23/03/2010 | Yazar: Tayfun Serttaş

Nereden doğru yazdığını, kime doğru yazdığını pek kestirememekle birlikte BirGün ve Kaos GL’den öngördüğüm kadarıyla Kürşad Kahramanoğlu merkezin dışında bir yaz

Nereden doğru yazdığını, kime doğru yazdığını pek kestirememekle birlikte BirGün ve Kaos GL’den öngördüğüm kadarıyla Kürşad Kahramanoğlu merkezin dışında bir yazardı. En azından “emir komuta zinciri” ile bir göbek bağı yoktu diye hatırlarım. Ta ki, Ermeni Diasporası isimli “tespitlerle” yüklü yazısını okuyana kadar! Bir yanlışlık yok, aynı Kürşad Kahramanoğlu. Konu eşcinsellik olunca patır patır dökülen İslamcı insan hakları aktivistleri gibi, konu Ermeni Diasporası olunca bir güzel açıyor bayramlık ağzını. Kısaca özetleyeyim; Kürşad Kahramanoğlu biraz da mevcut gündemle olan ilişkisinden olsa gerek Ermeni Diasporası üzerine de yazmak istemiş. Önce bir dizi toplumsal genelleme üzerinden hayli turistik tespitlerde bulunup, ardından birkaç kişisel deneyimi üzerinden diaspora denen güruhun ne korkunç bir topluluk olduğunu öne sürüp, sonra da çok beklendik biçimde argümanını Hrant Dink ile güçlendirip çekilmiş aradan. BirGün’de, sayfanın sağ alt köşesinden Hrant Dink gökyüzüne bakıyor, martı izliyor, linkin altında “tüm yazıları” yazıyor. Belli ki hiç okumamış ya da canı istediği gibi okumuş. Neyse, sonuçta o da sözünü söylemiş! Kürdün ölüsü makbuldür aman dirisinden uzak durun derler ya aynı mantık. Ermeni’nin yerlisi ve Ermenistanlısı makbuldür, aman diasporasına – kendini çok belli edenine - dikkat edin demiş! Buradan doğru, bize doğru, diasporaya karşı söylemiş... Bir akıl - fikir dersi vermiş okuyucularına kendince, kendi “yüksek” öngörülerinden doğru.


Peki kimdir bu yeşil renkli diaspora denilen yaratıklar?

Yurdum faşistlerinin “diyaspore, diyaspore!” diye korkulu rüyalarını süsyelen bu adamlar Sivaslıdır, İzmirlidir, Karslıdır, Vanlıdır, Diyarbakırlıdır... Köyünü, kentini, evini, işini, çok değil birkaç sene sonra geri dönmek vaadi ile terk etmek zorunda bırakılıp, en nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti sonrası çıkan yasalarla geçici sanılan bir sürgünü ebediyete dek yaşamaya mahkûm olan “kayıp T.C vatandaşlarıdır”. İşte o sürgünler diaspora olup, ucuz iş gücü olup, sömürü nesnesi olup kalmıştır dünyanın başına. Kürşad beyin de belirttiği gibi, Güney Amerika’dan Kuzey Avrupa’ya, Kanada’dan Orta Doğu’ya kadar uzanan bir haritanın her yerinde bu yeşil renkli tuhaf işçilerden görmek mümkündür o yıllarda. Gayet tabi dertleri yalnızca Osmanlı İmparatorluğu ile sınırlı değildir. Lakin ikinci büyük darbeyi Türkiye Cumhuriyeti’nin getirdiği red yasarıyla yaşamışlardır. Kovulmaktan beteri, varlıkları dahi inkâr edilmiştir. Bu yeni devlet yalnızca yüz binlerce insanın toprağına ve mal varlığına el koymakla kalmamış, bir önceki devletin maruz bıraktığı tüm acıların da üzerini silmenin gayretine adamıştır kendisini. Kürşad Bey pek anlamak istemese de, T.C hükümeti de en az bir önceki devlet kadar sorumluluk sahibidir bu süreçte. Hatta konu inkâr ve red olduğunda, bu günün koşullarında dahi ne kadar cengâver olduğunu anlatmaya ayrıca gerek yok sanıyorum. Bu "banal" meselenin bu kadar uzaması ve şimdiki kuşaklara intikal etmesi de, diasporadan değil, T.C hükümetlerinin tutumundan kaynaklanmaktadır.

