29/07/2011 | Yazar: Alina

Bize çok uzakta görünen şeyler, gelir ışıtır yine hayatımızı. Nasıl istiyorsak nerede istiyorsak. En azından bunu dilemek uzak görünmüyor.

Uzun zaman sonra KAOS GL okurları için içimden birşey yazmak geldiğinde –ki bu kendi içimin, dahil olduğu dünya hakkında fark edişleri anlamı da geliyor- başlığımı “Bir Yerlere Mektup” diye seçtim. Yazacağım “mektubun” alıcısı belli olmayacaktı. Öylesine evrene bıraktığım bir ses olsun, büyüsün, anlaşılsın istedim.  En azından bir yerlerde karşılık bulsun, sıkıca dilenmiş şeylerin sıcaklığını birilerinin hissetmesini bekledim. Mektubumda çok iyi niyetlice, düşleri, umutları, yarınları kirletilmemiş, haklarının üstü kapatılmış biri olup, hatta bunlardan haberi olmayan, “dili bunlarla tanışmamış” bir çocuğun dünyasından yazacaktım.
 
Ama Nakka!
 
Lakin yazmaya başladıktan hemen sonra yazı evrildi ve kendini “eleştiri” haline soktu. İçsel bir anlatma çabası, hırslı cümleler, keskin yargılara vardı ucu. Anladım ki bazı şeyler çok uzaktan bakıyor bize bazen. Üstüne basılan dünyamızda birçok şeyin eksildiği, tahammülünü azalttığını görüyoruz. Yani sonuçta bir çocuk olup, bir “dilekler mektubu” yazamıyorum.
Hepimizin kişisel var oluşunda “mekanın” inkar edilemez bir yeri vardır. İnsanla olan ilişkimizden daha önce başlar mekana olan dokunuş. Hepimizin sık sık dahil olduğu mekanlar vardır işte, üniversiteler, iş yerleri, evler vs vs…
 
Burada mekandan yola çıkıp ele almak istediğim şey dahil olduğum mekanlarda-ve biliyorum olmadıklarımda da- sık sık eşcinselliğin konuşulması. Her ne zaman bu konu açılsa Türkiye’de kendi yaşamı hakkında bile 3- 5 cümlesi olmayan her sıradan vatandaş bile “eşcinsellik” ya da “bir eşcinselin yaşamı” söz konusu olduğunda, bilirkişi kesilir, kesin hükümlere varır ve fikirleriyle dünyayı ışıtıverir. Zevzeklik diz boyu ömürlerde. Buna sık sık şahit olmakla beraber, bu durum geçen günlerde bana çok içinde olduğum ama öncesinde fark edemediğim bir durumun bende aydınlanmasına yol açtı.
 
Farkına vardığım şey eğer bir toplumda, bir alanda ya da bir mekanda sık sık “eşcinsellik” yada öteki olmaya yol açabilecek bir mevzu konuşuluyorsa, konuşanlar “öteki” değilse bunun tek bir nedeni var; “dünya benim aslında!”
 
Evet, bilinç altlarında yatan gerçeklik; aslında dünyanın onlara ait olduğu, onları hüküm sürmesi, yasaları var etmesi, kuralları koyması gereken bir “mekan” olduğu. Yani bir eşcinsel ya da herhangi bir diğer öteki onların dünyasına sıkıştırılmış “fazlalık”, törpülenmesi gereken bir çıkıntı.
 
Peki, kabul edelim dünya onların. Onlar tek egemen ve sahip!
 
Neden heteroseksüelliği hiç konuşmuyoruz? Çoğunluk ve “normallik” içinde bile olsa yaygın olan şeylerin doğruluğundan kim emin olabilir ki?
 
İşte bu yüzden geçenlerde üstüne düştüğüm bir konuşmayı bu açıdan eleştirdim.” Şu an bunu konuşuyor olmanız bile, dünyayı kendi noktanızdan ne kadar ele aldığınızı gösteriyor, sahibi olduğunuz hissi yaratıyor. Dünya kimin ki? Benim de, onunda, sizinde. Kimse kimsenin dünyasında yaşamıyor, bundan kurtulun” gibisinden cümleler ettim.
 
Hayatımıza bırakılan, haksızlıklar karşısında kendiliğinden ortaya çıkan bir sürü soru var aslında “bu dünya kimin’den” başka. Lakin soruları yaratanlar, sistem, insanlar, hatta bazen aşık olduğumuz kişi onlara sormak istediğimiz de ortada olmazlar. Bize sorular kalır, acı bilincinin düğümünde. Bir çeşit açıkta kalma durumudur bu. Peki, muhattabı kim?
 
Umarım bize çok uzakta görünen şeyler, gelir ışıtır yine hayatımızı. Nasıl istiyorsak nerede istiyorsak. En azından bunu dilemek uzak görünmüyor...
 

Etiketler:
İstihdam