30/05/2012 | Yazar: Cihan Erdal

Sherry Wolf’un ‘Cinsellik ve Sosyalizm’ Sel Yayıncılık’ın LGBT kitaplığı serisinin ikinci kitabı olarak Kıvanç Tanrıyar tarafından Türkçe’ye çevrildi.

“Sadece dolapta değildiniz, bodrum katındaydınız. Bodrumun altında.”
 
Sherry Wolf’un “Cinsellik ve Sosyalizm” Sel Yayıncılık’ın LGBT kitaplığı serisinin ikinci kitabı olarak Kıvanç Tanrıyar tarafından Türkçe’ye çevrildi.
 
Sherry Wolf LGBT tarihi, teori ve politikası üzerine tarihsel ve güncel soru(n)ları tartışıyor kitabında. LGBT’ler üzerindeki baskının tarihsel sürecini, gey kimliğinin doğuşunu, LGBT toplumsal hareketinin nasıl başladığını anlatırken, Marksizmin toplumsal cinsiyet konusundaki yaklaşımını da değerlendiriyor. Cinsiyet ve cinsellik konularında mit olarak tanımladığı kimi tarihsel/toplumsal yargıların yanlışlığına vurgu yapıyor.
 
Verdiği yanıtlardan ziyade tartıştığı alanı önemsediğim ‘Marksist homofobi miti’ başlıklı üçüncü bölüme başlarken “Öyleyse yanlışları ortadan kaldıralım” diyor. Kitabın büyük bölümü yazarın yanlış varsaydığı algılar, tanımlamalar üzerinden tartışmasını içeriyor.
 
 “Marksist homofobi miti” mi?
Marksizmin sınıfa öncelik verdiği için cinsel azınlıkların gördüğü baskı ile ilgili sorunları ya göz ardı ettiği ya da bir kenara ittiği argümanının son yıllarda yaygınlaşmasını, doğrudan söylemese de “kötü niyetli kimselerin uydurmaları”na bağlıyor. Özellikle anarşist eşcinsellik tarihinin, “kulaktan dolma bayatlamış sözleri tekrarlayıp, Marksizm mirasını Stalinist mirasla karıştırarak, Lenin’in önemli bir rol oynadığı devrimin radikal cinsel kazanımlarını tamamen göz ardı” ettiğini söylüyor.
 
Sherry Wolf özellikle Lenin dönemine cinsiyet ve cinsellik özgürleşmesi bağlamında getirilmiş olan eleştirilerden bahsederek savunmacı bir konuma çekiliyor.
 
Marksistlerin ezilenin özgürleşmesi olmadan bir sömürülenin özgürleşmesini düşünemeyeceğini belirtiyor ve ekliyor: “Sosyalistler kim etkilenirse etkilensin, her türlü ezilmeye karşıdır.” Bana sorulursa da aynı şeyi söyleyebilirim ama tarihsel süreç içerisinde sosyalist olarak tanımlanan kimi devlet ya da yöneticilerin cinsiyet kimliği temelli eşitsizlikleri artırdıklarına, pekiştirdiklerine ya da toplum içerisindeki mevcut eşitsizliğe kayıtsız kalarak suça ortaklık ettiklerine tanık olundu.
 
Cinsiyet meselesi, Viktoryen çağda yaşayan Marx ve Engels’in de görüş alanına giremeyen konulardan biri olmuştur. Mesela, 1869 yılında Marx’ın Engels’e gönderdiği -Uranistlerin (“üçüncü cins” denilen) hakları hakkında bahsettiği-  mektubun cinsiyet meselesi bakımından savunulacak bir yanı yoktur. Wolf bunu anlatmaya çalışırken söze modern tarihçi ve aktivistlerin Marx ve Engels’in kullandığı dile “saldırdığını” söyleyerek başlıyor.
 
Yine de şu soruyu sormaktan imtina etmiyor: “geyler söz konusu olduğunda Marx ve Engels neden yaklaşımlarında özünde Marksist olmayan bir tutum sergiledi?”
 
Cinsellik ve reel sosyalizm deneyimleri
Sherry Wolf kitabın önemli bir bölümünde Bolşevik Devrimi’yle birlikte büyük bir cinsel devrimin yaşandığını vurguluyor.
 
