30/03/2011 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

28 Mart 2011 Pazartesi günü, CNN Türk öğle haber bültenini dinleyip bu yazının başına oturdum. Türk medyasının  ikiyüzlü utanmazlığı devam ediyor.

28 Mart 2011 Pazartesi günü, CNN Türk öğle haber bültenini dinleyip bu yazının başına oturdum. Türk medyasının  ikiyüzlü utanmazlığı devam ediyor. CNN Türk’ün öğle ana haber bülteninde, yine Japonya’nın “J”si bile yoktu. CNN Türk yine Japonya’daki insanlık dramlarını unutup, bulutlarla ülkemizin semalarına dayanmış nükleer tehdidi yok sayıp, İbo’nun sağlık haberlerini öne çıkarmayı yeğlemişti. Aynı saatlerde yabancı haber kanalları; CNN International dahil Japonya haberlerini en azından ikinci başlık olarak vermeye devam ederken...Bu haber akışını, neyin haber olarak halka verileceğinin kararını verenler nükleer cahili mi? Yoksa milyonlarca insanı korku ile tehdit eden üçlü felaket Türkiye’den çok uzakta diye, “ilgilenmeyelim” diyen köylüler mi? Çok güçlü olduğunu bildiğim nükleer lobiden ayar mı alıyorlar? Türkiye’de de nükleer santral kurulacak diye, üzerlerinde politik bir baskı veya telkin mi var? Onlar sustukça, ben de sormaya devam edeceğim!

Japonya’nın “j”sinin bile olmadığı haber bültenlerinde nükleer tehdit nedeniyle Alman Şansölyesi’nin partisinin 50 küsur senelik kalesinin Yeşiller’e düştüğü haberi vardı. Bizim politikacılarımız bundan bir ders çıkarmışlar mıdır dersiniz? Doğrusu pek zannetmem, çünkü yine aynı haber bültenlerinde Türk Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’nın, Suriye Başkanı’na ve Suriye Dışişleri Bakanı’na demokrasi telkinlerinde bulunduğu bildiriliyordu! Suriye’deki reform sürecini olumlu buluyormuşuz, ama bir an önce uygulamaya geçmelilermiş! Kitap yazanın hücrede, kurşun sıkanın serbest olarak yargılandığı bir ülkenin yöneticilerinin telkinlerini Suriyeli yöneticiler neden ciddiye alsınlar? Esad ve Muallim “siz önce kendi Barolar Birliğiniz’in son bildirisine bakın; özel mahkemeleri ve savcıları kaldırın, hem Türkiye’deki Şiiler’e karşı da ayrımcılık yapılmıyor mu?” deyiverirlerse???

Ya sanatçılarımız? Demokrasilerde iktidar despotlaştıkça, halkın umut bağladığı sanatçılar. Yıllardır iktidardan nemalanmak için bu hükümete yandaş olan, Başbakan’la kahvaltılara koşan, Cumhurbaşkanı’nın köşk davetlerine icabet eden, utanmadan “yetmez ama evet” diyen, şimdi de önümüzdeki seçimlerde AKP’yi yeniden iktidar yapmak için sıraya giren sanatçılarımız? Onlar bir iktidar borazanı olan TRT’de program yapmaya ve kendi kendilerini “sanatçı” zannetmeye devam edecekler. Bu gruptan hiçbir zaman, hiçbiri star olamayacak. Şimdi sizlere geçen hafta ben yurt dışındayken kayan hakiki bir star ve onu star yapan şeylerden birinin örneğini vermek istiyorum:

The Gay & Lesbian Alliance Against Defamation (GLAAD), ABD’de 25 yıldır LGBT bireylerinin sesini özellikle medyada duyurmak için mücadele veren bir organizasyon. Her sene de bu konuda hizmetler veren bireylere ödüller verir. 2000 yılında da geçtiğimiz hafta toprağa verilen Liz Taylor’a “Vanguard Award – Öncü Ödülü”nü vermişti. Liz Taylor’ın ödülünü kabul ederken yaptığı konuşmadan bazı bölümleri sizler için tercüme ediyorum: “Bu benim bir gey organizasyondan aldığım ilk ödül; onur duydum, bir o kadar da mutlu oldum.