Kürşad beyin de yazısında belirttiği gibi özellikle ikinci jenerasyondan sonra dünyaya gelenler iyice azmıştır! E haliyle Kürşad Bey. İlk kuşaklar ellerinde bir tahta bavulla zanaatı, sanatı, doktorluğu, kimyagerliği ülkelerinde bırakıp gelecek nesillerini yaşatabilmek için Avrupa’nın çişli kanallarında lağım işçiliği yaparken pek fazla lobi yapamamıştır. Gayet tabi, bu ilk kuşakların travması, sessizliği ve yorgunluğu, onlara göre çok daha konforlu hayatlar süren ikinci ve üçüncü jenerasyonun öfkesine dönüşmüştür. Gayet tabi, o genç jenerasyonlar, terzi analarının ev temizliğinden, doktor babalarının lağım temizliğinden kazandığı paralarla büyümüştür. Gayet tabi, o soğuk memleketlerde maruz kalınan asimilasyonlara direnebilmek için tutunacak son şey olan eski kültürlerine bağlanmıştır bu insanlar. Gayet tabi, “ninelerinin beni doğduğum toprağa gömün” vasiyetlerini dahi yerine getirememenin azabını çekmişler, sonrasında bir avuç toprağı dahi taşıyamamışlardır. Buna benzer sonsuz nedenle tahmin edersiniz ki sonraki kuşakların öfkeleri biraz yüksek olmuş, çoğu sol kesimde örgütlenmiş ve eğitimin getirdiği imkânlarla bazıları olmadık mevkilere dahi gelmiştir. İşte şimdi onların bazıları söz sahibidir. Yani hep lağım temizlikçisi olarak kalmamışlardır, biliyorum bu sizin için çok ürkütücü...

Ancak turistik tespitlerinizde yer vermediğiniz asıl önemli konu, bu “kılıç artığı yeşil yaratıkların” hiç de bahsettiğiniz gibi homojen bir topluluk olmadığı. Bir sosyal bilimci olarak belki tespitlerim sizi kısmen rahatlatır. Diaspora olarak tarif ettiğiniz şey, sandığınız gibi kendi içerisinde öylesine örgütlü ve sabah akşam bu hikâyelerle yatıp kalkan bir rüya içerisinde hiç değil. Birçoğu anadilini dahi konuşamıyor artık. Hatta büyük bölümü (ki bunların çoğu tehlike olarak gördüğünüz yeni jenerasyondan) Ermeni olmaktansa Fransız gibi hissetmeyi, Alman gibi giyinmeyi ya da Arjantinli gibi içmeyi çoktan tercih etmiş durumda. En milliyetçisinden Türk işçilerinin dahi son jenerasyon çocuklarının önceki kuşaklarla iletişimi size iyi bir örnek teşkil edebilir. Korktuğunuz çocukların çoğu, artık sizden korkmuyor bile. Diaspora dediğiniz şey, her geçen gün Anadolu’yu biraz daha unutuyor... Ve hiç korkmayın, diaspora dediğiniz şey “inkar edilmiş” olma duygusuna hiç olmadığı kadar ikna olmuş durumda artık. Eğer toplumları diasporadan, Ermenistan’dan, Türkiye’den diye kategorize etmek ve bu ayrımlara dayalı çeşitli beylik laflar üzerinden “genellemelere” varmak ise hedef, yine yanılıyorsunuz. Sizin tarifinzle, ben olsam; “Türk kibriti ile sigarasını yakmaya itiraz eden Rum Kızının bilinç altında neyin yattığını anlamaya çalışır, onun kişisel tarihini - haddim olmadığı için - ondan doğru anlamaya yönelirdim.” Bahsi geçen bir nefret ise dahi, bu nefretin hangi koşullarda, hangi coğrafyada ortaya çıktığını düşünmeye çabalardım. Bu nefretin tam karşısında duran, kendi ülkemdeki katmerli azınlık ve diaspora nefretini sorgulamaya çalışırdım. Nefret, nefret doğurur evet, ama ben bunun doğduğu yere de bakmaya çalışırdım... En azından, dersimi çalışırdım.

