20/05/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Biliyorum, memleket, Baykal’ın istifasına kenetlenmiş durumda.

Biliyorum, memleket, Baykal’ın istifasına kenetlenmiş durumda. Haber değerini küçümsemek istemem, ama bu gazete “BirGün”; dünyada ve ülkemizde başka şeyler de oluyor.

Önce Diyarbakır’a gittim. Bu günlerde Diyarbakır’da, tüm Kürt dünyası için bir ilk gerçekleşiyor. Dünyanın ilk Kürt LGBTT örgütü, insan hakları dünyasına ilk adımlarını atıyor. Yakında, dünyanın ilk Kürt LGBTT dergisini de göreceksiniz. İki senedir 8 Mart Dünya Kadın Günü, Nevruz gibi günlerde Hewjîn Diyarbakır LGBTT Oluşumu, gökkuşağı bayrağıyla alanlarda. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi başlarda, birkaç cesur aktivistin bir araya gelerek örgütlediği Hewjin gittikçe büyüyor ve sesini duyuruyor. Konuşma yaptığım salonda, Kürt politikasının bütün renkleri vardı. Dilimin döndüğü kadar, farklı cinsellikten ve cinsiyet kimliğinden insanların her kültürden, her milletten, her ırktan, her politik görüşte var olduğunu anlatmaya çabaladım. Başka “ötekileri” yok sayan veya ezen bir kurtuluş mücadelesinin, en azından “özürlü” bir mücadele olacağını anlattım. Bütün LGBTT’ler için cinsel özgürlük mücadelesi veren herhangi bir LGBTT örgütünün, hiçbir politik partinin veya görüşün çizgisinde olmayacağını anlattım. Benimle bu platformu paylaşma sözü veren DTP milletvekili Sebahat Tuncel, maalesef toplantıya katılamadı ve hayal kırıklığı yarattı ama Hewjin’e, Diyarbakır’da büyük destek var. Hewjin üyelerinin, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nden daha fazla destek beklentileri var ama asıl İmralı’dan, bugünlerde gelebileceğini duydukları bir sahiplenmenin, bütün Doğu ve Güneydoğu’da işlerini çok kolaylaştıracağını ve Kürt dünyasında birçok hayat kurtaracağını söylüyorlar. Buradan dolaylı bir mesaj göndereyim diyeceğim ama duyduğuma göre; BirGün, Öcalan’ın okumasına müsaade edilmeyen iki gazeteden biriymiş! Hewjin, hepimizin desteğini hak ediyor. Dernekleşme sürecine girdikleri anda, ilk üyeleri olma sözü verip 1 Mayıs kutlamaları için İstanbul’a döndüm.

2 Mayıs’ta artık neredeyse gelenekleşme yolundaki, KAOS’un “Homofobi Karşıtı Buluşmaları” için İzmir’e uçtum. Önce Ege Üniversitesi’nde, Gazi Üniversitesi’nden bizim Selçuk Candansayar ve Ege Üniversitesi’nden felsefeci Nilgün Toker’le birlikte “Homofobi Kimin Meselesi” başlığı ile yüzlerce öğrenci için bir panel yaptık. Ertesi gün Dokuz Eylül Üniversitesi’nde, yine Selçuk ve yine Ege Üniversitesi’nden Melek Göregenli ile aynı paneli tekrarladık. 5 Mayıs’ta, seçimlere ve İngiltere’nin hali perişanına bir göz atayım diye, Londra’ya gittim. Taksim’de 1 Mayıs’ı ve Birleşik Krallık seçimlerini sizlere yazmıştım.

Londra’dan döner dönmez önce Sabancı Üniversitesi’nde “Nefret Suçları ve Üniversitelerde LGBTT Örgütlenmeleri” konulu bir söyleşiden sonra yine “Homofobi Karşıtı Buluşmaları” kapsamında, 13 Mayıs Perşembe günü Ertuğrul Kürkçü ve diğer başka solcularla ODTÜ’de “Sol ve Homofobi” paneline katıldım. Ertuğrul Kürkçü, benim bu köşeden BirGün’de epey zaman önce çıkmış söyleşisine, verdiğim cevaptan pek alınmış. ODTÜ’deki tartışmadan sonra da, kendini “azarlanmış hissettiğini” söyledi. Çok kez reyting arttırsa bile polemiğe girmeyi sevmem, seçimim değildir, çünkü esas vermek istediğim mesajdan uzaklaştırır. Türkiye’de solun, eşcinsel mücadele konusunda nerelerde olduğunu ve başka ülkelerdeki sol hareketlerin homofobi konusunda nelerle uğraştığını anlatmaya çabaladım!

14 Mayıs Cuma günü, Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde “Homofobi Karşıtı Buluşmalarının” açılış forumu vardı. “Ayrımcılığa Karşı Kamunun Görevleri ve Sorumluluğu” başlıklı panele, benden başka Norveç, Almanya, Birleşik Krallık, Kanada, Hollanda, İspanya, Küba büyükelçiliklerinden diplomatlar ve Avrupa Parlamentosu’ndan ve Norveç Parlamentosu’ndan parlamenterler katılmışlardı. Türkiye’den hiçbir iktidar temsilcisi veya kamu yöneticisi yoktu. Herhalde ayrımcılığa karşı sorumluluklarını çok iyi bildiklerinden ve görevlerini layıkıyla yerine getirdiklerinden, gelme ihtiyacı duymamışlardı! Biz şaşırmadık ama yabancılar pek anlayamadılar.

Açılış forumunun ardından, Günlük Gazetesi Yayın Yönetmeni Ayhan Bilgen’in moderatörlüğünü yaptığı, Anayasa Mahkemesi raportörlerinden Osman Can’ın katıldığı “Anayasa Forumu” vardı. İkisini de ilk defa dinliyorum. Ayhan Bilgen, hakikaten saygı duyulacak bir düşünce insanı. Çok iyi konuşuyor ve dünyadan haberi var, evrensel insan haklarını içine sindirmiş. Mazlum-Der’in, Ayhan Bilgen ve arkadaşlarının tasfiyesinden sonra neden böyle acınacak bir duruma düştüklerini daha iyi anladım. Konuşmasında iki üç kere “daha fazla açıklayamam, çünkü 9 seneden daha uzun hâkimlik yapmak istiyorum” diyen Osman Can ise, zeki ve maço bir konuşmacı. Dinlerken içimden “bu kadar AKP yanlısı olma; her paragrafından oraya buraya sızıyor” demek geçti! Ama dedim ya polemikten hoşlanmam, bu konuda bir şey demedim.

İstanbul’a döndüm. Cumartesi dersimden sonra, Bilgi Üniversitesi Santral Kampusu’ndaki sendikal mücadele için direnen çalışanların ziyaretine gittik. Üniversite’nin özel güvenlik güçleri, seslerini duyurmaya çalışan, bildiri dağıtan bir avuç sendikacıyı itip kakıyorlardı. Konuştuğum arkadaşlar, politik iftiralarla karşılaştıklarından, özellikle akademi üyelerinden yeterince destek almadıklarından şikâyet ettiler. Neden acaba? Yerim kalmadı ama Bilgi Üniversitesi çalışanlarının sendikal hakları verilmezse, bu konuya döneceğimden emin olabilirsiniz.

Görüyorsunuz, ülkemizde insanların yatak odalarından, politik rant çıkarma çabalarından başka şeyler de oluyor.
 

Etiketler: yaşam
nefret