12/12/2016 | Yazar: Deniz Erdoğan

Adeta dev bir mezarlıkta yaşıyoruz...

Kaos GL muhabiri ve gazetecilik alanında toplumumuzun en büyük çıbanlarından biri olan kadın cinayetleri hakkında tez yazan bir insan olarak, ne kadar çok şiddet içerikli haberler okuduğumu, haber dilindeki örtük meşrulaştırmalara, medyanın hedef göstermesine, nefret söylemi üretmesine ve toplumun “öteki” olarak dışlanan kesimlerine yönelik ayrımcı dil kullanmaktan hiç çekinmemesine fazlasıyla aşinayım. Zira bu yazıda bu alandaki aşinalıklarımdan bahsetmek değil amacım. Bunların artık ötesinde yazacaklarım. Beni bu satırları yazmaya iten ve fazlasıyla dengemi bozan bir haberle karşılaştım geçen günlerde...

Haberi sosyal medya aracılığıyla gördüm. Gözleri karelenmiş genç bir kadının fotoğrafının olduğu haberin manşeti ise intihar. Genç bir kadının intiharı ya da ölümü ya da  “katledilmesi” ne yazık ki toplumsalın nazarında “alışılmış” ve “kanıksanmış” ve hatta kimi kitleler için “meşrulaştırılmış” hale geldi, dolayısıyla haberin salt “intihar” manşeti sansasyonel bir özellik katmıyor bu habere, öyle değil mi? Sabah kahvesini yudumlarken bir tıklama ile geçmeye başladık artık bunları. Zira manşette beni kendisine çeken- ki eminim birçok kişiyi de çeken- bir ibare vardı; “intiharın arkasındaki iğrençlik”[1] şeklinde kurulmuş bir cümle, gencecik bir kadının intihar etmesinin altındaki nedeni iğrençlik sıfatıyla betimleyerek; sansasyonel bir biçimde aktarıyor bizlere.  İğrençliğin ne olduğunu az çok tahmin edebiliyoruz; çünkü bize yıllarca dayatılan ahlak kurallarının günümüzde oldukça karanlık bir ard yöreye taşındığını ve bu kadar olmaz artık denilen şeylerin, ülkenin meclisinde oylamaya sunulduğu günümüzde “iğrençlik” olarak midemizi bulandıran şeylerden birisi haline gelen ve toplumsal tarafından kanıksanmaya ramak kalan bir olgu daha var;  ensest. Evet, medyanın anlamlandırmasıyla “iğrençliğe”, biraz daha makul bir tanımlamayla da babası tarafından yıllarca cinsel şiddete maruz kalan genç bir kadın intihar ediyor.

Okuduğum haberi bu manşetle yayınlayansa ana akım bir medya organı. Kullandığı dil ve canavarlaştırma pratiği ise ana akımın şahsına münhasır. Öte yandan bu ana akım medya organının bir muhabiri bu intiharın peşine düşüyor ve gazetelerin internet arşivlerinden yıllar önce yayınlanan ve bu intiharın öznesi olan genç kadınla bağlantılı olan bir kaç haberi buluyor; eski haberlerdeki olayları doğrudan okuyucuya aktarıyor.

Dün gece bu haberi birçok farklı kaynaktan okudum. Ana akımın yanı sıra küçük ölçekteki internet haber sitelerinde de bu olayla bağlantısı olan eski haberler yayınlanmış ve “Lütfen bu olmasın” diyeceğim tarzda görseller de eklenmiş bu haberlere. Görsel son derece şiddet içerikli, temsili mi yoksa gerçek görüntü mü bilemiyorum. Eğer bu küçük ölçekteki medya organları bile haberdeki olayların öznelerinin görsellerine bu kadar kolay ulaşıp, böyle umarsız bir biçimde yayınlıyorsa zaten vay halimize! Temsili olmasını umut ederek haberin içeriğine geçiyorum.

Haberde bahsi geçen olayların içeriğine aslında hiç değinmek istemiyorum, zira bir insan olarak mantığım kavrayamıyor. Fakat kendini bir insan hakları aktivisti olarak tanımlayan birisi olarak, son dönemlerde iyice ayyuka çıkan ve her yönden bize saldıran bu toplumsal ikiyüzlülüğe söyleyecek lafım ve bittabi ana akım medyaya has bu anlamlandırma salgınına yönelik edeceğim iki çift laf var. Kendimi bunu yapmaktan ötürü sorumlu hissediyorum.

Öncelikle haberin hem kullanılan dil hem de olaylar bakımından içeriği şöyle;

“İstismarcı babanın acısına dayanamayan Senem canına kıydı”

“Biyoloji bölümü öğretmenliği 4. sınıf öğrencisi 23 yaşındaki Senem B., önceki gün İstanbul Kadıköy Marmara Üniversitesi Handan Ertuğrul Çağdaş Yaşam Kız Öğrenci Yurdu’nda çantasının bağcığıyla ranzaya kendisini asarak intihar etti. Genç bir kızın girdiği bunalım sonucu intiharı olarak görülen olayın arkasından ise korkunç bir hikâye çıktı. Toplumumuzda hiç dillendirilmek istenmeyen, konuşulması bile ayıp sayılan bir hikâye: Bir babanın kızına yönelik cinsel tacizi... Avusturya’da yıllarca kızına tecavüz eden Avusturyalı baba Fritz ve Karabük’te kızına tecavüz ederek ondan çocuk yapan canavar baba Recep B.’nin yaptıkları gibi...

DERI KIYAFETLER, KIRBAÇLAR

Habertürk’ün edindiği bilgiye göre kamuoyunda kısa süre de olsa yankı bulan olay, 2012’de Tokat Zile’de yaşandı. Senem B.’den 2 yaş küçük olan ve o dönem 16 yaşında bulunan kız kardeşinin vücudundaki morluklar, öğretmeninin dikkatini çekti. Babasının tacizine uğradığını söyleyerek her şeyi anlatan genç kız, cinsel işkence gördüğünü, buna annesinin de katıldığını, aynı şeylerin ablasına da yapıldığını anlattı. Öğretmen, önce okul yönetimine, sonra da Tokat Emniyeti’ne durumu bildirdi. Şikâyet üzerine polis, astsubay olan baba Vedat B.’nin evinde arama yaptı. Arama, polisi de dehşete düşürdü. O dönem de basına yansıyan bilgilere göre evde, iki kızın görüntülerinin bulunduğu 100 kadar CD, kırbaçlar, dergiler, deri kıyafetler ve seks oyuncakları bulundu. CD’lerde şiddet dolu görüntüler olduğu anlaşıldı.

Baba ile anne, jandarma tarafından gözaltına alındı. Astsubay babanın çektiği görüntülerde de yer aldığı belirtilen anne, eşinin büyük kızıyla 6, küçük kızıyla 3 yıldır ensest ilişki yaşadığını öne sürdü. Anne, “Beni öldürür diye şikâyette bulunamadım” dedi. Astsubay baba Vedat B. ise suçlamaları inkâr etti. Kızlarını dövdüğünü, cinsel istismarda bulunmadığını öne sürdü. Evde bulunanlar sorulduğunda ise astsubay susma hakkını kullandı. Anne-baba cinsel istismar suçundan tutuklanarak cezaevine gönderilirken, iki genç kız da devlet korumasına alındı, eğitimlerinin tamamlanmaları sağlandı.

Korkunç olay, bir daha gündeme gelmedi. Basında haber olmadı. Abla Senem B., biyoloji öğretmenliği bölümünü kazanarak İstanbul’a gitti. Uzun süre psikolojik tedavi gördü, sürekli ilaç kullandı. Senem, kız kardeşiyle çok sık görüşmedi. Küçük kardeş de devletin korumasında eğitim aldı.

NE YAPTIYSA ÇARE OLMADI

Cinsel istismar suçundan tutuklanan anne-baba ise cezaevinden çıkamadı. Aradan 4 yıl geçti. 4’üncü sınıfa gelen ve seneye mezun olarak hayata atılacak olan Senem’in yaşadığı korkunç travma geçmedi. Kimi zaman gösterdiği dengesiz davranışlar yurt yetkililerinin de dikkatini çekti. Yaşadıklarını yurdun bir yetkilisiyle paylaştı. Ama hiçbir şey çare olmadı.