Objektif düşünebilme kabiliyetiniz el verirse anlamaya çalışın, el vermezse solcu ve eşcinsel aktivist kimliğinizle BirGün ve Kaos GL’de söylenmeye devam edin Kürşad Bey. Fakat bu ülkede bir Soykırım oldu! Siz o sırada Avrupa seyahatindeydiniz sanırım? (yaşınızı aşağılamak için asla söylemiyorum, yalnızca hatırlatıyorum) Diaspora dediğiniz yeşil yaratıklar da işte bundan dolayı diaspora oldu! Onların çoğu, anaları babaları katledildikten sonra “barınaklarda” toplanmış yetimlerdi. Onların hepsi, yalnızca Ermeni oldukları için “insan” olmanın getirdiği tüm haklardan mahrum bırakılmış zoe’lerdi artık. Onlar, evleri yağmalanmış, kiliseleri yakılmış, tüm topraklarına el koyulmuş, anneleri tecavüze uğramış, kardeşleri kaçırılmış, babaları kılıçtan geçirilmiş çocuklardı. Daha acısı, tüm mevcut soykırımlardan farklı olarak bu kara leke - sanki bizim inkârımızmış gibi - hepimizin suratlarına çarpılmaya devam edildi. İşte bir 24 Nisan öncesi ve bir kez daha çarpılmaya devam ediliyor suratlarımıza. Bunca faşist varken size hiç gerek yoktu doğrusu, bu kez siz de çarpıyorsunuz. Buyurun çarpın bakalım, bize öğretin eğriyi doğruyu Kürşad Bey... Genç kuşaklara öğretin. Verin gazı!

Ancak o bahsettiğiniz diasporanın agresif çocuklarından çok daha eli kanlı bir gençlik çıktı bu ülkeden bilmem farkında mısınız? Bilmem o hayli sübjektif tespitlere dayalı öngörüleriniz, bu gerçeği görmenize imkân verdi mi? Yükselen yepyeni değerleri oldu bu gençliğin. Bunun adı linç kültürü oldu mesela, faşizm oldu, radikal islam oldu, şiddet oldu, nefret kültürü oldu... Bu âşıklar coğrafyasından “nefret kültürü” çıktı inanabiliyor musunuz Kürşad Bey? Şimdilik diasporanın bir avuç çocuğundan çok daha tehlikeli görünmekte onların yaptıkları ve yapacakları. Orhan Pamuk’a akıllı olsun diyorlar Kürşad Bey! Ahlakım el vermediği için Hrant Dink’i hiç karıştırmayacağım. Siz hiç o 16 yaşında çocukların kaleminden çıkan tehdit maillerinden almadınız ve eminim hayat boyu almayacaksınız. Hâlbuki bizler hâlâ o çocukları da anlamaya çalışıyoruz bir köşede... Hadi geçelim de çoluğu çocuğu, “Kafes Planı” diasporadan çıkmadı ya elbet, bu ülkenin hayli yetkili mercilerinin çeyiz sandıklarından çıktı daha birkaç ay önce... Hem de o diasporaya yeğlediğiniz Türkiye’de kalan son bir avuç gayrimüslimi hedef alarak. “Hrant, Hrant!” diye bir kaç satırını cımbızla ayıkladığınız adamın ailesini, geride kalanlarını, dostlarını hedef alarak çıktı. Ne acı, o çok “güçlü” ve “agresif” diaspora bile yön veremiyor soykırımın hâlâ devam etmesine... hem diaspora için, hem de sizin için çok acı bu.

Nereden doğru bakıyoruz, kime doğru bakıyoruz anlamaya çalışırken kendimi acı çekiyor halde buluyorum artık. Hrant Dink'in dahi öldürülebildiği bir ülkede, Rum kızı ile kibrit kavgası yapan solcu yazar istemiyorum. Çok şey mi istiyorum? En az sizin diasporadan nefret ettiğiniz kadar yüzeysel nedenlerle artık sizden nefret etme hakkını buluyorum kendimde Kürşad Bey. Bir de size özellikle yazı boyunca “bey” dedim. Çünkü sizden çok iyi “Bey” olur. Diğerinden ise tam da tabir ettiğiniz gibi, obsesif Rum Kızı, cahil diaspora tohumu, kalleş Ermeni Lobisi olur. Kimse onlar artık... Neyse ben sizi biliyorum şimdilik. 


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret