddet türüdür. Cinsel tacizden tecavüze, ensestten eş dövmeye, ve şiddetli pornoya, az sayıda erkeklerin şiddetinin bir türlüsünden kaçabilir.

Birincil olarak, erkeklerin kadınlara karşı şiddeti belki de en açık, doğrudan bir şekilde erkeğin kadına karşı göreceli gücünün ifadesidir. Göreceli olan toplumsal, ekonomik, ve siyasi güç, fiziksel güç farkı ve hayat boyu olan (veya olmayan) döğüş eğitimi sayesinde bu şekilde ifade edilebilir. Fakat, aktif/pasif ayrımı sebebi ile de bu şekilde ifade edilir. Saldırganlık olarak aktiflik, eril toplumsal cinsiyet tanımının bir parçasıdır. Bu demek değildir ki bu tanım her zaman tecavüzü ve dövmeyi içerir, ama nihayetinde vücut odaklı aktivitelerin tanımında olasılık olarak mevcuttur.

Diğer Erkeklere Karşı Şiddet

Davranışsal seviyede erkeklerin başka erkeklere karşı şiddeti toplumda görünürdür. Bazı formları, döğüş, gençler ve bazı yetişkinler arası adet haline gelmiş şiddet gösterileri, hapishanelerde kurumsallaşmış tecavüz, ve eşcinsellere ve etnik azınlıklara saldırması, bu şiddetin gayet doğrudan göstergesidir. Çoğu sporun içinde ve eğlencesinde şiddet vardır. Daha gizli formları, sözel aşağılamalar, ve ekonomik ve diğer faktörler, iş, siyasi, veya akademik yarışma şeklindedir. En korkutucu halinde, şiddet, gruplar ve devletler arasındaki farklılıklar ve uzlaşmazlıkları sonlandırmak için kabul edilen, hatta tercih edilen, bir yöntem olmuştur. Savaş durumunda, şiddetin diğer formları gibi, diğer erkeklere (ve savaşmayan kadınlara) karşı şiddet ekonomik, ideolojik ve siyasi faktörlerden beslenmektedir.

Ama erkeklerin diğer erkeklere karşı şiddeti, bazı aktivitelerin ve davranış tarzlarının toplamından fazladır. Şiddet, aynı anda bir sürü şey olmaktadır. Bazen karşılıklı, bazen tek taraflı, saldırganlık ve düşmanlık deşarj olmaktadır. Ama, bir taraftan saldırganlık deşarj olurken, erkekler arasındaki şiddet içeren davranışlar, ister kişisel, ister devlet seviyesinde olsun, güç ilişkileridir.

***

Kaufman’ın yazısından aldığım bölümlerin içinden geçtiğimiz zaman ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Bakan twitlerinden, sokakta insanları linç etmeye ve dükkanları yakmaya kadar uzanan bir yelpazede sürekli ‘vatan sevgisi’ ile ‘erkekliğin’ kesiştiğini görüyoruz. Güç ilişkileri ekseninde, daha da adam olmak, daha da erkek olmak, diğer erkeğe üstün gelmektir. Zaten erkek olamayanın var olma hakkı da yoktur. Bunu gerek sürekli öldürülen—özellikle trans—kadınlardan, gerekse sokakta gezen kalabalıkların erkeklikten (ve böylece insanlıktan) çıkardıkları insanlara ve yerlere saldırmalarından görüyoruz.

Neticede, toplumda erkekliğin nasıl inşa edildiği ve hangi kategoriler/konumlamalar ise kesiştiği ve bu kesişmelerin otorite konumundakiler tarafından nasıl onaylandığının, yaşanan şiddet ile doğrudan bağı var. Yani, toplumsal cinsiyetin inşası olduğu gibi devam ettiği sürece, şiddet de edecek.


Etiketler:
İstihdam