Ben aktivistliğe, 80’li yıllarda insanları aniden ve anlaşılmaz bir şekilde öldürüveren yeni bir hastalığın ortaya çıkması ile başladım. Bu ölümcül virüsten daha kötüsü, geride bıraktığı korkunç ayrımcılık ve önyargıydı. Geyler aniden birer insan olmaktan çıkmış, bir numaralı düşman olmuşlardı. Birilerinin birşeyler yapması gerektiğini biliyordum. Tanrı aşkına, epidemiğin patlak vermesinin üzerinden yıllar geçtiği halde, Başkanımız bu konuda bir kelime bile etmemişti. İşte bu nedenle mücadeleye katıldım. Bütün ömrüm boyunca geylerle beraber oldum - Montgomery Clift, Jimmy Dean, Rock Hudson – benim mesai ve iş arkadaşlarım, sırdaşlarım, en yakın arkadşlarım oldular, hiçbir zaman kiminle yatıyorlar diye düşünmedim! Onlar sadece çok sevdiğim insanlardı. Hepimizin sahip olduğu hak ve korunmaya onların neden sahip olamayacağını hiçbir zaman anlamadım. Gey gündem diye birşey yoktur, bunun adı insanlık gündemi...Gey evliliklerine karşı olanlar, evlilik sadece bir erkekle bir kadın arasında olmalı diyorlar.Tanrı biliyor ya, iş evlilik konusuna gelince bunun böyle olmadığını en iyi ben biliyorum!(konuşmanın bu kısmı, dinleyicilerin alkış ve hayranlık çığlıklarına boğulduğundan zor anlaşılıyor). Aşkın ve sevginin olduğu her yuva bir ailedir ve bütün aileler aynı hukuki haklara sahip olmalıdırlar, buna evlenebilmek ve evlat edinmek de dahil...Neden gey insanlar herkes kadar açık ve hür yaşayamasınlar? En son analizde her şey sevgiye dayanıyor. Sevgiden nasıl kötü birşey çıkabilir? Kötü şeyler güvensizlikten, anlayışsızlıktan, tanrı biliyor ya nefret ve cehaletten kaynaklanıyor...Hayatım boyunca iyi ve kötü çok şey gördüm; hiçbir kötü şeyin sevgi ilişkilerinden, sevgi gösterilerinden veya sevgi ilişkilerinden kaynaklandığını görmedim. İşte bu akşam bu nedenle, sizlerle ve ailerinizle kutlama yapmak için buradayım. Ve sizlere dayanın diyorum ve hepimiz için yaşasın aşk diyorum. ”

Liz Taylor bir stardı. 1980’li yıllarda birçok şöhret AIDS’e bulaşmak istemezken, o en ön saflarda yer aldı. Bugün artık AIDS’in bir “gey hastalığı” olmadığı biliniyor. Medeni ülkelerin liderleri AIDS konusuna gerektiği ehemmiyeti veriyorlar. 600 Milyon dolar civarında olduğu tahmin edilen servetinin büyük bir kısmını AIDS kurumlarına bırakarak öbür dünyaya göçen “menekşe gözlü”, “dünyanın en güzel kadını” , kendisi de bir oyuncu olan, artık adını unutmaya başladığımız Başkan Ronald Reagan’ın homofobisine dayanamayıp politikaya atılmıştı. Bilmem, star olmakla, şöhretli bir oyuncu olmak arasındaki farkı anlatabildim mi?

Ahmet Hakan’a bir mesajla yazımı bitiriyorum: 1000 imza yetmez, “İmamın Ordusu” nu binlerce imzayla çıkaralım. Sadece BirGün’den onlarca imza çıkacağına eminim. Ayrıca bu kitabın bir “Best Seller” olacağına da eminim. Bastırmak yetmez; herhangi bir kitapçıdan gidip rahatça alabileceğimiz bir kitap haline gelmeli.


Etiketler: medya
İstihdam