20/03/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Mahsun Kırmızıgül'ün ikinci sinema deneyimi olan "Güneşi Gördüm" filminin transseksüel karakteri olan Kado'nun asıl adı Kadir, ama tıpkı asıl adı Ramazan olan ağabeyine (Mahsun Kırmızıgül) R

Mahsun Kırmızıgül'ün ikinci sinema deneyimi olan "Güneşi Gördüm" filminin transseksüel karakteri olan Kado'nun asıl adı Kadir, ama tıpkı asıl adı Ramazan olan ağabeyine (Mahsun Kırmızıgül) Ramo denilmesi gibi ona da Kürtçeleşmiş haliyle sesleniliyor filmde. Ben Kırmızıgül'ün Kadir-Kado ismiyle bilerek güzel bir ironiye imza attığını düşünüyorum. Açıkçası Mahsun Kırmızıgül'ün sinemaya el attığını duyduğum anda dudak bükmüş ve bu yüzden ilk filmi "Beyaz Melek"i sinemada izlememiştim. Sinemada izlemediğim filmi tesadüfen bir dost ortamında DVD’den izleyince içimden "iyi ki gitmemişim" diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Alabildiğine ağlak, alabildiğine klişe dolu bir filmdi Beyaz Melek. Hele o Tuz Gölü’nde Azrail'in mesai yaptığını gösteren sahne bile tek başına bir filme kırık not vermek için yeterdi artardı bile. Allahım o ne faciaydı öyle. Filmin ana karakterlerinden Beyaz Melek (Yıldız Kenter) beyazlar içinde yaşardı ve bu yüzden ona Beyaz Melek denmişti. "Allahtan tek istediğim beyazlar içinde bembeyaz bir yerde ölmek" diyerek dileğini aktaran Beyaz Melek'in, yolculuk sırasında bu dileğini tanrı yerine getiriyordu. Tuz Gölü çevresindeki bir dinlenme tesisinde Beyaz Melek ruhunu, Mahsun da yönetmenlik kariyerini başarısızlığa teslim ediyordu anlayacağınız. Şakası yok, sinemada olsam o anda salonu terk ederdim. 

İşte kafamda tüm bu olumsuzluklarla Kırmızıgül'ün ikinci filmi "Güneşi Gördüm"ü açıkçası sırf barındırdığı transseksüel karakter nedeniyle izlemeye karar verdim. Hayır, yanlış anlaşılmasın, Kürt sorununu işleyen yapımlara alakasız olduğum falan yok, sadece ilk filmde olduğu gibi, bu filmde de bol bol ucuz klişe görmek istemeyişimdendi hepsi bu. Dediğim gibi endişelerime rağmen ortada transseksüel kardeşini arayan bir Kürt'ün hikâyesi söz konusu olunca bu kez soluğu sinemada almak farz oldu. İyi ki de izlemişim. Ben sinema eleştirmeni falan değilim, ama bir izleyici olarak, ilk değerlendirmem Mahsun'un klişelerden hâlâ kurtulamadığıydı. Beyaz Melek'teki hatalar burada da neredeyse benzer şiddette fazlasıyla var. Ben o yüzden filmi sadece sinema sanatı açısından değil verdiği mesajlarla ele almak istiyorum. Hewal Azad'ın "sadece filme katkıda bulunan gerçek travesti ve transseksüellerin oynadığı sahnelerde kendimi film izler buldum" şeklindeki saptamasına ben de kısmen olsa da katılıyorum. Kısmen diyorum çünkü sadece o arkadaşların değil, başroldekilerin de pek çok sahnesinde gerçekten çok ama çok uzaklaşma var. Bence filme asıl anlamı katan Kado, ama Kado'nun filmin sonunda güneşi görür görmez ölmesi tam anlamıyla bir sinemasal facia. Allahtan bu sahneyle film de bitiyordu, çünkü ben de tam o sırada salondan ayrılıyordum. Oysa bu tür klişeler olmazsa tek başına Kado karakteri bile filmi adeta bir sinema şölenine dönüştürecek nitelikteydi bence. Cemal Toktaş bu rolde gerçek bir karakter oyuncusu olduğunu ispatlamış. Performansını izlerken adeta sarsıldım. Kürt bir transseksüeli bir insan bu kadar mı gerçekçi ve güzel oynar. Filmin tümü kesinlikle değil ama Kado karakteri o son sahne hariç mükemmeldi. Dediğim gibi o tanıdık "kardelen", "güneşi görür görmez ölmek" türü klişeler yüzünden Mahsun izleyicisini bir sinema şöleninden kendini de gerçek bir yapıta imza atmaktan ne yazık ki bir kez daha alıkoymuş oldu. Ne diyelim? Sanatsal açıdan bu şekilde değerlendirdiğim filmin gelelim asıl politik mesajlarına.
 
"Mahsun konjonktürü gördü"
 
Bilenler bilir Amerika dünyanın herhangi bir yerinde bir politika yürürlüğe koymazdan hemen önce o politikayı kitaplar ve filmlerle kamuoyuyla paylaşır. Vietnam'da da böyle olmuştu, İslamofobi’ye yol açan 11 Eylül ve Körfez politikalarında da böyle olmuştu. Samuel Huntington'un "medeniyetler çatışması" ve bu konudaki beyaz perde filmleri hepimizin malumu. Elbette bundan yola çıkarak "Mahsun'un filmini Amerikalılar çekti" diyen saçmalamaların tarafında falan değilim. Fakat dolaylı dolaysız yakın markajlı bir projenin bu filmin arkasında olduğunu iddia etmek, kanımca provakatif davranmak anlamına gelmez. Bence bu iddiayı besleyen en büyük delil yine filmin içinde saklı. Özellikle filmde altı çizilerek verilen Cahit Sıtkı Tarancı'nın "memleket" şiiri. Hatırlayalım Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır mitinginde de Cahit Sıtkı'nın şiiri öne çıkarılmıştı. Erdoğan kalabalığa "memleket isterim dağ yeşil, gök mavi olsun / kardeş kavgasına bir nihayet olsun" diyerek seslenmişti. Zaten filmde de bu dörtlüğe çok güçlü vurgu yapılıyor.
 
Şimdi isterseniz olayları sıraya koyalım. Türkiye bir süredir terörle mücadelenin önünde engel kabul edilen, hatta bir şekilde terörü desteklediği iddia edilen "Ergenekon davasıyla" oturup kalkıyor. Siyaset üzerindeki askeri vesayetin adım adım etkisiz kılınmaya çalışıldığı konuşuluyor. Faili meçhulleri faili apaçık cinayetlere dönüştürmesi muhtemel kuyular açılıyor orda burda. Bu cinayetlerde rolü olduğu öne sürülen bazı üst düzey emniyet ve askeri yetkililer bir bir intihar ediyor veya öldürülüyor. Bir dönem "Kürt" kelimesinin dahi yayın akışına almaktan kaçınan TRT, TRT Şeş adıyla yirmi dört saat Kürtçe yayına başlıyor. Üstelik genelkurmay bile bunun olumlu bir adım olduğunun altını çiziyor. Başbakan bu kanalı Kürtçe konuşarak açıyor. Aydın Doğan bile Diyarbakır'da oy kullansam AK Parti'ye verecem diyor. Başbakan Diyarbakır ve Batman'ı almak için var gücüyle mücadele veriyor. ABD'nin Kürt sorununun barışçıl şekilde çözülmesi ve PKK’ya silah bıraktırılması konusunda uzunca bir süredir gizli veya açık temaslarda bulunduğu medyada yer alıyor. Bu çerçevede Obama'nın Türkiye ziyareti kesinlik kazanırken, Talabani, İstanbul'da PKK’ya silah bıraktıracak projeden umutlu olduğunu belirtiyor. Bu arada PKK içinde yakın zamanda gruplaşma ve çatışma haberleri geliyor. DTP, TRT Şeş’e karşı çıkarken Öcalan olumlu buluyor, Öcalan’ın bu olumlu görüşü Roj TV’de sansürleniyor. İşte bu konjonktürde Mahsun Kırmızıgül ana teması "Kürt sorunu olan" bir film çekiyor. Başbakan'ın Diyarbakır’da Kürt halkına hitaben söylediği Cahit Sıtkı şiiri Mahsun Kırmızıgül'ün filminin iskeleti oluyor. Mahsun'un filmi nasıl bir filmdir sorusunun dışında bu film bir tesadüf mü sorusu akla geliyor ki bence son derece makul bir soru.
 