 1917 devriminin ardından eşcinsellerin varoluşlarının, yaşamlarının aleyhinde olan yasaların yeni hükümet tarafından kaldırılması, Sovyet mahkemelerinin eşcinseller arasında evlilikleri onaylaması, ve hatta 1920’lerde cinsiyet geçişi ameliyatlarının resmi kayıtlara geçmesi gibi dönüşümlerin yaşandığını hatırlatıyor. Bu süreç içerisinde elde edilen kazanımları hatırlatırken Wolf’un 1917 devrimiyle başlayan süreci cinsiyet politikaları zemininde idealize ettiğini görüyoruz. Oysa Bolşevik yönetiminin cinsel devrimin teorik sorunlarını test edemediğine dair ciddi eleştiriler söz konusu olmuştur. Örneğin, yasaların karşısında görece diyebileceğimiz bir eşitlikten bahsedilse de, erkek kadınsılığı Sovyet yetkililerinin bazıları tarafından toplumsal açıdan geri bulunuyordu ve dolayısıyla hayatın içerisinde hissedilebilir bir eşitlik durumu vardı diyemeyiz.
 
Yine Lenin’in Clara Zetkin’e yazdığı mektup, onun cinsiyet meselesindeki kötü sicilini gösterir niteliktedir. Bu mektupta devrimdeki gençlerin ‘düzensiz’ cinsel hayatını kaos olarak nitelendirir, gençlerin cinsel hayatında tatminin “su içer gibi basit ve öylesine” olmaması gerektiğini adeta vazeder. Bu bağlamda Lenin’e yöneltilmiş eleştiriler karşısında da Wolf savunmacı bir çizgiye çekiliyor ve topu Stalinizme atıyor: “Devrimin esas hedeflerinden –cinsel özgürleşme de dahil- sapıp dejenere olmasının sebebi Leninist ya da Bolşevik ideolojinin ilk günahından değil, devrimcilerin yüzleştikleri imkansız koşullar yüzündendi. İleri bir endüstri devletindeki diğer başarılı bir sosyalist devrimden tecrit içerisinde geçirilmiş yıllar ve Sovyet endüstrisinin geriliği bir araya gelince, 1930’larda devrimin tüm kazanımları heba oldu.”
 
Elbette ki Stalin döneminde LGBT’lere dönük politikaların yanında yer alınabilecek bir durum söz konusu değildir. Dünyadaki Komünist partilerin Sovyet rejiminin uyguladığı muhafazakar politikaları teşvik etmesi, gey karşıtı politikaları pekiştirmesi noktasında bir hesaplaşma yapılması gerekiyor. Ancak, Stalin dönemi gey karşıtı politikalarından hareketle yapılacak bir kıyaslama ile Lenin döneminin aklanması da yerinde olmayacaktır.
 
Yine Mao Çin’inde lezbiyen ve geylere düşmanlık ve hapsin bir norm olduğunu biliyoruz. Eşcinseller, Kültürel Devrim (1966-76) sırasında çok acı bir dönem yaşamışlardır.  Fidel Castro’nun Küba’sında kıyafet ya da davranışta cinsiyet normlarına uymayanlara ya da özel ya da kamusal alanda hemcins ilişkisine girenlere uygulanan baskının haddi yoktur. 1965-68 arası toplama kamplarına götürülen, sürgüne gönderilen eşcinseller Küba’da hâlâ tam olarak özgür değildir.
 
Dolayısıyla Wolf’un yaptığından biraz daha farklı biçimde hem Lenin hem Stalin dönemiyle, Mao Çin’i ve Küba gibi diğer reel sosyalizm deneyimleriyle bütünsel, sahici bir hesaplaşmayı gerçekleştirmeden oluşturulacak teori ve politikanın inandırıcılığı olmayacaktır.
 
 Sherry Wolf’un kitabı bitirirken söylediği “cinsel özgürlük, sosyalizmin kalbinde yatan politik, ekonomik ve toplumsal özgürleşme olmadan imkansız görünüyor.” cümlesi LGBT özgürleşmesine dair başka bir tartışmalı alana dair kendi bakış açısını yansıtıyor. Wolf’un “Cinsellik ve Sosyalizm”i LGBT özgürleşmesinin tarihi, politika ve teorisiyle ilgili önemli sorular üzerine düşünüyor, bazı yanıtlarına katılmasak bile.
 
* James Baldwin’in, McCarthy döneminde eşcinsellerin yaşadıklarını anlatırken kullandığı bu ifadeyi, reel sosyalizm deneyiminin gerçekleştiği ülkeler için de söylemek çok yanlış olmayacaktır.
 
-Agos Kirk – Mayıs sayısında yayımlanmıştır.

Etiketler:
nefret