05/07/2011 | Yazar: Umut Güner

Hangi gruptan olursak olalım uğranılan ayrımcılık, şiddetin ve nefretin kaynağının ortak olduğunu unutmadığımızda Madımak’a da, Hrant Dink’e de, Dilek İnce’ye de, Ahmet Yıldız’a da aynı yerden sahip çıkabiliriz.

"Nefret söylemi", "Nefret suçları" ve "Nefret cinayetleri" Hrant Dink’in öldürülmesi sonrasında sivil toplumun daha fazla gündemine girdi.
 
Hrant’ın öldürülmesi sonrasında, “Hepimiz Ermeniyiz” sloganının kendiliğinden gelişmesi ve farklı kesimlerce sahipleniyor olması aslında Hrant Dink cinayetinin bir "nefret cinayeti" olduğu konusunda sivil alanın ortaklaştığının göstergelerinden biri. Çünkü hepimiz biliyoruz ki Hrant Ermeni olduğu için öldürüldü. “Hrant Ermeni olduğu için öldürüldü” cümlesi birçoğumuz için net iken bazılarımız için daha da açmak gerekebiliyor:
 
Hrant “BİZDEN” olmadığı için öldürüldü...
 
Dilek İnce, Ahmet Yıldız ise, sivil alandan insanların çok yakından tanımadıkları, belki de isimlerini duymadıkları iki "nefret cinayeti" mağduru.
 
Dilek İnce 12 Kasım 2008’de öldürüldü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürtlere yönelik pompalı tüfek saldırılarına karşın; “Vatandaş haklı tepkisini gösteriyor” sözlerini kustuktan tam bir hafta sonra. Pompalı tüfek ile vurularak…
 
Dilek İnce, transeksüel bir seks işçisi olduğu için öldürüldü. Pompalı tüfek ile vurularak…
 
Ahmet Yıldız ailesine yalan söylememeyi tercih etti. Eşcinsel olduğunu söyledi. Ve sonra… Babası tarafından vurularak öldürüldü. Eşcinsel olduğu için.
 
Ahmet Yıldız da Dilek İnce de “BİZDEN” olmadığı için öldürüldü…
 
Sivas, Madımak’ta yakılan 35 kişi de aynı yalanla, “BİZDEN” olmadığı öldürüldü. Çünkü “BİZDEN” olmadığı varsayılan herkes potansiyel tehdit haline geliyor ya da insan dışı bir yaratık muamelesi görüyor.
 
Devlet resmi politikası açıktan açığa “BİZDEN olmayan”ın öldürülmesini emretmese de toplumun barışçıl bir şekilde yaşayabileceği ortamı yaratmayarak ve hukuksal korumayı sağlamayarak suça ortak olmaktadır.
 
Aleviler, Eşcinseller, Translar, Biseksüeller, Ermeniler, Kürtler, Kadınlar, Süryaniler, Lazlar, Romanlar, Engelliler.. toplumun farklı kesimlerini oluşturuyor, bu farklı kesimlere yönelik nefret suçlarının yargılanması sırasında karşımıza çıkan tablo aslında devletin sadece seyirci kalmadığını, yargının adil bir şekilde çalışmasının engellendiğini söylemek mümkün ya da en kötü ihtimalle yargının da zihninde “BİZ” kavramı olduğunu söylemek mümkün.
 
Kadınlara yönelik cins kırım diye nitelendirebileceğimiz kadın cinayetlerindeki artış da ve böyle bir artışın olduğu dönemde “Kadın Bakanlığı”nın kapatılması da hükümetin cins kırıma seyirci kalmaya devam edeceğini bize göstermektedir.
 
Nefret suçlarında mağdurların kim olduğuna değil belki kim olmadığına bakmaya ihtiyacımız var. kim olmadığına baktığımızda failin “BİZ” tanımı acımasızca karşımıza çıkıyor:
 
“Türk, Müslüman, Heteroseksüel, Erkek”
 
Egemen kimliklerimizden dolayı kendimizi suçlu hissetmemize gerek yok. Ancak, bu kimliklerin ezici ve iktidarda olan kimlikler olduğunu unutmayarak hareket etmek gerekir.
 
“Türk, Müslüman, Heteroseksüel, Erkek” suçlu ilan etmiyorum yanlış anlaşılmasın. Ancak bu kimliklerin toplumun farklı kesimlerini ezen kimlikler olduğunun farkındalığı ile hareket etmek gerekir.
 
Toplumun farklı kesimleri olarak yan yana geldiğimiz zaman birbirimizi ezen egemen kimliklerimizle değil bizi ortak ezen egemen kimliği deşifre etmek için yan yana durabiliriz.
 
Bu kimlikler, militarizm, milliyetçilik, ırkçılık, heterosekzim ve cinsiyetçilikle harmanlandığında nefret ortamı oluşuyor.
 
Bu nefret ortamı bazen linç, bazen nefret cinayeti olarak bazen de basit bir ayrımcılık olarak karşımıza çıkabiliyor.
 
Ancak hangi gruptan olursak olalım uğranılan ayrımcılık, şiddetin ve nefretin kaynağının ortak olduğunu unutmadığımızda Madımak’a da, Hrant Dink’e de, Dilek İnce’ye de, Ahmet Yıldız’a da aynı yerden sahip çıkabiliriz. 

Etiketler:
nefret