07/08/2009 | Yazar: Selçuk Candansayar

İnsan toprağı sadece mülk olduğu için mi sever? Hele doğup büyüdüğü toprakları.

İnsan toprağı sadece mülk olduğu için mi sever? Hele doğup büyüdüğü toprakları. O topraklar bir de zamanın kıyısında duruyor ve neredeyse çocukluğunda nasılsa ihtiyarlığında da aynı kalabilecek topraklarsa. Yuva nedir?
 
Yusufeli’nden Barhal ırmağını izleyerek Hevek yaylasına çıkıyoruz. Yol 55 km ama üç saati buluyor minibüslerin yaylaya ulaşması. Öyle olağanüstü bir doğa var ki, insan sürekli durmak, araçtan inmek, bakmak, seyretmek içinde kaybolmak istiyor. Dağların doruklarından, kuytularından, koyaklarından bitimsiz küçük çavlanlar durmadan Barhal’ı besliyor, coşturuyor. Irmak taştan taşa sekerek, kıvrım kıvrım kırıtarak Çoruh nehrine koşuyor.
 
Yusufeli’nden Kaçkarlara giden yol boyunca biz sanki derelerin, çavlanların boşalttığı yücelere doğru çıkıyoruz. Rehberlerimiz, Bulka’dan Sadık, Erhan ve Likya’dan kopup gelmiş Koray, sürekli HES’lerin kurulacağı bölgeleri gösteriyorlar. HES, hidroelektrik santralı; birkaç on yıl bilmem kaç megavat elektrik üretsin diye doğayı onulmaz, onarılmaz denli bozacak yapılar.
 
Erzurum’dan Yusufeli’ne giderken asıl büyük santralin Yusufeli’ni yok edeceğini öğrendik. Evet, koca bir ilçe sular altında kalacak. TOKİ, yükseklere toplu konutlar inşa ederek halkı oraya taşıyacakmış.
 
Barhal boyunca Erhan yıllar önce devletin afet konutu olarak yaptığı binaları gösterdi. Bir sel baskını sonrası harap olan evler için devlet yüksek bir tepeye toplu konut yapmış. İki katlı bitişik düzen binalar doğaya, coğrafyaya, binyıldır süren hayat tarzına taban tabana zıt olarak inşa edilmiş. Coğrafi koşullar nedeniyle dağınık yerleşimli bölgeye bitişik düzen toplu konut yapılmış! Üstelik ırmağın çook uzağına. Kimse gidip yerleşmemiş konutlara, insanlar evlerini yeniden inşa etmişler. Toplu konutlar ise ahır ve depo olarak kullanılmaya başlamış. Zaten kışın da yolu kapanıyormuş. Devlet ne halka sormuş konutları yaparken ne de doğaya, kültüre. Belki de ‘dağınık yaşamasınlar, toplansınlar bir araya’ diye düşünmüş olabilir.
 
Barhal köyünde mola veriyoruz; Kadir Topbaş’ın köyü. Köyün meydanında bir kahve var; girişte K. Topbaş’ın iki büyük posteri, kahvenin içinde R. T. Erdoğan, K. Topbaş ve AKP’nin ilk kurucularından bir kaç kişi daha. Köylüler, AKP’nin temelleri bu köyde bu kahvede atıldı diyorlar gururla. K. Topbaş ailesinin köyde oldukça büyük bir ‘konak’ları var. Barhal sular altında kalmayacakmış. Çoruh’un altına kurulacak dev barajla Yusufeli bölgesi tümüyle sular altında kalacak, ayrıca bölgeye yirmiden fazla HES daha kurulacak(mış).
 
Bölge halkı Fırtına deresi sakinleri gibi değiller, HES’lere karşı güçlü bir muhalefet gelişmemiş. Buruklar biraz ama ‘ne yapalım’ diyorlar. Yolculuk boyunca doğaya, hani insan sevdiğini bir daha göremeyeceğini hissederek uğurlar ya, işte öyle bir ruh haliyle ilerliyoruz.
 
İnsan düşünüyor. Buralarda doğmuş, buraları görmüş biri iktidar olunca, nasıl olur da gözü gibi bakması gereken topraklarını katledecek projeleri uygulamaya koyar, diye. Bölgedeki hiç bir konuta tadilat yapan, koruyan yok; çünkü sular altında kalacağı biliniyor.
 
Bu hal, bir tür kaba kapitalist modernleşme, teknolojiye, makineye öykünmeden başka bir şeyle açıklanamaz gibi görünüyor. Ondokuzuncu yüzyılın rant üreten sanayileşmesi gibi. Ne doğa, ne yurt, ne yuva; varsa yoksa makineleşme. Hayatları ve politik mücadeleleri kuramsal bir kapitalizm/ modernleşme karşıtlığıyla geçmiş, dinde bu karşıtlığın ahlaki, manevi kaynağını bulduğunu düşünmüş bu insanlar, nasıl da ondokuzuncu yüzyılın köylülükten kapitalistliğe sıçrayan Batılılarına benziyor. Trajik bile değil, yalnızca ‘banal’.


Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam