16/06/2014 | Yazar: Ahmet Y. Yılmaz

Yürüyüşün anlamını başka siyasi çatışmaların içine çekmekle itham edip iyi niyetli olmamakla yorumlamak Onur Yürüyüşünde bir tür sterilizasyon yaratma çabası değilse nedir?

Geçtiğimiz günlerde LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) hayatı ve politikasına dair özel yayın yapmaya başlayan carkmag.com adlı internet sitesinde "Ulusallaşan İbneler ve Onur Haftası" başlıklı Erdal Patrog imzalı bir yazı yayınlandı. Yazı her yıl Onur Haftası yaklaştıkça alevlenen, LGBTİ politikasına dair tartışmaların detaylanması bakımından oldukça kıymetlidir. Malum her geçen yıl güçlenen ve kalabalıklaşan Onur Haftası yürüyüşü LGBTİ hareket için yeni, eski, farklı birçok tartışma alanı açmakla birlikte bu tartışmaların hareketin zenginleşmesi ve olgunlaşması açısından ne kadar önemli olduğu bilinir. Yazı genel hatlarıyla Gezi süreci ve sonrasında LGBTİ’ lerin öncelikli olarak küçük sol partiler dışındaki siyasi partilerle teması, bu temas üzerinden doğan ortak politika yapma arayışları, siyasi partiler içinde ve çevresinde örgütlenen LGBTİ oluşumları, bu oluşumların LGBTİ harekete ne gibi katkılar sunabileceğiyle beraber LGBTİ hareketin ve siyasetinin alanını ne ölçüde etkileyeceği ya da daraltacağını sorguluyor. Burdan bakınca HDP ve selefi olan Kürt partilerinden bağımsız olarak, zira Kürt siyasi partileri ve LGBTİ hareketin belli alanlarda ortaklaşması ve dayanışması Gezi sürecinin çok öncesine, LGBTİ hareketinin de henüz bu kadar güçlenmediği bir döneme tekabül eder, bunun dışında kalan CHP, AKP gibi partilerden LGBTİ hareketine olan destek veya bu partilerin tabanı içinden LGBTİ hareketine olan katılım illa ki kapsamlı bir tartışmayı hak ediyor. Fakat ben burada yazının ilk anda akla getirdikleri üzerine birkaç not düşmekten yanayım. Bence aşağıdaki alıntı yazının genel fikrine dair bize ipuçları verebilir:
 
"Bu bağlamda ilk onur yürüyüşünden beri ulusal bayrakları onur yürüyüşünün dışında tutmayı başaran LGBTİ hareketini bu yıl zor günler bekliyor gibi. Bunun yanında bazı Kürt hareketi sempatizanlarının gerilimin karşı tarafı olarak konumlanması ise sorunlarımızı çözmüyor…"
 
Türk bayraklı bir katılımın doğası gereği Kürt ve diğer başka azınlık hareketlerine karşıtlığın, tek tipçiliğin sembolü olarak kabul edilebileceği bir siyasi iklimde, -ki buna en açık ve yakın örnek en son bayrak indirme meselesinde tetiklenen ırkçılığın gözle görülür halidir- bunun karşısına "Kürt hareketi sempatizanlarının" konumlanışını gergin bir tarafın siyasi tercihi olarak tanımlamak en basitinden buradaki eşitsizliği göz ardı etmek ve ezen-ezilen ilişkisini doğru okuyamamak anlamına geliyor. Kürt hareketi sempatizanları bir tavır ya da tutum olarak bu bayraklı temsiliyetin karşısında durmayı tercih etmeseler de zaten bu temsiliyetin hedefinde olan gruptadırlar. LGBTİ hareketin Kürt veya Türk milliyetçiliğinin güdümünde olması üzerinden getirilen eleştirilerin birbirini çürütmesi, ulusalcı ve "milliyetçi" kesimlerin erkeklik üzerinden hareketin içini boşaltmaya çalıştığı eleştirisi Kürt siyasetinin tutumu açısından somut bir takım göstergelere dayanmadığı gibi, milliyetçiliğin ezilen ulus perspektifinden ele alındığında çok başka dinamikler ve başka bir politik perspektif üzerinden anlamlandırılması gerektiğini gözden kaçırıyor. Belki kısaca burada tipik bir eşitleme kaygısı güdülerek ezilen halk milliyetçiliğinin içinin boşaltılmaya çalışıldığını ifade edebiliriz. Doksanlı yıllardan beri yatay örgütlenen LGBTİ hareketinin (kısa ama kazanımlarla dolu) tarihi boyunca, Kürt siyasi hareketiyle girdiği ilişkide politik hattını diğer bütün ezilenlerle kurduğu üzere bir dayanışma ekseninde kurduğunu söylemek hatalı olmaz. Kürt siyasi hareketinin LGBTİ hareketi ve politikası üzerinde dönüştürücü, baskılayıcı bir efekti olmadığı gibi, onun erkeklik ve iktidar üzerinden içini boşaltmaya dönük bir çabası olduğunu iddia etmek haksız olduğu kadar da yersiz bir itham olacaktır. Belki bu iki hareketin güçlenen bağının nereden kaynaklı oluştuğunu ve bu etkileşimin nasıl güçlendiğini doğru okuyabilmek için Kürt özgürlük mücadelesi içinde kadın özgürleşmesinin önemini, toplumsal cinsiyete bakışını bugün geldiği boyutuyla doğru okuyabilmek gereklidir. Bu bize Kürt hareketiyle LGBTİ hareketi arasındaki dinamik üzerine, doğrudan olmasa da dolaylı olarak fikir sahibi olmak konusunda ışık tutacaktır.
 
Yazının devamında tarihin yakın gerçekliği olarak hafızamızda yer eden cürümler Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Hristiyan-Müslüman "çatışması" olarak tanımlanırken, bu "çatışmalarda" devletin rolünün taraflı olduğuna işaret ediliyor. Aslında bütün bu cürümlerin bir çatışma olmaktan öte sistemin bir yok veya asimile etme programı olan devlet aygıtının işlediği suçlar olarak ortaya konulmasından kaçınılıyor. Açık veya örtülü şekilde zor yöntemleri üzerine kurulmuş, tüm sosyo-politik ilişkilerde yeni baştan üretilen, cinsiyet politikasından sınıf politikasına kadar sürekli toplumu küçültüp zayıflatma pahasına işleyen egemen mekanizma devletin kendisiyken, egemen rejimin hem kurucusu hem de onu büyüten anlayışı temsil eden ana-akım partilerle, bütün bu egemenlik rejiminin karşısında durmayı o veya bu sebeple tercih eden dinamiklerin aynı terazide eşit gelmesi ne kadar mümkün olabilir? LGBTİ’lerin devrimci, sosyalist, yurtsever ve diğer ideolojik kimliklerinin ardında bir mücadele anlayışıyla onur yürüyüşlerinde olabilmelerini bir tür alan işgali ve siyasi zorlarını dayatmak olarak görmek, dahası yürüyüşün anlamını başka siyasi çatışmaların içine çekmekle itham edip iyi niyetli olmamakla yorumlamak Onur Yürüyüşünde bir tür sterilizasyon yaratma çabası değilse nedir? Tabii ki Onur Haftası komitesi ve bileşenlerinin eylem konusunda aldığı kararlar yok sayılamaz ve ortak bir mutabakatla belirlenen eylem biçimine saygı duymak asıl mesele olmalıdır. Fakat bu mutabakattan bağımsız olarak Kürt LGBTİ’lerin kimlikleri üzerinden örgütlenme çabalarını milliyetçiliğe hapsolmuş ve Türk milliyetçiliğiyle eşitlenmiş bir tür çaba gibi göstermek ne kadar iyi niyetli bir bakış olabilir? Belki burda kabaca şunu da sormak gerekiyor; bugüne dek egemen sistem karşısında kadın-erkek eşitsizliği üzerine kadından yana duran LGBTİ’ler feminist politikayı içselleştiriyorken, sınıfsal bir zeminde yine egemen siyasetin ezmeye yöneldiği işçi ve proleter hareketin yanında oluyorken, mesele etnik bir zemindeki mücadele olduğunda asgari hakları için mücadele eden Kürt siyasetini ve onun enstrümanlarını neden iktidarla eş görüp onla mesafelenmek zorunda olsunlar?
 
Ezcümle Erdal Patrog yazısında ulusalcı ve milliyetçi gruplarla Kürt hareketi sempatizanı olarak tanımladığı ve yazısından anladığımız kadarıyla Kürt milliyetçiliği güdümünde olmak dışında siyasi bir tahayyülü olamayacak LGBTİ’leri ve destekçilerini yan yana getirip eşit bir düzlemde, taraflardan biri herhangi bir dezavantaj taşımıyor veya bir taraf diğeri üzerinde iktidar ve baskın kültür gibi birçok farklı araçla tahakküm kurmuyormuş gibi çerçeveleyerek yazısında bahsettiği iktidarın dilini baştan üretip çoğaltıyor aslında. Yine yazının devamında Gezi sonrasında sol partileri bir kenara bırakacak olursak CHP, HDP ve AKP içinden çıkan, orda örgütlenen bir takım oluşumların LGBTİ hareket için bir başarı olup olmadığının tartışmaya açık olduğunun altını çiziyor. Burda hemen akla iki soru geliyor. İlki ana-akım siyasetin dışında kalan sol partilerde örgütlenen LGBTİ’lerin varlığı neden bir kenara bırakılabilecek bir unsur olarak görülsün? Bu tipik bir temsili demokrasi sınırlarına hapsolmuş sığ siyaset anlayışına işaret etmiyor mu? Ayrıca burda belki bir hatırlatma da yapmak gerekiyor, HDP zaten “bir kenara bırakılabilecek olan” sol partilerin birçoğunu kapsayan bir çatı örgütken, bugün özellikle LGBTİ politikası konusunda pratik gelişmeler gösteren irili ufaklı birçok sol örgüt ve parti, programında LGBTİ’leri resmi olarak tanıyan HDP’nin bileşenleri olarak ve o programı kabul ederek varlar. Sloganlarımızdan gündelik yaşam pratiklerimize kadar yüksek sesle söyleyegeldiğimiz eşcinseller her yerde tezinin gerektirdiği üzere her yerde olan eşcinsellerin bugün AKP, HDP ve CHP gibi siyasi partilerde ve belli ideolojilerin çevresinde örgütleniyor olmasının başarı olup olmadığı neden ve daha önemlisi nasıl bir sorgulama gerektirsin? Bu boy gösteren oluşumların Onur Haftası da dâhil olmak üzere LGBTİ hareketin içinde olmasını böylesi sekter bir bakış açısıyla sorgulamaya girişmek LGBTİ politikası içinde yeni bir iktidar alanı oluşabilmesinin önünü açmaz mı? Tekleştirici ulus siyaseti yapan, milliyetçi efektleri olan siyasal yapıların LGBTİ hareket üzerine olan taarruzuyla, LGBTİ hareketin zaten hâlihazırda bir ilişkilenme ve dayanışma içinde olduğu, resmi ideolojinin karşısında konumlanmış siyasi akımlarla olan yoldaşlık ilişkisini de bu taarruzun bir parçası olarak yorumlamak ya hareketin geçmiş pratiklerini bilmemek ya da görmek istememek anlamına geliyor. 

Etiketler:
nefret