01/10/2014 | Yazar: Yıldız Tar

Bir başkasının bırakınız ifade özgürlüğünü; yaşam hakkını ihlal eden bir yayıncılıkta ifade edilen nedir?

Bir başkasının bırakınız ifade özgürlüğünü; yaşam hakkını ihlal eden bir yayıncılıkta ifade edilen nedir? Nefretin ve cinayetlerin övülerek ifade edilmesiyle neyin önü açılmaktadır? Nefret söylemi içeren yayınlarda konuşan kimdir? Bir toplumsal grubu yok ederek kendine ifade alanı açmak nasıl bir özgürlük anlayışının ürünüdür?
 
Nefret suçlarını ve "nefret suçu" kavramını tartışırken muhakkak değinilmesi gereken nefret söylemi ve ifade özgürlüğü meselesi özellikle son yıllarda Türkiye’de çokça tartışılan konular olageldi. Nefret suçları yasa tasarıları hazırlandı; LGBTİ’ler (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) nefret suçları yasasının yanı sıra; Anayasa’nın ayrımcılığı ve eşitliği düzenleyen maddelerine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının eklenmesi için mücadele etti. Sonuçta cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dönük ayrımcılık herhangi bir şekilde yasal düzenlemelerde yer almadığı gibi; nefret suçları inanç kavramıyla sınırlı bir biçimde ele alındı.
 
Anayasal düzenlemeler ve nefret suçlarını sınırlı olarak ele almanın yarattığı sıkıntılar bir yana; nefret suçunu hazırlayan nefret söyleminin cezaya tabi olup olmayacağı meselesi hak ettiği derinlikte tartışılmadı. Nefret söyleminin sınırları ve ifade özgürlüğüne dönük müdahaleler; Türkiye gibi basına dönük ekonomik, politik ve “toplumsal” saldırıların her geçen gün arttığı bir ülkede ayrıca önem taşıyor.
 
Nefret suçları birlikte yaşama idealine yönelik tehdit teşkil eden ayrımcılık ile oldukça bağlantılıdır. Ayrımcılık ve nefret suçları; hoşgörüsüzlük, önyargı, nefret tarafından beslendiklerinden, ortak bir politik tutumun sonucudurlar. Kimliklerinden dolayı bazı kişilerin hizmet almamaları gerektiğini düşünen zihniyet ile yine kimliklerinden dolayı bazı kişilerin öldürülmeleri, dövülmeleri vb. sonucuna varan zihniyetin birbiri ile oldukça iyi anlaşacakları kuşku götürmez.
 
LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılık incelenir, cinsel yönelimler ve cinsiyet kimliklerinin eşitliği üzerinden talepler sıralanırken nefret suçlarının önemi de bir kez daha ortaya çıkıyor. Gerek bir ideoloji olarak heteroseksizmin dışa vurum araçlarından biri olması, gerekse de toplumsal barış karşıtı diğer ideolojilerle kardeşliği nefret suçlarının hukuki sonuçlarının yanında tahmin edilenden daha fazla politik karşılıklarının olduğunu da göstermektedir. Ayrımcılık belirli bir grubu haklarından yoksun bırakmak suretiyle, nefret suçları da belirli bir grubu suç hedefi haline getirmek suretiyle eşitliğe zarar verirler. Her iki durum da, tüm insanların eşit oldukları evrensel hukuk prensibine aykırı bir pratiğe yol açmaktadır.
 
Bir suçun nefret motivasyonu ile işlenmesi nefret suçu olarak tanımlanabilir. Nefret suçlarında failin mağduru hedef almasında mağdurun aidiyetlerinin yanı sıra kimlik göstergeleri de önemli bir rol oynar. Uzun saçlı heteroseksüel bir erkeğin eşcinsel olduğu varsayılarak saldırıya uğraması da homofobik bir nefret suçudur.
 
Bütün suçlar nefret motivasyonu taşımadığı gibi, toplumda dezavantajlı kimliklere mensup kişilerin mağduru oldukları suçların hepsi de nefret suçu olmayabilir. Mesela, bir LGBTİ birey öldürüldüğünde bu direkt bir nefret suçu mudur? Ya da öldürülenin cinsel yönelimi ya da cinsiyet kimliği bu suça nefret suçu diyebilmek için yeterli midir?
 
Kaos GL’nin hazırladığı “LGBTİ haberleri yapan gazeteciler için medya kitapçığı”nda Bir suça nefret suçu diyebilmek için pratik olarak iki soru sorulabileceği belirtiliyor:
 
1-       Suç teşkil eden bir fiil var mı?
2-       Nefret saiki mevcut mu?
 
Nefret suçları, toplumsal nefret ideolojilerinin kendini dışa vurduğu bir alansa bir diğer alan ise nefret söylemi olarak tanımlanabilir. Nefret söylemi ile nefret suçları arasındaki ilişki meşhur “yumurta-tavuk” ikiliğini hatırlatır cinsten. Her ne kadar klasik yaklaşımlar nefret suçlarının arka planını ve gerçekleşebilir olma koşullarını nefret söyleminin hazırladığını söylese de; işlenen bir nefret suçunun da nefret söylemini yarattığı durumlar mevcut. Yumurtanın mı tavuktan; tavuğun mu yumurtadan çıktığı tartışmasını bir kenara bırakırsak; nefret söylemi gerek şiddeti çağırması gerekse de ötekileştirilen kimliklerin var oluş koşullarını yok etmesi bakımından temel insan haklarını yok eden; deyim yerindeyse kadük duruma düşüren söz ve eylemler bütünü olarak da tanımlanabilir.
 
Nefret söylemi gündelik hayatımızın her alanında yer alsa da son zamanlarda yaşanan bir davayı incelemek birçok konuda ön açıcı olabilir. Kaos GL, Yeni Akit gazetesinde 23 Ekim 2012’de yayınlanan “Sapkınlar Okullara Sızıyor” başlıklı habere karşı TCK 216 “Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu. Eşcinselleri “sapkın” olarak niteleyen gazete haberini "basın özgürlüğü" kapsamında gören Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 12 Mart 2013’te soruşturmaya ilişkin takipsizlik kararı verdi.
 
Karara yapılan itirazın ardından “basın yoluyla hakaret” suçundan açılan dava, LGBTİ’lere yönelik basında yer alan nefrete ilişkin Türkiye’de açılan ilk kamu davası olma özelliğini taşıyordu. Dava 26 Mart 2014 tarihinde sonuçlandı. Mahkeme, Yeni Akit’in nefret söylemi içeren yayınlarının “ifade özgürlüğü” olduğunu öne sürdü. Yeni Akit davada beraat etti.
 
2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava duruşmasına Kaos GL Avukatı Hayriye Kara ve Avukat Fırat Söyle katıldı. Yeni Akit adına ise davayı Avukat Ali Pacci’nin yanı sıra hakkında zorla getirilme kararı çıkan Yeni Akit sorumlu yazı işleri müdürü Zekeriya Say katıldı.
 
Say savunmasında dilekçesini tekrar ederek davanın düşürülmesini talep etti. Savcı,  tüzel kişilere hakaret suçundan dava açılamayacağını söyleyerek sanığın beraatini istedi. Kaos GL avukatı Kara ise, beraat istemine karşı çıkarak davayı “hakaret” suçundan değil “aşağılama” suçundan açtıklarını hatırlattı ve ekledi:
 
“AİHM kararları uyarınca cinsiyet mefhumu geniş yorumlanarak cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini de kapsayacak şekilde yorumlanmalıdır. Bu nedenle Kaos GL Derneği üye ve gönüllülerine karşı aşağılama suçu işlenmiştir. TCK’nın 216. maddesindeki aşağılama suçu uyarınca hüküm kurulmasını talep ediyoruz.”
 
Yeni Akit Avukatı Ali Pacci ise homofobik nefret içeren yayıncılık anlayışlarını savundu: “Müvekkilimin endişesi eşcinsellik ve türevlerine karşı değil bu durumun normalleşmesine karşıdır. Sapkınlık ibaresi toplumca kabul görmeyen görüşlerin tümü için kullanılan bir ibaredir. Sözlükte toplum değerlerine ters düşmeyi ifade eder.”
 
“Aile değerleri” kavramı üzerinden nefret söylemine devam eden Pacci, “Eşcinsellik ve türevlerinin normalleştirilmesine dair çalışmalar kabul edilemez. Bunun sağlıklı bir durum gibi gösterilmesi anayasada toplumun temeli olarak tanımlanan aileyi dinamitlemektedir” dedi.
 
Hakim; Pacci’nin nefret içerikli konuşmasındaki yanlışları belirtmek isteyen Av. Hayriye Kara’ya söz vermezken; nefret cinayetlerinin hatırlatılması üzerine, “Kadın cinayetleri oluyor diye kadınlara bir şey diyemeyecek miyiz” dedi.
 
Bu dava özelinde ve genel olarak medyanın LGBTİ’ler ile ilişkisinden bahsetmek; nefret söylemi, özel hayatın gizliliği ilkesi, basın özgürlüğü, hak temelli habercilik, ötekileştirme, ayrımcılık gibi birçok kavram hakkında düşünmeyi zorunlu kılıyor. 1980’li yıllarda işkenceden geçirilen translara ilişkin “Remziye’nin saçını kestiler, Remzi oldu” başlıkları hala hafızalarımızda büyük yer tutuyor.
 
Ayrımcı, ırkçı, homofobik, transfobik unsurlar taşıyan söylemlere nefret söylemi denilmektedir. Bu söylemler barındırdıkları ırkçı, homofobik, ayrımcı unsurlar olmaksızın genelde tek başlarına suç teşkil etmeyen söylemlerdirler ancak, hakaret gibi bir suçun konusunu da oluşturabilirler.
 
Nefret Söyleminde en çok tartışılan husus, ifade özgürlüğü ile nefret söylemi arasında özgürlükler aleyhine işlemeyecek bir denge kurulabilmesi meselesidir. Kimi görüşler nefret söyleminin yasal bir yaptırıma bağlanarak bir nevi yasaklanmasını, kimisi de ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği yönündedir. Örneğin; Avrupa ülkeleri ve Kanada’da nefret söyleminin, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemesi eğilimi söz konusudur ancak ABD’de tersine, nefret söyleminin dahi ifade özgürlüğü kapsamında korunması ve her türlü düşünce ve önyargının toplum önünde tartışılması gerektiği görüşü hâkimdir.
 
Nefret söyleminin “yasak” kapsamında yer almaması gerektiğini savunanların farklı gerekçeleri; nefret söylemine karşı mücadelenin en gerçekçi yollarından birinin nefretin nasıl bir şey olduğunun görünür kılınması, toplumun tepki vermesi gereken bir söylemin yer altına hapsedilmemesi; “yasakların” demokratik olmadığı şeklinde özetlenebilir.
 
Nefret söyleminin yasaklanmasını savunanların argümanları ise, ifade özgürlüğünün diğer temel haklardan bağımsız ele alınamayacağı, nefret içerikli söylemlerle diğer temel hakların da ihlal edileceği ve nefrete konu olan grubun kendini güvende hissedememe, kendi kimliğini ifade edememe gibi sonuçlara götüreceği şeklindedir.
 
Türkiye’de medyanın sık sık taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık oluyoruz. Haberlerde, özellikle de manşetler ve haber başlıklarında kullanılan provokatif, ırkçı, homofobik, transfobik, cinsiyetçi ve ayrımcı dil, toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikleyen, kalıp yargıları güçlendiren birer araca dönüşüyor.
 
Her ne kadar evrensel ve ulusal gazetecilik ilkeleri, hatta bazı medya kuruluşlarının kendi gruplarının yayınladığı basın etik ilkeleri bulunsa da birçok haber ürünü bu ilkeleri ihlal edebiliyor. Böylesi bir dilin kullanılması ise toplumda huzursuzluk ve savunmasız gruplara yönelik yaygın bir önyargının yerleşmesine yol açıyor. Hedef alınan kişi ve gruplar ise tedirginleşiyor, sessizleşiyor ve demokrasinin olmazsa olmazı olan sosyal ve siyasal yaşama katılım şanslarından zorunlu feragat ediyorlar. Bu kışkırtıcı ve hedef gösterici dil kullanımı zaman zaman düşmanlaştırılan ve marjinalleştirilen grupların üyeleri ya da mekânlarına yönelik saldırılarla sonuçlanabiliyor.
 
Dördüncü kuvvet olarak adlandırılan medya (basın-yayın) en etkin kültürel iletkenlerden biridir. Bundan dolayı, çeşitliliği ve farklılığı öne çıkarmaya gücü olduğu kadar, bu çatışmayı sıradanlaştırma ve yayma konusunda da son derece etkili ve yönlendirici olabilir. Medya sorumsuz veya dikkatsiz davranırsa, ırkçılığı ve kişilerin birbirine karşı nefret duyguları üretmesini tetikleyebilir, besleyebilir ve güçlendirebilir; en kötüsü de bu tür tutumları meşrulaştırıp haklı çıkarabilir.

Bu noktada nefret söylemi ile ifade özgürlüğü kavramını birbirini sınırlandıran kavramlar olarak ele almanın ötesinde bir yaklaşıma ihtiyaç iyice artıyor. Bir başkasının bırakınız ifade özgürlüğünü; yaşam hakkını ihlal eden bir yayıncılıkta ifade edilen nedir? Nefretin ve cinayetlerin övülerek ifade edilmesiyle neyin önü açılmaktadır? Nefret söylemi içeren yayınlarda konuşan kimdir? Bir toplumsal grubu yok ederek kendine ifade alanı açmak nasıl bir özgürlük anlayışının ürünüdür?

*Bu yazı ilk olarak Güncel Hukuk Dergisi’nin 2014 Eylül sayısında yayınlanmıştır.

İlgili yazılar:

Etiketler: medya
nefret