Önceki akşam odada kimsenin olmamasını fırsat bildi. Her şeye son verdi. Çantasının bağcığıyla ranzaya kendini asıp intihar etti. Yaşadıkları kendisinin tercihi değildi ama ölümü kendisi seçti.”[2]

Haberdeki olayın içeriğinin en can alıcı bölümü ise ikinci başlık altında yazılanlar- ve yaşananlar. Kendimi tutamayıp bu olayın faillerini en ince detayına kadar araştırdığımda ise şunlarla karşılaştım; haberdeki olayın baş aktörü olan bu zat, mesleğinin kendisine vermiş olduğu konum neticesinde, görev yaptığı bir Anadolu ilçesinin cemaatine mal olan birisi. Toplumun güvenliğinden, refahın sağlanmasından sorumlu, şehit ve gaziler günü törenlerinde ağzından “Değerler vardır bu değerler o milletin harcıdır, tutkalıdır, olmazsa olmazıdır. O değerlerle yaşar o değerlerle nefes alır ve millet olmanın bilincine varır” diyerek toplumsal ve militarist değerlerden, kolektif normlardan dem vuran bir kişi. Medyanın aksine, bu kişi bir canavar değil, zira onu canavarlaştırmak bu olayı toplumsal bir fantasmaya, gerçeklikten yalıtılmış bir kurguya çevirir. Elimize aldığımız taş gibi somut, aldığımız nefes kadar reel bir olay bu. Yüzümüze cinsiyetimiz, hayat tarzımız ve öznelliğimiz konusunda tokat gibi laf çarparak ahlaki ve toplumsal değerler konusunda böylesine ahkam kesen insanlardan birisi bu kişi, ve onların işledikleri nefret suçları ve ürettikleri nefret söylemleri, ayrımcı tutumları kadar, bu kişinin ailesine karşı yaptıkları da gerçek!

Öte yandan değinmek istediğim başka bir konu daha var; bu “seks oyuncakları, kırbaçlar ve deri kıyafetler”, tartıştığımız bu olay içerisinde batının “ahlaksız” ülkelerinin birinde kullanılmamış, ülkenin göbeğinde, herkesin birbirine ahlak polisliği yaptığı, “namus davası kan davasıdır” diskuruyla yaşayan bir cemaatin mekanında, “her şeyi usulünce yaşayan” muhafazakar bir topluluğun burnunun dibinde, kapıların eşiklerinde “değerleri” için insan öldüren erkeklerin mahalle ve devlet bekçiliği yaptıkları yerdeki bir evin kapalı kapıları ardında ve cinsel istismar amacıyla, bir baba tarafından kendi öz kızlarına karşı kullanılmış. İnsan hakikaten olayın fail ya da faillerini “canavar, şeytan, iblis vs.” gibi hayal karakterleriyle anlamlandırmak, bu olayı da hakiki bir korku hikayesi olarak okumak istiyor. Lakin değil, ne yazık ki yine bu olay, ölüm kadar gerçek...

Gelelim bu haberi yayınlayan medya organının kullandığı dile. Haberin son cümlesi muhtemelen sizlerin de dikkatini çekmiştir; “Yaşadıkları kendisinin tercihi değildi ama ölümü kendisi seçti.” Bu cümle nedense bir gazeteci olarak bana hiç samimi gelmiyor; ve gazeteci olmanın ötesinde her şeyden önce bir insan ve gün geçtikçe tepemizde daha çok tiranlaşan ataerkinin hüküm sürdüğü bir ülkede yaşayan bir kadın olarak, cümledeki bu “kendisi seçti” yargısını, “her koyun kendi bacağından asılır” atasözüyle yoğrulan toplumsal bir “kurbanı suçlama” pratiğinin dekonstrüktivist  bir yansıması olarak yorumluyorum. İntihar etmesi aslında “yanlış” bir eylem medyanın aktarımına göre. “Savaşmalı mıydı?” ,“Yaşamaya devam mı etmeliydi?” yani bunu mu demek istiyor acaba diye öznel bir varsayım çıkarmaya müsait, kafa karıştırıcı bu tarz örtük cümleler habere konu olan öznenin toplumsal varoluşuna yönelik olarak yapılan ciddi müdahaleler. “Ne olursa olsun savaşmalıydı” ya da “intihar etmemeliydi” gibi gizli ibarelerle, haberin öznesini örtük bir yargılamaya da tabi tutarak bir nevi okuyucunun kişisel kanaatine bırakıyor bu intihar mefhumunu. Bir okuyucu olarak da bu haberi yazan muhabire çuvaldızı önce kendisine batırmasını öneriyorum.

