19/01/2014 | Yazar: Levent Pişkin

Boz bulanık zamanlardan geçerken memleket içimizdeki maviyi korumaya çalışıyoruz.

Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
Ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
Bir yankı: durmadan yalnızsınız
Durmadan yalnızsınız.”
Edip Cansever
 
 
Boz bulanık zamanlardan geçerken memleket içimizdeki maviyi korumaya çalışıyoruz.
 
Sonsuzluğun sıkıştığı paramparça zamanlarda yekpare durma çabasındayız. Bankaların adları ve borsaların rakamları arasındayız, ruhumuz affedilmez günahı işlemiş gibi, Araf’ta gibi, sıkışmış gibi…
 
Bir şey söylüyoruz on şey eksik kalıyor, çok şey hızla hiçbir şey gibi oluyor. Neticesi hiçbir şey olan çok şey yaşıyoruz. Kullanılmış günlerin artıklarıyla tamamlanamıyoruz; hiçbir şeyliğin hiçbir şeyliği gibi bir şey…
 
Neşe hüzne gürültü sessizliğe batıyorsarı günlerin sonundaki kahverengi yarınlarda…Kayaların kayalarla ilintisi kıyameti çağırıyor. Maviye inat ediyor. Kayaların münasebetinden kaçamıyoruz baylar! Sınır dışı varoluşlar yaratamıyoruz, mavi soluyor, müsaadeli muhalefet sarılığıyla kavruluyoruz, kuşların dağınık ilintisizliği gibi…
 
Mutluluğumuzun bölünmez bütünlüğü tehdit altında, bir semt kadar iyi tanımamız gereken dünyayla tanışmamıza fırsat vermeyenler terör saçıyor. Durmadan suçlu, durmadan yalnızsınız… Yalnızlığı kalabalıklarda çoğaltıyoruz, tanışmayan kuşkulu kalabalıklarda. Hakikat zamanla uyumsuzluk halinde… Zaman kalabalık…
 
Baylar! Umutsuz, düzensiz ve biletsiz gidiyoruz! Kuru gözlerle bakınca kuru şeyleri göremiyoruz. Gözlerimizi sözler kurutuyor, sarı kalabalık sözlerin gürültüsü suyu çekiyor, can suyunu… Gözlerimiz bankada bozdurulmuş gibi…
 
Öylece kalıyoruz. Bir masal gibi bakmazlıktan gelemiyoruz, ağladığımız kendimize bakıyoruz, gözü dönmüş gazete manşetlerine… Kısa günlerin paradoksal sıcaklığında çok bilinmeyenli bir denklemin en az bilineni olmuşuz. Bütün baykuşlar o bütün baykuşların arasında ne oluyordu, biz kim oluyorduk, çağrılmanın Yakup’u var ettiği yerde? Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında?
 
Benzer şeyleri yapan benzer adamlar zamanı tamamlıyorlar, bu uyumla yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar! Düşlerimizden arta kalan ellerimizle sıkıntı yoğuruyoruz. Ellerimizle insan olmanın sıkıntısı, içinde boz kuyu barındıran Ocak sıkıntısı…Bu dünyada sıkıntının anlamı mavi kuştadır baylar; insan olmayı katlanır kılanda…
 
Var bu kadarcık bir şey insanın sonsuzunda… Oyunun oyundan, sözün sözden, şeyin şeyden başka olmayacağı varışlı mutluluk bu sonsuzlukta. Kimse kimsenin gözlerini sevmeyeceğinden korkuyorsa günlerimiz nasıl geçecek baylar? İnsandan başka insan olmaktan başka elimizden bir şey gelmez, insanı farklılaştırırken çoğaltmaktan başka ne gelir elimizden?
 
Kendimize yaratamadığımız dünyayı bulmanın telaşında dünyaya yansımayan parçalarımızla avunuyoruz. Dünyanın tüm saatleri zamansızlığı gösteriyor. Düşlerimiz yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gözetilerek yargılanıyor. Alışıyoruz buna, ama kimseler kendini savunamıyor düşlerinden arta kalanlarla. Hâlbuki yumruğumuzu vursak dünyanın tüm borsaları titreyecek. Çünkü nasıl yapılmışsa öyle değil dünya, bizim yarattığımız gibi… Ölü bir balığın suyu ölü bıraktığı gibi… Gerekli olmanın yüküzamansızlık ve bahçesizlikdeğildir baylar.
Gezi Direnişi’ndeki umudun, mutluluğun, özgüvenin tersi bir hava esiyor bugünlerde. İçimizdeki mavi kuşu “yüksek siyaset” öldürmeye çalışıyor. Kendi girdikleri boz kuyuya çekmeye çalışıyorlar. Bencillik, umutsuzluk, güvensizlik telkin ediliyor gazete manşetleri ve son dakika haberleri. Gezi’nin umudunu, ruhumuzu emmeye çalışıyorlar…Cinnet, cinayet ve kıyamet hali bu zamanlar. Bu cinnette bir başına olmadığını hissettirir Edip Cansever. Cinnet baki olsa da seni en azından hakiki kılar, hakikatin şiirindedir, yalnızlaştırırken çoğaltır. Şiirinde söylediği şekerli gerçektir bu havalarda Cansever, seni boz kuyudan çıkaracak mavi kuştur.
 
Gezi dev köpüklü bir dalgaydı, bu zamanlar dalganın köpüğünün sönmeye yüz tuttuğu zamanlar… Turgut Uyar’dan bu dev dalganın bol köpüklü şairiydi, köpükler sönmeye yakın Edip Cansever devralır sözü. Küçük taşlardan yenileri Cansever yapar, dipte anafor olur patlar. Yekpare yalanları anlık gerçeklerle parçalamak için… Çıkmazları yaşayıp, olmayanlarla sevişip tavşansı sıçramalarla ormanları geçersin Edip Cansever ile, insan olmaktan gayrı çaren yoksa, insanın sonsuzuna sarılarak…
 
Sonsuzluk yarın. (Evrensel)

Etiketler:
nefret