07/04/2010 | Yazar: Rahmi Öğdül

1940’larda, Taylorcu ilkelere göre seri olarak inşa edilen işlevselci, faydacı, rasyonalist modern konutlar karşısında hüzne kapılan Heidegger, insanın mesken tutmayı unuttuğundan yakı

1940’larda, Taylorcu ilkelere göre seri olarak inşa edilen işlevselci, faydacı, rasyonalist modern konutlar karşısında hüzne kapılan Heidegger, insanın mesken tutmayı unuttuğundan yakınmaktaydı. Bu konutlar her ne kadar insanların barınmasını sağlasa da mesken olarak konutun gözden kaybolduğunu fark etmişti. Etimolojik açıdan inşa etme, mesken tutma ve varlık kavramlarının aynı sözcükte (‘buan’) içerildiğine işaret eden Heidegger, mesken tutan bir kişiyi varlığın temel boyutlarına açık biri olarak tanımlar.  “İnşa ettiğimiz için mesken tutmayız, ama mesken tuttuğumuz, mesken tutan varlık olduğumuz için inşa ederiz, etmişizdir” diye belirtir. Mesken, insanın evrenle kurduğu özene, korumaya dayalı fiziksel ve tinsel ilişkinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Moderniteyle birlikte insanın yerle, evrenle kurduğu fiziksel ve tinsel ilişkisi kesintiye uğramış, dolayısıyla mesken de ortadan kalkmıştır: modernitede insan mesken tutmayı unutmuştur. Seri olarak üretilen modern konutlarda insanlar gerçekte mesken tutmuyorlar, kendilerine sunulan Taylorcu ilkelere göre inşa edilmiş makine-konut birimlerinde barınıyorlar sadece. Modern insan bir türlü yerleşemiyor, yerle samimi bir ilişki kuramıyor.

ÇATALLANAN BAHÇE
Akbank Sanat’ta sergilen, küratörlüğünü  Claire Le Restif’in yaptığı “Yolları Çatallanan Bahçe” temalı sergi, her ne kadar küratörün kavramsallaştırma çabaları bizi Borges’in öyküsü bağlamında başka bir yöne, farklı zamandan oluşan bir labirent fikrine yöneltse de daha çok mesken tutma sorunsalı etrafında gelişiyor gibi ya da bu şekilde okumak, anlamlandırmak istiyorum bu sergiyi; üç sanatçının katılımıyla gerçekleşen sergide işlerin çoğu meskenle alakalı çünkü.

Dört işiyle sergiye katılan Lara Almarcegui’nin, serginin girişinde yer alan işi ‘Relocated Houses”, Yeni Zelanda, Wellington’da farklı yerlerden sökülüp satışa çıkarılmış evlerin fotoğrafları ve bu evlerin tarihini anlatan metinlerden oluşuyor. Bir pazar yerinde yan yana dizilmiş ikinci el konutlar, kabuk değiştirmiş hayvanların ölü kabuklarından oluşmuş bir kasabayı andırıyor; konutların süpermarkette satın alınan nesneler, ölü kabuklar gibi muamele edildiğini gösteriyor.

Almarcegui’nin diğer işi, Londra’nın yakınlarında, bir zamanlar yerleşimlerin, sanayi tesislerinin bulunduğu bir yerken, daha sonları terk edilip kendi haline, çürümeye, entropi yasalarının insafına bırakılmış ve şimdilerde Londra olimpiyatları için yeniden tasarlanmayı bekleyen Lea Vadisi’nden slaytlardan ve bir kitapçıktan oluşuyor. Geçmişi ve geleceği içeren bir ara zaman ve mekân olarak vadi, mesken olamayan yapıları bekliyor.

Sanatçı Guillaume Leblon’un üzerine cam yerleştirdiği eski bir şezlong, kırılgan bir zeminde durduğumuzu, bir yere rahatça oturmanın, yerleşememenin sıkıntısını ifşa ediyor. Bir başka işinde ise Berlin otellerinden topladığı, arkasında otellerin konumunu gösteren sokak krokilerinin bulunduğu kartvizitleri bir araya getirerek bir şehir haritası oluşturmuş. Aynı yöntemi İstanbul’a da uygulayan Leblon, geçici konaklama, meskenleşememe mekânı olarak bir kent portresi sunuyor bize.

Jordi Colomer, İstanbul için yaptığı video çalışmasında bir Kafka öyküsünden yola çıkmış; haritadan kenti okumanın olanaksızlığını anlatıyor video. 4. Levent’te bir evin çatısında elindeki haritayla kenti okumaya, anlamaya, kendini kent içinde konumlandırmaya çalışan bir kadın, beceremeyince haritayı parçalayıp rüzgâra savuruyor. Diğer bir işinde Colomer, Şili’de Pozo Almonte kentinin nekropolisinden (ölüler kentinden) çektiği 33 fotoğrafı sergiliyor. İlk bakışta çöl ortasında canlıların yaşadığı derme çatma kulübelerden oluşan bir gecekondu yerleşimini andırsa da, yaşayanların kent dışında, ölüleri için ellerindeki malzemelerden yaptıkları gecekondu lahitlerden oluşan bir mezarlıktır burası. İçlerinde hiç kimsenin yaşamadığı ölü kabuklar olarak bu derme çatma yapılar, Almarcegui’nin “Relocated Houses” işine de gönderme yaparak meskenin öldüğünü bir kez daha hatırlatıyor bize.
Bir zamanlar evrenle kurmuş olduğu samimi ilişkiyi unutan modern insan, soyut haritalarla anlamaya, kendini konumlandırmaya çalıştığı kentlerde, konut adı verilen ölü kabukların içinde ne yazık ki mesken tutmayı beceremiyor. Not: Beyoğlu Akbank Sanat’ta yer alan “Yolları Çatallanan Bahçe” sergisi 8 Mayıs’a kadar izlenebilir.


Etiketler: kültür sanat
nefret