26/03/2017 | Yazar: Emre Korlu

Şehrin gürültüsünde, parmaklarınızın üzerinde yürüyüp sessizce evden çıkışınızı, gözlerinizde yanlışıma bir doğru bulmayı özledim.

Yokluğunuzun üzerinden geçen her yıl için bir saksı menekşe yetiştirdim. Boş kalmasın dediğiniz albümlerinizi ihmal etmeyip yeni fotoğraflar ekledim ve çok yaşlandım, gittiğinizden beri beyaza karışan siyahları ayıklamakla uğraştım. Şehrin gürültüsünde, parmaklarınızın üzerinde yürüyüp sessizce evden çıkışınızı, gözlerinizde yanlışıma bir doğru bulmayı özledim. Söyleyin Mualla Hanım, gitmeden önce aynanın karşısında kaç kez ağlıyordunuz?

Ani gidişiniz iç organlarımı parçaladı; aklımın içinde kalan yegane şey olmanızı dilerken yitirdiğim kaygım oldunuz. Söyleyecek çok şeyim varken, beş yaşıma girerken kaybettiğim çocukluğumdunuz. Her şeyin üzeri kapatılıyordu sanki birileri hiç yaşamadığınıza inandırmaya çalışıyordu beni. Oysa siz, tesahup ettiğim ne varsa onların başında yer alıyordunuz ve ne olursa olsun silinmiyordu alnımda bıraktığınız yolculuğunuz.

Giysilerinizi veriyorlardı; ben tahta merdivenleri hızla inerek milyonuncu intiharınıza yetişmeye çalışıyordum çünkü eksilen her şeyiniz sizi benden tekrar tekrar çalıyordu. Onarılmaz bir boşluk oldu hayatımda yokluğunuz. Babam ardınızdan kendi ölümünü dilerken, yaralarımı iyileştirmekle uğraşıyordum. Belki de sırf bu yüzden asla büyüyemeyen çocuğunuz olarak kaldım. Söyleyin Mualla Hanım, kaç asır sürecek gaybubet soğukluğunuz?

Sizinle hep aynı yolda yürüyeceğimi düşleyip durdum, hayal kırıklığına parmaklarınız dokunmuş gibiydi; evvelden beri aslında başlangıcı belli olmayan zamanın içinde bekledim yolunuzu. Geçmiş zamanda bir sabah, beyaz geceliğiniz sizi her zamankinden genç gösterirken yanımdan ayrıldığınızı hissetmemle ters yazılmaya başladı cümleler ve kitabınızın dokunmaya kıyamadığım son satırları oldunuz.

Duvarlarınızda var olmanın bahtiyarlığına bürünen kelebeklerin ömrü kadar yaşadınız sanki.

Bunu hissetmiş gibi size sarılışlarımın sonu gelsin istemedim, saç fırçanızdan masanın üzerinde duran aynanıza dökülen saç tellerinizi biriktirmekteki çabam, muhtemelen hep bu yüzdendi. Kendimi gideceğinize hazırlamak istemedim kilitlediğim sandığın içinde büyükannemin size bıraktığı, göğsünüzde sakladığınız, o mendil duruyordu ve sıklıkla çıkarıp kokluyordum onu, en çok kokunuzu unutmaktan korkuyordum.

Bir keresinde kapı aralığından ağladığınızı görmüştüm ne kadar da zarifti gözyaşlarınız. Tıpkı yüzünüz gibi ince ve şıktı. Kimse son zamanlarınızda nasıl içlendiğinizi duymadı.

“Giderken yalnızca sevgimi bırakacağım” demiştiniz öyle de oldu. Yokluğunuzla bomboş kalan evin soğuk pencereleri parmaklarınızın bıraktığı izlerle ısıttı içimizi ve kullandığınız her şey dokunuşlarınızı yitirmemiş gibi hep yeni kaldı. Anılarınızı özgür bıraktığımız gün daha mutlu olduğunuzu düşünmeye başladık.

Tamburun hüznüne değen parmaklarınızdan tanıdım sizi. Şimdi ne zaman üşüseniz yanaklarınızda kırmızı meyve utangaçlığı...

Ah çok güzeldiniz!


Etiketler:
nefret