Taşlar yerli yerine konulduğunda, "Güneşi Gördüm"ün son zamanda ortaya konulan veya konulmaya çalışılan büyük bir projenin önemli bir halkası olduğu çok açık. Proje elbette Kürt sorununa ilişkin bir proje. Görünen o ki, PKK’ya silah bıraktırılarak adına Kürt sorunu denilen sorun son anda bir şey olmazsa olması gerektiği şekilde siyasi bir çözüme doğru adım adım yol alıyor. Mahsun'un filmi de bu projenin toplumsal zeminini pekiştirme misyonunu üstlenmiş durumda. Mesela şöyle eleştiriler dönüyor bazı çevrelerde: "Efendim Mahsun, Ahmet Kaya linçe uğrarken, linçe kalkışanlarla beraber tempo tutuyordu". Bence bu bile böyle bir film için en uygun kişinin Mahsun olduğu fikrini pekiştirir. Mahsun Kürt kökenli olduğu halde hiçbir zaman tarafını tam olarak belli etmemiş, milli birlikten yana kardeş türküleri çığırtmış bir figür. Filmin politik mesajları içinde en etkileyici olanı, asker kardeşin dağdaki kardeşine "ağabey eğer çatışmada karşılaşırsak ne olacak?" diye sorması ve "ne olacak, sen ölürsen şehit oldu, ben ölürsem bir terörist ölü olarak ele geçirildi denilecek" şeklinde aldığı cevaptı. Ve tabii daha sonra bir türlü yan yana konulmayan fotoğrafların Norveç'teki evde yan yana asılması. Bu vurgu bile akıllara topyekûn bir affı getiriyor ki, bence geç bile kalınmış bir çözümdür bu. Kısacası Devlet Ana'dan memnun ama buna karşın Devlet Baba'ya küs bir şekilde köyüne dönüp orada ölmeyi tercih eden Ramo'nun gönlü alınmaya çalışılacak. Fakat ortada anlamadığım bir şey var. Ramo'nun hazin öyküsü yukarıda anlatmaya çalıştığım fotoğrafa tıpatıp uyuyorken, Kado'nun hikâyesi sahipsiz kalıyor. Peki, Kado'yu kim görecek. Kendini çocukluğundan beri kadın hissettiği için bu yolda ilerlemeyi öldürülerek ödeyen Kado tüm bu projelerin neresinde yer alıyor?
 
Ben Kado karakterinin baştan sona Kürt sorununun nasıl çözülmesi gerektiği üzerine kurulu bir filme öylesine alındığına ya da çekicilik kazandırılması için işlendiğine inanmıyorum ya da inanmak istemiyorum. Hele Başbakanla aynı replikleri seslendiren bir filme asla. Üstelik Kado karakteri o çok daha ağır gibi görülen ana konuya rağmen en çarpıcı karakter olarak öne çıkıyor.
 
Mahsun'un salt ülkesinin önemli bir meselesinden kaynaklanan bir trajediyi beyaz perdeye aktarmak ve bu şekilde yönetmenlik kariyerini pekiştirmek için böyle bir filme imza attığını düşünmüyorum. Elbette bunlar da etkili olmuştur, ama bence asıl sebep "güneşi gördüm"ün bir misyon filmi olmasıdır. "Asker izlese beğenecek, PKK'lı izlese beğenecek, AKP'li izlese beğenecek, MHP'li izlese beğenecek... işte bu yüzden Güneşi Gördüm'den nefret ettim" diyen Ahmet Hakan acaba filmin üstlendiği bu misyonu fark edemediği için mi, böylesine ki bana göre de çok ağır olan "nefret" gibi bir kelimeyi kullandı, yoksa tam da bu misyonu fark ettiği için mi? Dileriz bir zamanlar "Kürt sorununa barışçıl çözüm" önerisiyle bir grup aydınla Başbakanlığa çıkan Ahmet Hakan hâlâ aynı fikirdedir. 
 
Sonuç olarak, eşcinsellerin ti’ye alındığı Recep İvedik gibi düzeysizliklerin izlenme rekoru kırdığı bir ülkede, bazı sinemasal falsolarına rağmen sırf Kado için bile LGBTT bireyler "Güneşi Gördüm"ü izlemeli bence. Hele arabesk - sol şiirleriyle bir dönem sükse yapan, Kürt sorununa ilişkin "ayaklarınıza kapanıyorum bu kanı durdurun" diye manşetlere mektuplar yazan Vizontele türü gırgıriyelerin yapımcısı ve son zamanlarda "çok güzel hareketler bunlar" isimli programla öğrencilerine eşcinsellere teatral hakaret etme seansları veren Mükremin Abi gibi tiplere inat mutlaka izlenmeli.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam