18/03/2016 | Yazar: Gamze G.

Sevmek, sevişmek, hissetmek herkes içindir. Bunların hepsi aynı anda hissedilip yaşanabileceği gibi, hiçbir bağlantısı da olmayabilir.

Son zamanlarda hemen hemen bütün erkeklerin dilinde ve zihninde bir cümle dolaşıp duruyor. “Olgun kadın gibisi yok”. Öncelikle bayım (Cinsiyetçi bir hitap olabilir ama kelime hazineme sevgili Didem Madak’ın armağanı olduğu için sıklıkla kullanıyorum), tam olarak neden söz ediyorsunuz? Kime göre, neye göre olgunluk? Olgunluktan kastınız hayat tecrübesi mi, seks tecrübesi mi, çok gezip görmek, bilgili olmak mı, mantıklı ve sabırlı davranmak mı, az beklentiye girmek mi, yaşça ileri fakat fizik olarak alımlı ve gösterişli olmak mı? (Minare yıkılmış ama minber yerinde deyimini anımsayanların kafasına minare düşsün!) Yoksa hepsi birden mi? Hem sonra, yaşıtlarınızda görüp yargıladığınız kılık kıyafet, sosyal medyada duygusal sözler paylaşmak, seks konusunda deneyime sahip olmak, eğlenmek isteyen bir erkeğe bağlanmak gibi davranışlar neden olgun kadınlarda karşılaştığınızda bulunmaz nimetler olup çıkıyor? Sizi keşfetme derdinden mi kurtarıyor?  Hatalarınızı, eksiklerinizi yüzünüze vurmayacağını düşünmek içinize su mu serpiyor? ”Kız tribi” çekmekten kurtulmanın dayanılmaz hafifliği de mi var yoksa? Ne mutlu size o zaman!

Çevremdeki 5 erkekten 3’ü evlenip boşanmış ya da eşini kaybetmiş bir kadının hayaliyle yaşıyor ve onun anaçlığına, tecrübesine, olgunluğuna secde etmeye hazır ve nazır bekliyor. Aynı zamanda pornografik, erotik içerikli siteler olgun kadın-genç erkek, yaşça büyük komşu, yenge-genç erkek fantezileriyle dolup taşıyor. Öte yandan evlilik tecrübesi yaşamamış genç kadınların cinsel hayatlarının olması, evlenmeye niyetli olmadıkları ya da olup da bir şekilde yollarını ayırdıkları insanlarla seks yapmış olmaları “eğlenilecek kız”, “hafif kadın”, “kaşar”, “Aranıyor lan bu!” gibi tepkilerle, çirkin yorumlarla karşılanıyor ülkemizde. Çok sevdiğini, hayatını o kadınla geçirmek istediğini söyleyen erkekler bile, çoğu kez seks yaptıktan sonra güya çok sevdiği kadına karşı tavrını ve davranışlarını değiştirebiliyor.

Boşanmış ya da eşini kaybetmemiş bir kadının bu damgaları yememesinin-en azından eskiye oranla daha az önyargıyla karşılaşmalarının- sebebi o birlikteliği ilk defa eşiyle-nereden bileceklerse, kimseyi de ilgilendirmez-, kendi evinde, kendi yatağında ya da yatağın üstü güllerle kaplı bir balayı suitinde yaşamış olması ve ele güne karşı nikahla, düğünle kutsanmış o birleşmelerin sonucunda bir çocuk dünyaya getirmesidir. İyi ya da kötü bir aile hayatları olmuştur sonuçta, o sebeple yargılanmaz, saygı duyulur. Sona ermiş olsa da bir evlilikte olanlar, karı kocanın mahremi sorgulanmaz, üzerine konuşulmaz. Türkiye’de ve dünyanın diğer az gelişmiş ülkelerinde boşanmış ya da dul kadınlara yönelik çirkin yorumlar, imalar, ayrımcılık ve baskı düşünüldüğünde bu fikirler elbette ki çok umut verici. Zorla, imam nikahıyla kayınbiraderine verilen, akrabalarına sığınana, hakkında dedikodu yapılan, istesin ya da istemesin uygun bir aday bulunup evlendirilmeye çalışılan, eşinin ailesinden eziyet gören binlerce kadının yaşadığı acılar göz ardı edilecek gibi değil. Ancak ne yazık ki onları hedef alan zihniyetteki yumuşama bile yine erkeğin kabul ettiği, mazur gördüğü, izin verdiği şekilde.

Evliliği ölüm ya da boşanma sonucu bitmiş bir kadının cinselliği çocuk doğurmuş ve evliyken sadık, evlilikten sonra “Edepli” olmuş olması şartıyla kutsanır. O doğuran, hayat veren, fedakarlık eden, besleyen ve büyütendir. Memeleri arzu nesnesi değil, kutsal birer süt makinesidir. Vajinası bir bebeği dünyaya getirirken genişler, “onun bunun altına yatarken” değil. Ey yargılayan ve kınayan, yüce ahlak sahibi bayım! Bir kadın bedenini size açtı diye onu aşağılarken, yurdum erkeklerinin %70’inin bedenlerini ilk kez bir genelevde, seks işçiliği yapan bir kadına- açmış olmalarının kutsallık katsayısı kaçtır? Ama pardon, o da kutsal erkekliğin gerektirdiği bir çıkış yoludur neticede, değil mi? Her canlı erkek ölümü tadacaksa, seksi de bir an önce tatmalı, kiminle olursa olsun “Milli” olmalıdır.

Yeri gelmişken şuna da değinmeden geçemeyeceğim. O, 7/24 seks düşündüğünü sandığınız, “dönme”, “yumuşak”, “ibne”, “götveren” gibi çirkin sözlerle andığınız LGBTİ’lerden çok daha fazla cinsel organlarınızla düşünüyorsunuz. Putlaştırıp taptığınız penisinizi hayatımızın her anında, her alanında kafamıza, gözümüze inmeye hazır bir cop gibi kullanıyor, kadınları penisinizle seviyor, yine penisinizle dövüyorsunuz.

Sevmek, sevişmek, hissetmek herkes içindir. Bunların hepsi aynı anda hissedilip yaşanabileceği gibi, hiçbir bağlantısı da olmayabilir. Bu bireyin kendi kararıdır. Çok sayıda insanla sevişmek iyi bir anne olmaya engel olmayacağı gibi, anne olmak da iyi bir insan olmanın ölçütü olamaz. Seks sadece üremekle ilgili değil, temelde yaşamakla ilgilidir. İhtiyaçtır, normaldir, bu kadar gözde büyütülmemeli, anlam yüklenmemelidir. Hele hele sevgi saygı ölçütü haline asla getirilmemelidir. İlla bir saygı ölçütü yapacaksanız, insanların seks hayatına ve özel yaşamlarına saygı duymakla başlayabilirsiniz. Beyin hücrelerinizin düşmüş olduğu pantolon ağlarınızdan, iç çamaşırlarınızdan bir an evvel eski yerlerine dönmeleri dileğiyle.


Etiketler:
nefret