07/01/2011 | Yazar: Buğra Tokmakoğlu

Yine yaygara başladı dört bir yandan.

Yine yaygara başladı dört bir yandan. Sosyal paylaşım ağları kilitlendi, televizyon ekranlarında konu sıkıntısı çeken yapımcılara gün doğdu.
 
Muhteşem Yüzyıl dizisi ilk bölümüyle seyircileri ekrana kitlerken kendiyle beraber onca tartışmaya zemin hazırlayarak varoluş amacını fazlasıyla yerine getirdi. Twitter’ın Türkiye istatistiklerinde Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı, Muhteşem Yüzyıl gibi kelimeler kullanma sıklıklarıyla tavan yaparken, Facebook’ta dile getirilen düşünce ve yorumlarla herkes birbirine efendilik taslayarak kavgalara girişti.
 
Oldukça yüksek bütçelerle hazırlanan reklam kampanyaları, gazete, dergi ve televizyonlardaki tanıtım faaliyetleri ile Muhteşem Yüzyıl’ı oldukça merak edenlerden biriydim ben de. Kiraze, Nurbanu gibi özellikle harem yaşantısından kesitler sunan kitapları büyük bir heyecanla okumuş biri olarak dizinin harem üzerinden nemalanacağını az buçuk tahmin edebiliyordum.
 
Sırça köşklerde yatan, tarihi bilgileri halk seviyesine indiremeyen saygıdeğer tarihçilerimizden, tarih bölümünde okuyan nice arkadaşımıza kadar herkes diziye kötü yönlü eleştirileri sıralayarak bu tartışmanın bir yönünde benim de adım duyulsun telaşından pay kaptılar çaresiz. Ancak kaçırdıkları ve belki de bildikleri ancak dile getiremedikleri birkaç durum vardı tarih bilimiyle ilgili. Resmi tarihin dışında kalan, anlatılar ya da anılar üzerine tarih biliminin katkısına sunulan “belgeler” ile ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda hazırladıkları resmi tarihlerinin yanında başka ülkeler tarafından genellikle elçiler ya da dış temsilciler tarafından hazırlanan metinler, yazışmalar ve gezgin veya seyyahların eserlerinde geçen dipnotlar bizlerin duymak istemeyeceği türden bilgilerle önümüze gelebiliyor zaman zaman… Dolayısıyla ille de resmi tarih serzenişi çok geçerli değil bence.
 
Devletin kendi eliyle hazırladığı bilgiler doğrultusunda, kendini geliştirmeden, eleştiriye kapalı olarak, güncel bilgi ve belgeleri değerlendirmeden ya da görmezden gelerek kalıpyargılarla eleştiri yapanlar dinozor tavırlarından taviz vermedikleri için alkışlanabilir. Ancak bu yargılarla beraber, bu kişilerin dinozor oldukları gerçeği asla değişmeyecektir.
 
“Alırız kellelerini” şeklindeki çıkışlarıyla televizyon dizisine amansızca saldıranlar o dizide geçen konu itibariyle her noktanın birebir aslına uygun yapılamayacağının bilgisine ulaşamıyorlar mı acaba? Televizyon dizileri ticari birer kaygının ürünleridir. Daha çok reyting, daha çok reklam, daha çok sansasyon ve daha çok isim duyurma telaşı ile yapılırlar. Sevgili tarihçilerin ve kıvım kıvım kıvrılan eleştirmenlerimizin çabası güzel bir tarihi belgesel çekilerek karşılanabilir diye düşünüyorum. Atatürk’ün ölümünün üzerinden onlarca yıl geçmişken bir dört dörtlük Atatürk belgeseli dahi çekememiş bir ülkenin evlatları olarak sizlerin tarif ettiği biçim belgesel kalıplarına uyar, o da televizyon dizisi şeklinde yayınlanmaz zaten.
 
Keşke bu kadar çok koşturup televizyon, televizyon dolaşıp bilgi aktaracağınıza, zamanında Can Dündar ve Mustafa’yı eleştirdiğiniz günlerdekinin aksine sağlam tarihi bilgilerinizle ortaya çıkacak muhteşem bir belgesel koyabilseydiniz.
 
Muhteşem Yüzyıl sayesinde azıcık da olsa meraklanıp bilgisayar klavyesinde iki tuşa basıp Osmanlı’yı ya da Kanuni seferlerini merak edenler çıkarsa eğer, bence başarıdır. Dizi zaten reyting, para ve reklam üzerine kurgulamaya devam edecek kendini.
 
Bu ülkede medya okuryazarlığı bilinçli bir biçimde yerleştirilebilseydi eğer, televizyon dünyasının kurmaca yapısı karşısında her denilene aldanmayan ve kafası çalışan bilinçli bireyler olurdu ülkemizde. Bu şekilde olduğunda sizler televizyon kanallarında program program dolaşıp onları bilgilendirmeye çalışmazdınız, belgesel çekerdiniz. Biz de tarihimizi daha iyi öğrenirdik, resmi bilgilere göre.


Etiketler: medya
İstihdam