17/08/2017 | Yazar: Can Yaman

Kimileri için abartılmış ucuz bir pop metası, kimileri için adeta bir tanrıça. Benim içinse her şeyden önce bir hoca. Ve karşınızda Madonna!

Sanırım bazıları için ne desek az. Birkaç kelime ve cümleye sığdırılamayacak büyüklükte oldukları için olabilir mi? Kimileri için abartılmış ucuz bir pop metası, kimileri için adeta bir tanrıça. Benim içinse her şeyden önce bir hoca. Ve karşınızda Madonna!

Nerdeyse tüm yaşam evrelerime eşlik eden, Atlantik’in öbür ucunda olduğunu bilsem de hep yanımda olduğunu hissettiren o ses. Başlarda tiz ama giderek gürleşen, saldırganlaşan, sonra yumuşayan, tahrik eden, hüzünlendiren o ses. Umutsuz çocukluğumun yegane kurtarıcısı. 80’lerde kendini toparlamayan çalışan bu üçüncü dünya ülkesinin yeni yetmelerine destek veren ikinci Amerikan Marşal yardımı. Koca bir sindirme ve yok sayma sürecinin filizlenen ideolojisiyle kuşatıldığımız o yıllarda, Amerika hiç bu kadar yakın olmamıştı kıtamıza. Gelecek seneler, sosyalizmin, demir perde ülkelerinin, demir leydilerin, duvarların yıkıldığı anlara eşlik edecek ve televizyon dediğimiz gevur icadının yeni köleleri olarak yerimizi almamıza eşlik edecekti.

İşte o yıllarda kendimi, kendim olarak tanımlamakta, kendimi adlandırmakta güçlük çekiyordum. Daha cinselliğimi bile keşfetmeden, dünyayı bir virüs korkusu saracak ve yönelimim bir tehditle adlandırılacaktı. Bekâretimi bozan, içime giren koca bir penis değil, önyargı, şüphe ve korku olacaktı. Buna rağmen benliğimin, bir “bakire gibi” hissetmesine engel olamayacaklardı. Ne yaşadığımız materyalist süreç ne de dönemin materyalist kodamanları buna teşebbüs edemeyecekti. Ama kadın cinsine ve kadına dair her şeye özlemim, açlığım, vücudumu kavuracaktı. Sanırım Madonna’nın bende bu kadar etki yaratmasındaki en önemli faktör kadın olmasıydı. Döneminin erkek pop kültlerinin alternatifi olmasıysa başka bir faktördü.

Bir şarkının hit olması ilk melodilerine bağlıdır. Madonna bunu bana ilk hissettiren oldu. Michael Jackson’dan sonra tabi… Zaten tazı misali en yeni, en cezbedici (şimdilerde sound deniyor) tınıyı keşfetmek onun işiydi. Bir Tanrı yazgısı mı bilmem ama bu yetenek, onu hâlâ bugün dinlememize vesile olan yegane şey bence. Neyin hit, neyin başarılı olduğunu bilmek, her şeyin en iyisini ve kalitesini yakalamak ki bu bir seferliğe mahsus değil, hep onun marifetiydi. İşini tesadüfe bırakmayıp bizzat işin içinde olmak, sanatını bir zanaatçı gibi pazarlayan biricik tüccar olmak, gene onun başarısıydı. Sırf bu özelliği yüzünden, sanatsal bir yapıtı olmadığı, tüketime ve paraya çalışan bir fabrika olduğu eleştirisiyle bir sanatçıdan çok, iş kadını imajı çizmesine sebep oldu profesyonelliği. Bence bu, yüzyıllar boyu hakkı yenen, emeği görmezden gelinen binlerce kadın sanatçının intikamıydı.

Doğru insanlarla doğru işleri, doğru kitleyle paylaşmak zeka işiydi. Sanırım dünya basını onu silmeye çalışsa bile onu ayakta tutmayı bilenler yine o doğru kitle (LGBT) olacak. Ne Cyndisi, ne Kyliesi, ne Britneysi ne de Gagası onu alt etmeyi becerememişken, mevcut basının buna yelteneceğini de sanmam. Donna Summer gibi onu var edenlere sırtını dönmeyecek kadar zeki olmasında da bunda payı var elbet. AIDS’e dair önyargının tavan yaptığı yıllarda HIV+ bireylere yönelik tutumu ve buna paralel LGBT camiaya yakınlığı tahtını güçlendiren önemli etkenlerdendi. Ana akım bir sanatçı olup, kurallara uymak yerine kendi kurallarını koymak, gene onun işiydi. Katolik bir geçmişe rağmen dinsel ve cinsel ögeleri birbirine harmanlaması sadece aforoz edilmesine değil, piyasadan da silinmesine sebep olacakken, gene doğru hamlelerle basının ve doğru kitlesini yanına alarak rüzgarı kendi lehine çevirmeyi bilmesi kaçınılmazdı. Artık önünde ne Pepsi ne de başka bir kartel durabilirdi. Çünkü artık kendisi bir karteldi. Para hükümdarlığını parayla ehlîleştiren gene o oldu. Like a Prayer albümü tüm boykot çağrılarına rağmen döneminin en başarılı yapımı oldu. Bunu bir Joan Baez yapsaydı, bu kadar sükse olmayacağı kesindi. Ama hem ün ve servet peşinde koşup hem de dümenin deliğine çomak sokmak tam da akıllara zarar bir şeydi. Madonna’yı Madonna yapan buydu.

Belki o yüzden İstanbul’daki LGBT hareketini bıraktığım dönemde, “Gitsin evinde Madonna CD’lerini dinlesin” dendi bana. Haklıydılar. Ondan öğrenmem gereken daha çok şey vardı. Savaşta ve politikada kazanmak için her şeyi mubah sayan zihniyete inat, aşk ve arzu için her şeyi göze alan bir kadını takip etmek en erdemli şey olacaktı. Jim Morrison’dan vasiyet sahnede mastürbasyon yapma ihalesi gene ona kalacaktı. HBO gibi bir kanalda canlı canlı bunu yapabilmek, devrim değildi de neydi! İçine gey kaçmış gibi tüm cinsel fantezileri bir çocuk oyuncağı gibi kullanmak, sanırım Yunan tragedyalarından bu yana, Ödipal tüm gelişmeleri alaşağı eden post modern bir çağrıdan başka ne olabilirdi. Yaşamı gibi kendini de tiye alan bir kadın için bu yaşam pratikleriyle oynamak pek zor olmasa gerek. Örneğin Justify My Love single’ından sonra çıkardığı Erotica albümü, Decameron öykülemesini anlatan Pasolini kadar ince bir zevkle döşenmişti, sevenlerinin karşısına. Öyle ki bir mantiyle bu albüm boyunca kolileştiğimizi bilirim.

Gacının müzik piyasasındaki hünerini, sinema ve edebiyatta gösterememesiyse ayrı bir tartışma konusu. Her ne kadar Altın Küre aldıysa da izleyicilerin bir oyunculuktan çok onu izlemesi kaçınılmazdı. Müzik piyasasında bu kadar uzun zaman kalmanın bir bedeli de kendini tekrar etme kaygısıydı. Bunu kırmak için gacının camiada çorcu anılmasını, bir lubunya dezenformasyonu olarak yorumluyorum. Frozen şarkısının hâlâ bazı Avrupa ülkelerinde çalınamaması bu yüzdendir. Kaldı ki ben bunun, doğum sonrası bir komplikasyon olarak görüyorum. Kızı Lourdes’e selamlar. Bir kızdan sonra Rocco, daha sonra Malavi’den evlat edinilen siyahi çocuklar vs.

Madonna’nın bir trendsetter, yani modaya yön veren sanatçıların başında yer almasını gene onun öngörü yeteneğine bağlıyorum. Vogue şarkısının ona diş bileyen rakiplerince bile takdirle karşılanması bundandır.  Hani yazımın başında demiştim ya kadın adeta tanrıça gibi görülüyor diye. Bunun ardında kadına, şeytani bir pazarlığın sözleşmesi yükleniyor. Bense onu, günümüzün İştar’ına benzetiyorum ve majestelerinin önünde saygıyla eğiliyorum.

Geriye dönüp baktığımızda otuz yıla aşkın bir müzik kariyeri, dans, sinema, kitap, onlarca remiks ve albüm olacak. Bu başarı iksirinin ona sunulması elbet bir şans. Ama onu işleyip kullanılır kılmak da bir insan evladı başarısı. Ben, böyle bir sunağın içinde harmanlanan azim ve çabaya hayranım. Dünya üzerinde ezilen, şiddet gören, aşağılanan ve yaşam hakkı gasp edilen milyonlarca kadının yapamadığını yaptığı için hayranım bu kadına. Egemen olan erkek görseline yeni bir soluk kattığı için. Ve her şeyden önce bize kendi olma fırsatını tattırdığı için. Her şey için teşekkürler Madonna. İyi ki doğdun!

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret