30/08/2018 | Yazar: Umut Güner

Herkesin yoğurt yiyişi farklıdır ama tek tip bir cinselliğimiz olmak zorundadır (!)

Kaos GL’nin cinsellik sayısına bir şeyler yazmak için kafa yorduğum günlerde gittiğim bir eğitimde katılımcılardan genç biseksüel bir kadın, siyah bir katılımcıya “LGBTİ konusunda ne düşünüyorsun?” diye sordu. Bunun üzerine siyah, Müslüman, erkek katılımcı; bizim toplumuzda Avrupa’daki gibi çok değiller. İnsanların eşcinsel olmasını teşvik etmemek lazım” diye yanıt verdi. Arada geçen diyaloğun bir yerinde de “bence erkek için kadın, kadın için ise erkek olmalıdır” dedi. Türkçeyi yeni öğrenmişti ama homofobinin küreselliğinden olsa gerek derdini çok güzel anlatmıştı. Bu yanıtı verince eşcinsellik meselesi ile karşılaşan herkesin güvendiği dağlara sırtını dayamış oldu. Kamusal alanda “ben heteroyum” demeden de buram buram heteroseksüel olduğunu ima etmiş oldu. Ama kaçırılan bir şey var ki; birçok eşcinsel, biseksüel ve trans da cinsel yönelim, cinsiyet kimlikleri ve cinselliklerini keşfetme aşamasında bu soruları kendilerine soruyor. Hatta en az homofobik heterocanlar gibi orada burada umarsızca konuşuyorlar. Çünkü gerçekten cinselliğin kadın ve erkek daha doğrusu sadece penis ve vajina arasında bir ilişkiden ibaret sanıyorlar.

Bu sanrı ile de eşcinsel, biseksüel ya da trans biriyle karşılaştıklarında akıllarına gelen ve dudaklarından dökülen ilk soru “O işi nasıl yapıyorsunuz?” oluyor. Evet gerçekten o işi nasıl yapıyoruz? Özgürleştiğimiz oranda cinselliğimiz de özgürleşiyor. Umarsızca sevişiyor, bedenlerimizi özgürleştiriyoruz, birbirimizi özgürleştiriyoruz. Tabii ki bekledikleri yanıt bu olmuyor. Gey seks ne kadar “iğrenç” gelse de ortada bir penis olduğu için durum anlaşılabilir iken özellikle “iki kadın nasıl yapıyor” sorusu “penis olmadan olmaza” geliyor. Ve tabii ki “penis olmadan olmadığı için de”; “penis sahibi adamlara” her daim laf düşüyor. Böylece cinselliğimiz mercek altına alınıyor.

Eşcinsel, biseksüel ve trans sosyalleşmesi içinde de insanların kendi ezberlerini yaratma ve üçüncü kişilere dayatma eğilimi var. Herkesin yoğurt yiyişi farklıdır ama tek tip bir cinselliğimiz olmak zorundadır (!) Kendi cinselliğimiz, kendi deneyimimiz bizim normumuz oluyor. Heterolar kadar olmasa da kendimize benzemeyen herkesi garipseriz. Bu arada kimse benzemez zaten bize.

Türkiye’deki LGBTİ+ hareket için internet, milattan önce sonra gibi tarihsel bir işleve sahip. İnternetin yaygınlaşması öncesinde insanların kendine ilişkin bir bilgiye ulaşması, kendi gibi insanları bulması imkansızdı, kimi bulsak onunla idare ediyorduk. O yüzden şimdilerde kızkardeşlerimiz olan lubunyaların birçoğu ile tatlış seks maceralarımız oldu.

Parklar, sinemalar, hamamlar ve barlar cinselliği aradığımız, kendimiz gibi olabildiğimiz mekanlardı. Ben kendi adıma parkın öyle “canlı” olduğu zamanlara yetişemedim. Benim kendimle birlikte parkları keşfettiğim zamanlar, parkların yavaş yavaş güvensiz yerler olmaya başladığı zamanlardı. Ama gene de parkta biriyle flörtleşen bakışlarla birbirimizi süzüp, yanına oturup, tanışıp, sonra da “yer varsa” yerimize yoksa parkın kuytu köşelerine gider, sevişirdik.

Sinemaya bir türlü alışamadım. Bir arkadaşım ilk kez beni götürmüştü. Nerede ne yapmam gerektiğini uzun uzun anlatmıştı. Bizimkiler arka 3 koltukta oturuyordu, paralı çalışan ablalar vardı ve onlardan ve onların gözüne kestirdiklerinden uzak durmak gerekiyordu. İlk önce araya bir koltuk boşluk bırakıp oturmam lazımdı, karanlıkta gözlerimiz denk geldi mi bu bir davetti ve yanına oturabilirdim, yanına oturduktan sonra onun harekete geçmesini beklemek her zaman için en güvenilir yoldu ama o harekete geçmedi mi de en azından bacak bacağa sürtme ile sürecini başlatabilirdim. Sinemada yapılacaklar köfte ve süpet ile sınırlı idi. Ha sinemacıyı tanıyorsan, film devam ederken tuvalette belki ayak üstü bir koli kesebilirdin. Benim için fazlaca yorucu, gergin ve karanlık bir işti. Malum kime ne yaptığını da her zaman göremiyordun. Tabii ki sinema hikayem tek seferle bitmedi ama toplasan on kere gitmedim. Gidemedim.

Hamamlar! Evet benim uzmanlık alanım hamamlardı. Parklar kadar olmasa da en azından hamamın son demlerini dolasıyla yaşadım. Hamamda hepimiz peştamallıyız. Elimizde telefonlar, kıyafetler yok. Birbirimize daha çok benzediğimiz bir yer. Tabii ki hamama girer girmez seni bekleyen bir dünya yakışıklısı olmuyor. Hamamın da bir adabı oluyor. “Aktif”ler daha ağır abi modlarında iken, peştemalle lubunyalaşmaya çalışan bizler çok da abartmadan laçonun gözüne girmeye çalışıyoruz. O gözleriyle buyur dediğinde ya onun duşa kabinine ya da kuytu bir yerlere gidiyor ve sevişiyorduk. Hamam sinemaya ve parka nazaran daha güvenli bir alan oluşturuyordu. Çünkü gasp edilme, madiliğe uğrama ihtimaliniz neredeyse hiç yoktu. Ankara’da eşcinsellerin sıkça gittiği hamam, Avrupa Birliği tarafından desteklenen kültürel mirasın korunması programı kapsamında restore edildikten sonra hetero olmayanları almamaya başladı.

Barda ise her zaman şikayet ederdik. Başka birine değmeden, dokunmadan dans edemiyorsun, bara girip çıktığında en az 50 kişiyle temas ediyorsun diye. Ama sonradan geniş geniş barlarımız olduğunda anladık ki gey bar dediğin dar olurmuş, en uzak köşedeki laçoyu bile göz hapsinde tutabilmen gerekirmiş. Bar benim hiç uzmanlaştığım bir yer olmadı.

Bar saat 4.00 gibi kapanırdı. O yüzden saat 3’e kadar birini buldun buldun; yoksa geceyi yalnız geçirmek zorunda kalırdın. Ara ara al kattaki trans barına gidip, laçolara köfte alıkıp gey bara geri çıkardık. Alt katın rahatlığını bulamadığımız üst katta daha mızmız ama daha güvenli koli çıkartma umuduyla beklerdik. Bardan koli bulmanın bu kadar zahmetli olmasından mı yoksa uykuyu sevmemden mi bilmiyorum bar geyi olmak her daim zor gelmiştir. Hatta gey olmak ne kadar zor diye düşünürdüm bara gittiğim her gece. Dans edeceksin, kim bakıyor bakacaksın, kolini kimseye kaptırmayacaksın, bir de o kadar saat ayakta bekledikten sonra eve gidip sevişeceksin. Tabii ki bu kadar isteksiz olduğum için her daim mutsuz çıktığımı hatırlıyorum.

İlk sevgilimi bardan çıkardım ama bar öncesinde 20 gündür birbirimize yazıyorduk. Adım atamıyorduk malum. Bar sadece süreci hızlandırdı. Onun dışında İstanbul’da bir barda birilerine söz vermiştim, biri gelmezse diğeri gelir, gelenlerden birini beğenmezsem diğeriyle giderim diye 3 kişiyle sözleştim ve sonunda üçü de geldi ve ben üçünü de beğenmiştim. Üçünü de eve götürmüştüm. Sonrası malum diyemeyeceğim, çünkü ayılarla birlikte olanlar pek birbirlerine değmeyi sevmedikleri için sırayla kolileşmek zorunda kalmıştık. Ankara lubun camiası çok küçük olduğu için mutlaka flört ettiğin biri bir başkasının eski kocası, öbürünün tarizi çıkıyor. Doğal olarak insan zamanla uzaklaşıyor.

Gündüz öğrenciler için, akşam 18:00-24:00 arası da çalışanlar için internetten partner bulma saatleri idi. Her gün uzun uzun öyle yazışmazdık. Bir saat yazıştık mı emin olurduk. Bir de profil sitelerine güvenli olmadığı için fotoğraf yüklemezdik. Lubunya mail adreslerimiz olurdu oradan gönderirdik birbirimize fotoğraflarımızı. İnternet çok yaygın olmadığı için seks yapmaya karar verdiğimiz an girerdik. Birini bulana kadar zaman geçirirdik. Bulduğumuz an buluşur, birbirimizi beğendiysek sevişirdik. Beğenmediysek kibarca teşekkür ederdik. Buluşacağımız kişi buluşma noktasına bizden önce geldi ise eğer onu hiç beğenmedik ise “selam bile vermeden” uzaklaşırdık.

A_yer_var’lara her daim kuşkuyla yanaşırdık. Çankaya bölgesine daha bi içimiz rahat giderken Altındağ, Mamak, Keçiören’de hep bir “acaba”mız olurdu. Gittiğimiz evin adresini en yakın lubun arkadaşımızla paylaşırdık. Başımıza bir şey gelecek olursa, bizden haber alamazsa nerede olduğumuzu bilsin diye. Yer_var_pasifler ise diğer pasiflerden daha bir cazip olurlardı. Çünkü yeri olan pasifin direk evine gidilir. Yeri olan aktif ile dışarıda buluşulur gibi lubun kuralları vardı. Kim nerede ne zaman koymuştu bilmiyorum ama lubun ablalarım bana öyle öğretmişlerdi.

Bazen günah geceleri yapardık. 6’da birileriyle buluşmak için internet cafeye giderdik. Oradan biri çıkmazsa hemencecik parka. Parktan 12.00’ye kadar bir şey çıkmazsa biraz daha bekleyip kendimizi ağırdan satıp 1 gibi gibi bara giderdik. Bar saat 04.00 gibi kapanırdı. Yoksa şansını hamama saklayacaksın. Hamama sabah 5 gibi girdiğimiz zaman sabah 09.00 gibi çıkmak zorunda kalırdık. Sonrasında haftasonu askerlerin serbest günü hem park hem sinema biraz daha eğlenceli olabilir diyerek yeniden lubunya kolisizlik döngüsüne dahil olurduk.

Lubunyalığımızla bunlarla uğraşırken bir yandan da hareket içinde toplumsal cinsiyet rollerini tartışmaya çalışırdık. Aslında aktif diye bir şey yok, herkes pasif olabilir tadında başlayan sonrasında toplumun bize yansıttığı klişelerle birbirimizle uğraştığımız zamanlarda birbirimizden ne kadar farklı olduğumuzu ve farklı cinsellikler deneyimlediğimizi fark ederdik kendiliğinden.

Eşcinsellikten konuşmaya başladığımızda aslında hep erkek cinselliğinden konuştuğumuzu ve erkek cinselliğinin de hep bir performans ve birbirimize hava atma ya da üçüncü kişinin gıybetini yapmak şeklinde ilerlediğini görünce Kaos GL PolitBürosu, cinsellik konuşalım demişti. Erkek cinselliği, erkek erkeğe seks, vücut sıvıları üzerine konuşmaya çalışmıştık. Bedenlerimiz üzerine dolandık biraz.

Sonra bir sevgili bulunca kendiliğimden bütün bu muhabbetlerden uzaklaştım. 6 sene sonra sahalara tekrar döndüğümde baktım lubunya ortamına uyum sağlayamıyorum, eskisi kadar genç ve güzel de değilim. Yeniden bir sevgili yaptım. Behlül kaçar dedim. Malum cinsellik tekken daha rahat konuşulur, çift isen sadece kızkardeşlerinle paylaşırsın! 

*Bu söyleşi ilk olarak Kaos GL dergisinin Cinsellik dosya konulu 161. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz. 

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 


Etiketler:
İstihdam