07/03/2014 | Yazar: Yıldız Tar

Yıldız Tar, "Kadınlar Arasında"yı yazdı: Ebediyete uzanan bembeyaz ve sıkıcı bir koridorda muzipçe sırıtan bambaşka şekillerde, boyutlarda, renklerde kapılar...

Ebediyete uzanan bembeyaz ve sıkıcı bir koridorda muzipçe sırıtan bambaşka şekillerde, boyutlarda, renklerde kapılar... Bir kısmı açık, bir kısmını açmak için kolu çevirmek yeterli... Bir kısmının ise üzerine zincirlerle birbirine geçmiş paslı kilitler konulmuş. Açabilmek için; açmamak gerekli ...
 
Metis Yayınları bir süredir “Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle” üst başlığıyla öykü derlemeleri yayınlıyor. Belli bir tema üzerinden çok sayıda yazarın öykülerinin buluştuğu bu çalışmalara iki yeni kitap eklendi; kadınlar arasındaki aşkı konu alan “Kadınlar Arasında” ve şüpheli asker ölümlerinin etrafında dolanan “Merhaba Asker”.
 
Henüz okuma fırsatı bulamadığım “Merhaba Asker” bu yazının konusu değil. Veya belki de tam olarak bu yazının konusu ancak benim kalemimin harcı değil. Zira; aslında şüpheye yer bırakmayacak şekilde net cinayetler olan kışlada şüpheli asker ölümleri, erkeklik, militarizm ve kadınlar arasında aşk çok da bağlantısız değil. Bağlantılar görünmez kılınarak kimlikler hapishanelerindeki “şık” hücrelere kapatılsak da...
 
Mungan’ın deyimiyle bir seçki kitabı olduğu kadar, bir tür edebi küratörlük çalışması içeren, yazarları temel bir tema etrafında birlikte harekete geçirerek ortak bir iş kotarmayı amaçlayan bir “tasarım kitabı” olarak da değerlendirilebilecek “Kadınlar Arasında”nın çıktığını duyar duymaz kendimi Metis’e attım. Sevdiğim yazar Murathan Mungan, sevdiğim başka yazarların bu seçki için yazdığı öyküleri derlemiş, daha ne olsun? Bir öykü müptelasına verilebilecek en güzel naciye! (Anlayan anlar burayı diyelim ve geçelim)
23 yazar, 23 hikaye, 23 kapı...
Seçkide 23 yazarın yazdığı öyküler yer alıyor. Hepsini henüz okuyamasam da, okuduğum kadarı çok güçlü bir resim canlandırdı kafamda. Ebediyete uzanan bembeyaz ve sıkıcı bir koridorda muzipçe sırıtan bambaşka şekillerde, boyutlarda, renklerde kapılar... Bir kısmı açık, bir kısmını açmak için kolu çevirmek yeterli... Bir kısmının ise üzerine zincirlerle birbirine geçmiş paslı kilitler konulmuş. Açabilmek için; açmamak gerekli...
 
İsmiyle müsemma Kader
Arkadaş önceliğimi kullanıp ilk okuduğum öykü Karin’in “Müsemma”sı oldu. Eflatun yuvarlağı bir hobbit oyuğu kapısı karşıladı beni Müsemma’da. Yarı açık bu kapıdan girmek çok da zor olmadı. Ama oyuk mantığına uygun bir şekilde inşa edilmiş bir kurguyla labirentlerde gezintiye çıkardı Müsemma. Yetmedi, başka başka kapılar çıktı içeride.
 
Öyküyü anlatıp da okuma zevkinizi bozmayacağım. Ama demeden de çatlarım, Kader hakikaten ismiyle müsemma! Deli Kader, fevri Kader, izbe bir barda sevdiği kadının elini masa altından tutan Kader, aydınlık bir kafede ne hissettiğini bilmediği mazisinin dudaklarına yapışan Kader... Herhangi birinin onun dengesini bozmak için çok “cesur” olması gerektiğini fark etmeyen Kader...
 
Kader’de biraz kendimi buldum. Klişe bir okuyucu olarak zaten her metinde kendimi bulma hastalığım hat safhada. Tabi kendimde Kader’i bulmuş da olabilirim. Ruhun hakikati bir yerlere ilerleyen çizgilerle pek anlaşılamıyor. Kader mi önce geldi, ben mi önce bilinmez...
 
Kimmiş bu büyük lezbiyenler?
İsmiyle müsemma Kader’i kaldığı yerde bırakıp, “büyük lezbiyenlerle” tanışmak için yola revan oldum. Karin’in yarattığı kapı içre kapılardan beyaz ve sıkıcı koridora dönmek şok etkisi yaratsa da, Fatih Özgüven’in ultraviyole ışıklı, yaldızlı, şaşaalı kapısı kadından, kadınlar arası aşktan, lezbiyenlerden başka herkese açık “büyük lezbiyenler”in dünyasına taşıdı ansızın. Lunaparkta toplamda beş dakika süren bir gondola biniverdim hızlıca.
 
Özgüven; kadınlar arasında olamayan, erkek hayallerinin derinliklerini “süsleyen”, kendisi için değil şişirilmesi icap eden egolar için var olanı anlatıyor usulca. Anlatıcı ile birlikte biz de “büyük lezbiyenlerle” tanışıyoruz. Ve aynı anlatıcı gibi anlatamıyoruz meramımızı.
 
Özgüven’in her yazdığıyla zihnindeki alışıldıklar alemine başkalıklar penceresi açılan bendeniz, bu seçkiyle Fatih Özgüven pencerelerime bir yenisini eklemiş bulundum.
 
Aşkın vücuda gelmiş hali: Suadiye Dem
Ve tabi Hakan Günday, Gem. Karaperdeyi aydınlatan en büyük yıldız Suadiye Dem’in hikayesi. Muntazaman inşa edilmiş renkli bir kapı. Ve kapıya dikkatlice bakılmadıkça fark edilmeyen bir kara nokta.
 
Suadiye Dem’in hikayesine girdikçe iyice gerilmeye başladım. Gerginliğim aklıma akıl hastanelerini getiren uyku merkezi tasvirinden midir, yoksa femme fatale aşkımdan mıdır bilmiyorum. Ama Suadiye Dem’e, “Uyuma, hazır değilsin” diye bağırmak istedim bir noktada. Filmlerde sevdiği karakter üzüleceği bir şey yaptığında gözünü kapatan ben, okumaya devam ederken gözümü kapatamamaya lanet okuyarak bitirdim yeni aşkım Suadiye’nin hikayesini...
 
Mutlu aile sofrasında bir ceset
Suadiyeciğimi orada öylece bırakıp çürümüş dallarla bezeli yeşilimtrak bir kapıya doğru yöneldim. Mine Söğüt, “Ablamın Cesedi”ni anlattı.
 
Annem, babam, erkek kardeşim, senin cesedin, komşumuzun oğlu ve ben, hep birlikte sofrada oturuyoruz.”
 
Mutluluktan çatlayan, saadetten patlayan bir aile ve bir ceset. Zorla evlendirilen bir lezbiyenin yemek yiyen, oturan cesedi. Ve mutluluğun vazgeçilmezi, talaş böreği...
 
Özeleştiri niyetine...
Bir gecede bu kadar yeter diyip kitabı bıraktım bir köşeye. 19 kapı daha var beni bekleyen. Peyderpey okuyup klavyem elverdikçe (kalem kalmadı pek) yazmayı planlıyorum. Bu yazıyı da bir hatırlatma ve özeleştiriyle bitirelim.
 
Ortalıkta gezinen, sözünü her yerde baskın kılan ya da kılmaya çalışan, dert yanan, ağlayan, gülen, saldırıya uğrayan ve saldırıya uğradıkça öznelikler üreten; erkek olmasa da doğduğunda kendisine erkek denenler, erkekliği reddedenler, benim gibi “Cinsiyet ne ayol” diyenler ve tabi ki eşcinsel erkekler size yani bize sesleniyorum. Görünmezliğine, itilmişliğine farkında olarak ya da olmayarak katkı sunduğumuz eşcinsel ve biseksüel kadınların hikayelerine kulak verme vakti geldi de geçiyor.
 
8 Mart Dünya Kadınlar Günü de yaklaşırken alanda kimler olacağız, kimler olmayacağız, trans ama nasıl trans tartışmalarını bir kenara koyup; LGBT’nin L’sine kulak verelim biraz da. Kimlik olarak lezbiyenliğe, geyliğe, ibneliğe, translığa değil de; yaşanan, sahici deneyimlerimize geri dönelim... Dönmelere doyamayıp, dönmelik candır diyelim...  

Etiketler:
nefret