Yıllar önce bu haberle bağlantılı olarak yayınlanan haberlerde yaşadıklarını, daha geçen haftaya kadar hayatta olan genç bir kadının üçüncü bir şahsın gelişigüzel kurduğu cümlelerle okuması, yaşadığı travmalara bu tarz umarsızca öyküleştirme müdahaleleri neticesinde yabancılaşması neticesinde savaşmaya yetecek kadar gücü kendisinde bulamaması onu ölüme götüren nedenler arasında sayılamaz mı? Benim kişisel muhayyilemde sayılabilir. Yaşadığı istismarın ve travmaların yeniden onu böylesine umarsız betimlemeler ve yukarıda da bahsettiğim ve gerçek olmasını istemediğim o görselle birlikte kesif bir bombardımana tutması, ne yaşattı bu genç kadına? Günde kaç defa gizlice açıp açıp okudu bu haberleri? Ya da defalarca baktı o görsele, “Bu kareli yüz ben miyim? Bu kan bana mı ait?” diye kaç kere sordu kendisine, gözleriyle arşınladı her gördüğü aynayı? Bilmiyoruz...Çünkü çoğumuz bu genç kadını “medya” aracılığıyla tanıyoruz, onun hakkında hüküm veriyor, ona “acıyor”, ona bir korku hikayesinin ilk öleni olarak üzülüyoruz.

Toplumsal bir yozlaşma yaşadığımız gerçek. Fakat bu yozlaşma kavramının içerik bakımından tartışılması elzem. Nedense insanların cinsiyetleri, meslekleri, ten renkleri, eğitim seviyeleri, zevkleri, yönelimleri, tercihleri, içtikleri içki, sevdikleri renk ve sayamadığım bir çok kimlik bileşenlerinin ötekiler olarak bir bütün haline getirilip toplumsal linçe tabi tutulması, kanımca günümüzdeki “yozlaşmış” olarak görülen bir çok grubun edimi olarak zikrediliyor. Sokakta yürüyen bir transın yanından geçerken “bunlar yozlaşmış arkadaşım yozlaşmış” diye kafasını sallayarak yere tüküren bir erkeğin, geceleri evinde “değerlerini” muhafaza etme biçimini merak ediyorum. “İntihar kendi tercihi” diyerek, bu genç kadının karakterine örtük bir acizliğin ibarelerini yansıtan muhabiri duygulandıran unsurların neler olduğunu bilmek istiyorum. Toplumsal ahlak denilen ve şahsımca en iyi “yozlaşma” kavramıyla açıklanabilecek bu iki yüzlülüğün gerçekliğini medyada, sokakta, otobüste, üniversitede, kısacası her mekanda görüyorum ve bu gerçekliğin bir öznesi ve kadın olarak da hedefi olduğum için bu serzenişlerde bulunuyorum.

İntihar ettiği için aciz olarak adlandırdığınız kadınların, LGBTİ’lerin, farklı ırka, farklı dine ve her etnik kökene mensup insanların yaşam haklarını gündelik yaşamdaki ayrılıkçı edimlerle kısıtlamakla kalmıyor, üstüne bir de medya yoluyla bize, bizi içine hapsettiğiniz dar alanda saldırıyorsunuz. Ölüm yeryüzünde yaşayan her canlı için diyalektik bir gerçek, fakat ölüm artık bu toplumda tahakküm etme pratiklerine sahip olan kişilerin başkaları üzerinde eyledikleri bir unsur haline geldi. Güçlü-güçsüz, normal-anormal, karşıtlıklarının içerisine hapsedilen bu cinayet pratiği, kimi zaman gizli özneler tarafından işleniyor; gencecik insanlar bu ülkede bundan dolayı intihar ediyor...

Adeta dev bir mezarlıkta yaşıyoruz...


[1] http://www.kamusaati.com/turkiye-haberleri/yurt-intiharinin-altindaki-igrenclik-gun-yuzune-cikti-h18193.html

[2] http://www.haberturk.com/gundem/haber/1333810-istismarci-babanin-anisina-dayanamayan-senem-canina-kiydi

 


Etiketler:
İstihdam