08/10/2011 | Yazar: Zeynep Akkuş

Ortada ailenin namusuna sürülmüş çok büyük bir ‘leke’(!) vardı ve bu lekeyi ancak kan çıkarabilirdi. Ama yetmedi, içlerine sinmedi. Dirisinden olduğu kadar ölüsünden de uzak durdular…

Ölüm yine aile fertlerinden birinin eliyle geldi. Habertürk’ün “travestilik yapan R. Ç.” olarak anmayı tercih ettiği 24 yaşında gencecik bir insan, yattığı hastane odasında, “Dışarı çıkacak, kimselerin yüzüne bakacak halimiz kalmadı. 2 yıldan beri arıyordum. Bugün hastanede olduğunu öğrendim. Geldim namusumu temizledim. Bu utançtan kurtulduk” diyen ağabeyi tarafından üç kurşunla öldürüldü. 24 yaşındaydı. (Hürriyet’teki habere göre ağabey, pişman olduğunu belirtmiş ifadesinde. Ya onun kafası karışık ya da haberlerini klişe cümleler serpiştirerek süsleme gereği görmüş olabilecek gazetecilerin.) Ama öyle ya da böyle, sonuçta utanç kaynağı”(!) olan bir birey daha, ailenin toplum nazarında “aklanması”(!) uğruna feda edildi. 

Aile ve toplum. Pek çoklarınca her şeyden üstün tutulan iki kutsal değer. Ve fakat her “kutsal” gibi onların da bireylerle sorunları var, bireye zarar verme potansiyeline sahipler.
Aile: Şefkat, sevgi, anlayış, vicdan gibi değerler ortadan kalktığında arada sadece kan bağının kaldığı en küçük insan “sürü”sü. (Bu tür durumlarda “bağlayan”ın da “temizleyen”in de kan olması dehşet verici.) Öyle bir sürü ki bu, ayrılma, ay(kı)rı olma cüretini gösteren kuzularını korumak, kollamak şöyle dursun kurtlara bırakmadan kendisi kapıyor. Babalar, kocalar, ağabeyler, hatta oğullar bu sürünün çoğu zaman gönüllü, kimi zaman mecbur bırakılmış kasapları. Sessiz kalan, önlem almayan, göz yuman, uyarmayan kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu diğer bütün fertler de işbirlikçileri, suç ortakları.
 
Toplum: Bütünün değerlerini korumak uğruna bireyin kendine özgülüğünü, özgürlüğünü, farklılığını gasp etme hakkını kendinde gören; ayak uydur(a)mayanı önce uyaran, ardından dışlayan ve son raddede ortadan kaldırılması gereken potansiyel bir tehlike olarak addedip harekete geçen, görece değerler üzerine kurulup işleyen bir çark. Gerek görülen hallerde ortak değerleri gözetmek adına kurban vermeyi reddeden aileler de darmadağın edilebiliyor. Sürü olmadıklarının bilincindeki aileler dışarıdaki her şeye ve herkese rağmen evlatlarını bağırlarına basma cesaretini gösterebilse de bir an geliyor ve çoğu pes ediyor, bu çarkın işleyişine teslim oluyor. Önce gereksiz, yetersiz, anlamsız çareler arama yoluna gidiyorlar. Orta yol bulmaya çalışıyorlar kendilerince. Mesela, Hürriyet’in haberine göre, şu an katil durumunda olan ağabey, cinsel yönelimi nedeniyle işten çıkarılan kardeşi “R. Ç.” ile birlikte istifa etmiş, kardeşiyle bir süre aynı evde yaşamış (ben bunu salaklığa varan iyi niyetimle “el âlemin sözüne bakarak kardeşini dışlamamak” olarak okumak istiyorum) ama sonuçta o da baskılara karşı durmayı becerememiş. Çareyi, değiştiremediği kardeşini öldürmekte bulmuş.
 
Hastane odasında ayağı kırık bir halde yatarken ağabeyinin -içeri sokmayı nasıl başardığının üzerinde ayrıca durulması gereken- silahından çıkan üç kurşunla can veren “R. Ç.” nefret cinayetlerinin maalesef ne ilk ne de son kurbanı. Öz babası tarafından beş kurşunla öldürülen Ahmet Yıldız’ı unutmak mümkün mü? (Kim bilir kulağımıza gelmeyen nice Ahmet’ler, nice “R. Ç.”ler var. Gidişat gösteriyor ki başkaları da olacak). Ahmet de, “R. Ç.” de artık aramızda değil. Peki onların ve onlar gibi nicelerinin yokluğunda toplum artık daha temiz olabildi mi?
 
“R. Ç.”nin ailesi bu utançtan kurtulduğunu düşünüyor. Ortada ailenin namusuna sürülmüş çok büyük bir “leke”(!) vardı ve bu lekeyi ancak kan çıkarabilirdi. Ama yetmedi, içlerine sinmedi. Dirisinden olduğu kadar ölüsünden de uzak durdular “Ne olur ne olmaz, sıçrar mıçrar” kaygısıyla. “R. Ç.” Hürriyet’in haberine göre bir imam ve altı belediye görevlisi tarafından (fotoğrafta sadece üçü görünüyor) kimsesizler mezarlığına defnedildi. Sessiz sedasız. Kimsesiz.
 
Ama o aile bilmiyor ki, içinde yer almaya tenezzül buyurmadıkları o fotoğrafın çekilmesiyle sonuçlanan bu korkunç olaya sebep oldular ya, evlatlarını herkese rağmen bağırlarına basmaya cesaret edemediler ya, evlatlarına böyle bir sonu layık gördüler ya, asıl utanç şimdi başlıyor onlar için. Dilerim bunu mümkün olduğunca erken fark ederler de içleri, yaşadıkları sürece daha uzun kavrulur.

Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret