23/10/2012 | Yazar: Gülistan Aydoğdu

Mersin’e ilk gidişimden, Anamur’daki Mamure Kalesi’nin etrafında bulunan hendekteki kaplumbağalardan söz etmek istiyorum.

Mersin’e ilk gidişimden, Anamur’daki Mamure Kalesi’nin etrafında bulunan hendekteki kaplumbağalardan söz etmek istiyorum. Güvenlik görevlileri sözleşmeli çalıştıkları için iki dudak arasındalar. İsim ve görüntü vermek istemediler. Ama kaplumbağaları onlar da benim kadar seviyor ve önemsiyorlardı.
 
Mersin’e bu sene ikinci yolculuğum oldu. İlkinde bir otobüs dolusu kadınla birlikte. İnanılmaz güzel iki gün geçirdim.
Birlikte, birbirimizden çok şeyler öğrenerek döndük. O kadınlar şimdi köy derneğinde başkanlık ve yönetim kurulu üyesi olarak görev aldılar. Bu iki günlük çalışma bu kadınları bu kadar güçlendiriyorsa, uzun süreli çalışmaların sonuçları elbette ki yönetenleri ve erkekleri korkutacaktır.
 
Bu nedenledir ki kendisine sivil toplum örgütü, eşitlik, kadın hakları, demokrasi, insan hakkı diye diye sadece diline pelesenk edenler gerçek anlamda kadın hakları, insan hakkı, demokrasi, eşitlik gibi kavramların altını da boşaltarak kullanıyorlar. Görünen o ki kullanmaya da daha uzun süre devam edecekler. Bu arada o kadar demokrat ve eşitlikçiler ki, hatta biz kadınlardan daha çok kadınlar hakkında “söz” söyleyip kadınları savunuyorlar. Kadın kotası diyorlar ama Yönetim Kuruluna alacakları kadınları kendileri belirliyorlar. O kadar savunuyorlar ki biz kadınları o kadar olur yani.  Nasıl çalışacağımızı yolunu yöntemini erkekler belirliyor. Bize de uygulaması kalıyor. Haksızlık etmeyim bunun son örneğini yeni kurulan Çorum Hitit Dernekleri Federasyonunda yeniden, yeniden yaşadım. Kadın haklarını o kadar savunuyorlar ki sosyal demokrasi aşığı arkadaşlarımız, yoldaşlarımızı. O kadar “savunuyorlar” ve “gözetip”, “kolluyorlar” ki biz kadınları. Nerde sessiz, bu konularda deneyimsiz, acemi, konuşma konusunda çekincelerini aşamayan, kürsü fobisi olan. Sesinin rengini bile bilmedikleri, sesinin duyulmasından çekinen. Bu işin acemisi kadın varsa özelikle onları yol arkadaşı ediyorlar. Nedendir bilemem diyeceğim ama diyemiyorum çünkü bal gibi biliyorum.
Toplumda, siyasette, gelenek ve göreneklerin, din in de tariflediği, istediği, kodladığı “iyi” kadın tipi de bu değil midir.  
 
Yanlış anlaşılmak istemem. Bu konuda kadınları asla ne eleştiriyorum ne de üstten konuşmak istiyorum. Bu kadınların suçu değil. Bu kadınları bu hale getiren, siyasetçilerin, siyaset yapma tarzının. STÖ yöneticilerinin. Ama asıl erkek egemen devletin, toplumun, dinin,  yasalların, yasa yapıcıların vs suçudur. Mücadelemiz de buna karşı değil midir.
 
Neyse ben yine dağıldım sanırım. Hemen yol hikâyelerime geçiyorum. Mersin’e ilk gidişimden, Anamur’daki Mamure Kalesi’nin etrafında bulunan hendekteki kaplumbağalardan söz etmek istiyorum. Daha önce de gördüğümde çok şaşırmıştım. Çeşit çeşit su kaplumbağası vardı orada. Çok sevimli ve insana da alışkın. Yaklaştığını görünce onlar da toplanıp ekmek vs bekliyorlar.
Bu gidişimde acele ile gidip görmek istedim. Suyun çekildiğini görünce korkuyla doğruca oradaki görevlilerin yanına gittim.
Görevlilerin anlattıklarının beni ne kadar şaşırttığını tahmin edemezsiniz. Güvenlik görevlileri sözleşmeli çalıştıkları için iki dudak arasındalar. İsim ve görüntü vermek istemediler. Ama kaplumbağaları onlar da benim kadar seviyor ve önemsiyorlardı. Zaten arka taraflarındaki kumsal su kaplumbağalarının üreme yeri idi.
 
Ağustos ayında yurt dışından ve içeriden gözlemciler gelip konaklıyorlar orada. Kaplumbağalara ilişkin bilgisi ve gözleminden ötürü şaşkınlık yaşadım. Baş kısımları daha renkli olan kaplumbağalara ilgimi çekmişti. Bu konuda çalışan arkadaşın sözleri ise şu oldu. “Pek çok kişi çocukları istediği için pet shop’lar dan alıyorlar bunları ama bir süre sonra sıkılıyorlar, hevesleri geçiyor, bakımı külfet olmaya başladığında atacak yer arıyorlar. Birçoğu da buraya bırakıyor. Bu kaplumbağalar geldiklerinde pek çoğunun gözünde sorun oluyor. Klorlu su onlara dokunuyor. İlk önce gözleri kör oluyor ya da iltihaplanıyor.  Burada yerel olan,  aslında iki çeşit kaplumbağa var. Üçüncüsü melezleme ile oldu. Dördüncü de getirilip bırakılanlardan oluşuyor. Akvaryumda beslenen kaplumbağalar aslında etçil olduğu için buraya bırakılması sakıncalı, diğerlerine zarar veriyorlar.
 
Bu mevsim artık kaplumbağaların suyun dibinde bulunan ve yosunların oluşturduğu milin altına çekiliyorlar. Kışı orada geçiriyorlar. Su aslında çekilmedi. Olması gereken su seviyesi bu zaten kışlamaları için” diyor.
Sohbet o kadar derinleşiyor ki bu arada sabah çayımızı da samimi bir sohbetle birlikte içiyoruz. Kaplumbağaları hem dikkatle gözlemliyor hem gelen araştırmacılara bu konuda yardımcı oluyor. Hem de doğru bilgilendirip özen gösteriyor. Bu konuda bir de albüm oluşturmuş. Tek sıkıntısı artık albümün dolduğu ve yeni fotoğrafları koyacak yer bulamadığı. Benden bu konuda yardım istiyor. Mersin’de bulamamış. Ben de verdiğim sözü yerine getiriyorum. Ankara’da buldum albümü göndereceğim yakında. Baya da pahalı bir şeymiş ama olsun. Bu kadar ilgili ve özenli olduğu için hak ettiğini düşünüyorum.  
 
Fotoğraflar: Gülistan Aydoğdu

Etiketler: yaşam, ekoloji
İstihdam