27/01/2014 | Yazar: Tunca Özlen

Türkiye’de on yıldan uzun bir süredir yükselen ve kesişmeleri kaçınılmaz olan iki vektörden söz edebiliriz: Muhafazakârlaşma ve LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve trans) görünürlüğü.

Türkiye’de on yıldan uzun bir süredir yükselen ve kesişmeleri kaçınılmaz olan iki vektörden söz edebiliriz: Muhafazakârlaşma ve LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve trans) görünürlüğü.
 
12 Eylül faşist darbesinden bugüne değin süren, AKP iktidarı döneminde ise zirveye ulaşan muhafazakârlaşma, yaşamın her alanını etkisine almış durumda. Muhafazakârlık, oturduğumuz mahalleden bindiğimiz toplu taşıma aracına, kampüsümüzden işyerimize, bilgisayarımızdan yatak odamıza kadar, her yerde bizi izliyor. Muhafazakârlık tüm ideolojik ve kurumsal araçlarıyla kendi yaşam tarzını, toplumsal cinsiyet kalıplarını, ahlakını ve aile tipini topluma dayatıyor. Muhafazakârlığın siyasi taşıyıcısı olan AKP iktidarının dayattığı kurallar, ülkemizin emekçilerine, gençlerine, kadınlarına, Alevilere, ateistlere, LGBT’lere vs. yani Haziran Ayaklanması’nın tabanında genişçe bir yer tutan toplumsal dinamiklere dar geliyor. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, Türkiye AKP diktatörlüğüne sığmıyor.
 
Topluma giydirilmeye çalışılan bu deli gömleğini yırtıp atacağını Gezi’ye damgasını vurarak ortaya koyan LGBT’ler, son yıllarda yaşamın farklı alanlarında giderek daha görünür ve örgütlü olmaya başladı. Onur Yürüyüşü’ne katılım yıllardır on binlerle ifade ediliyor, yerelliklerde kurulan LGBT oluşumlarının sayısı hızla artıyor, pek çok kampüste öğrenci kulüpleri kuruluyor, alternatif basında meseleyi duyarlılıkla ele alan haberlerin sayısı artıyor, Meclis’te bulunan bazı partiler artık “LGBT aday” çıkarmakta bir beis görmüyor…
 
İşte bu iki olgunun, muhafazakârlaşmanın ve LGBT görünürlüğünün “çakıştığı” yerde kendilerine “muhafazakâr LGBT” denilen, bir kısmı amiyane tabirle meşhur, çoğunluğu ise her gün yanımızdan geçip giden insanlardan oluşan bir kesim duruyor. Yaşamını muhafazakârlığın beraberinde getirdiği kısıtlayıcı kurallara göre düzenleyen bu kesim arasında gizlilik egemen; yani cinsel kimliklerini beyan etmiyor, kamusal alanda görünür olmuyor, zinhar örgütlenmiyorlar. “Meşhur” (burjuva da denebilir) olanlar ise paranın verdiği güçle hem muhafazakâr, hem de açık LGBT olabilmenin ayrıcalığını yaşayabiliyorlar.
 
Bir dönem yaptığı “Muhafazakâr eşcinselim” açıklamasıyla gündeme gelen Cemil İpekçi’nin, Tayyip Erdoğan Davos’ta “one minute” şovu yaparken Fransız Sokağı’ndaki atölyesinin penceresinden “İşte benim başbakanım” diye çığlıklar attığını biliyoruz. AKP’nin icraatları lağım çukurlarından taşıp ayakkabı kutularını doldurunca ancak, İpekçi “Bizleri yok sayanları bizler de seçimlerde yok sayacağız” diyebildi. Buna da şükür.
Muhafazakâr LGBT” modelinin son örneğini ise, bir kandil akşamı televizyon programına türbanla çıkıp ilahi okuyan Bülent Ersoy oluşturdu. Ses getireceği aşikâr olan bu tavır üç farklı biçimde yorumlandı. Ersoy’un cinsiyet kimliğinin, trans olmasının türbana ve dini değerlere leke sürdüğünü dile getiren gericilerin transfobik yorumları sosyal medyada geniş bir yer tuttu. “Diva” diye hitap ettikleri Ersoy’un bu hareketiyle ezber bozduğunu söyleyen hayranları, her karşı görüşü “transfobi” olarak yaftalamayı sürdürdü. Benim de paylaştığım yaklaşım ise, muhafazakârlık ile LGBT varoluşu arasındaki derin çelişkiye dikkat çekti.
 
Herhalde beklemediği bir eleştiri (ve ilgi) yağmuru ile karşılaşmayan Ersoy, konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Bundan kısa süre önce yılbaşı akşamı transparan kıyafetimi ayakta alkışlayan sizdiniz” sözleriyle kıyafet tercihini cinsiyet kimliğine veya inancına değil, günün anlam ve önemine göre yaptığını itiraf etmiş oldu. Oysa meselenin magazinsel boyutundan önce tanınma ve gericilik gibi arada kaynamaması gereken yanları var.
 
Kapitalizmin LGBT’leri tektipleştirme, standart davranış, konuşma ve giyim kalıplarına sokma, belirli meslek dallarına (moda, medya, eğlence sektörü, seks işçiliği vs.) hapsetme yönündeki eğilimi, “Fena mı işte LGBT realitesi tanınıyor” denilerek meşrulaştırılamaz. Tanınma, her kimlik hareketinde olduğu gibi LGBT hareketinde en yaşamsal, öbür taraftan adım adım elde edildikçe sistemin içine hızla çekilme tehlikesi doğuran taleptir. Tanınmanın beraberinde sistem içinde asimile olmayı getirmemesinin tek yolu, yasal / hukuki eşitliğin sınıfsal eşitlik talebi ile takviye edilmesidir.
 
Aksi takdirde kendi kadınını, Kürdünü, Alevisini yaratmaya çalışan AKP rejimi, “muhafazakâr LGBT” modelini dolaylı mekanizmalar aracılığıyla yaygınlaştırarak gizli, örgütsüz, heteronormativeyi içselleştirmiş bir LGBT kesimi yaratmayı başarabilir. Zaten gericiliğin LGBT’leri başka türlü kabul etme şansı yoktur. Muhafazakâr kimlik içselleştirildikçe LGBT kimliğin arka planda kalacağı açık. Bu bağlamda türbanıyla ilahi okuyan Bülent Ersoy, sistemin LGBT’lere sunduğu bir modeldir. Bu model reddedilmelidir.
 
LGBT’lere yaşam hakkı dahi tanımayan İslam ideolojisinin egemen yorumunu esnetmeye yönelik girişimler ise kesinlikle beyhudedir. Dinin siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamı düzenleyen referanslardan biri, hatta başat unsuru haline geldiğini bir kez kabul edip, bu örüntü içinde LGBT’lere yer açmaya çalışmak, yalnızca gericiliğin LGBT’ler arasında meşruiyetini genişletmesini sağlar. “Hoşgörü” gibi karşı tarafa üstünlük tanıyan kavramlara asla bel bağlanamaz. “Muhafazakâr LGBT” modeli ile bu modelle barışık bir dini referans yaratma çabası birbirini tamamlamaktadır. Bu yüzden ikisi birden reddedilmelidir.
Kuran eşcinselliği yasaklıyor olabilir, kadınlara yönelik ifade ve kurallar ortada iken bu kimse için şaşırtıcı olmaz. LGBT hareketinin popüler sloganını uyarlarsam: “Velev ki günah!”
 
Açıkçası beni şu ya da bu dinin buyrukları değil, sınıflar mücadelesinin ürünü olan evrensel insan hakları ilkeleri ilgilendirir. Yüzlerce yıl öncesinin toplumlarına uygulanan kuralların, nice devrimlere, alt üst oluşlara, yıkımlara tanıklık etmiş çağımızın ötesinde düzenlemeler içermesi zaten beklenemez. Dünyanın birkaç on yıldır, Türkiye’nin ise son senelerde çok daha fazla tartışmaya başladığı LGBT meselesi, dini referanslar üzerinden ele alınamaz. Tabloyu tamamlayan bu üçüncü unsur, yani dinsel otoritelerin konunun mutahabı olması da reddedilmelidir.
 
AKP eliyle büyük ölçüde tasfiye edilen laiklik, Türkiye’de yaşayan LGBT’ler için yaşamsal değer taşıyan ve ayağa kaldırılması ancak emekçi karakterli yeni bir aydınlanma mücadelesi verilmesine bağlı olan bir kavga başlığıdır. Şeriatın LGBT’lere sadece yağlı urganlar vaat ettiği gerçeği karşısında LGBT hareketi aydınlanmacı kimliğini güçlendirmeli, gericiliğin payandası olan liberallerin “elitizm, toplum mühendisliği” safsatalarını ciddiye almayı bırakmalıdır.

Kurtuluşumuz ne tesettüre girmekte, ne imamların iki dudağının arasında, ne de kutsal metinlerin satır aralarında. Dinsel dogmalar yerine laik kurallarla yönetilen, evlilik dâhil yurttaşlık haklarının güvence altında olduğu, eşit ve özgür bir ülkeyi tüm sömürülen ve ezilen kesimlerle omuz omuza mücadele ederek kuracağız. 


Etiketler:
İstihdam