11/07/2010 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Kelimelerin dünyası ve bilinçaltının kelimelere ettikleri gariptir. Bir kısmımız için kelimeler ve görüntüler ifade etmelerini arzu ettiğimiz şeyleri ifade eder.

Kelimelerin dünyası ve bilinçaltının kelimelere ettikleri gariptir. Bir kısmımız için kelimeler ve görüntüler ifade etmelerini arzu ettiğimiz şeyleri ifade eder. Bir uçak gördüğünde insanların aklına parçalanmış bir çocuğun adını bile söyleyemediği bir bombanın kurbanı olmuş bedeni de gelebilir, yaptığı keyifli yolculuklar ya da ordusunun sözüm ona yüceliği de. Gariptir kelimeler, oyunlarıyla yenerler bizi, canımızı yakarlar, içimizi acıtırlar. 

Kelimelerin dünyası bu dönemde eskisinden çok daha sert şeyler öğretiyor bize. Kimi generaller canlı yayınlara çıkıp PKK'yi nasıl yok edeceklerini anlatıyorlar. Silahları övüyorlar, dev helikopterleri ve parçalanan bedenleri hayal edip ekranlara tükürüklerini saçıyorlar. Örgütten de sesler geliyor. Silahlı direnişe devam diyor herkes, artık dönülmez bir noktada olunduğu söyleniyor. CHP vekilleri TSK'nin sesi olmaya devam ediyor, AKP bir anda TSK'nin dostu oldu, BDP'li vekiller "PKK hayatı cehenneme çevirecek" diyor. TSK boş durur mu, Hürriyet ve benzeri gazeteler aracılığıyla "dosta düşmana korku salıyor". Her asker ya da gerilla tüm bunları halk ve barış adına yaptığını söylüyor. Barış için çekilen silahlar susmuyor. Ölüm en çok da kadın ve çocukları vuruyor. Ölümün en çok da geride kalanların başına gelen bir şey olduğu unutuluyor.
 
Bugün savaşın dilini konuşmayanların yeni bir blok kurarak hayata "bu böyle olmaz" demesi şart. Bir şeyin karşısında her şeyin başına "anti" koymak değil kast ettiğim. Bir bizlik hali, bir insanlık hali. Heteroseksüelliğin, geyliğin, lezbiyenliğin, travestiliğin çok daha ötesine işlemiş bir duygu. Dev bayraklardan bahsetmiyorum zaten. Bayrakların insanlara ölüm, sömürü ve politik yalanlardan başka bir şey getirmediğini görmek için bu ülkenin liselerine kadar varmaya bile lüzum yok. Daha orta okuldayken kulağımıza üflediklerini hatırladığımızda savaşlardan ve sözde kahramanlardan başka bir şey geçmemiş olacak süzgecimizden. Özgür değiliz artık, insan kalmanın mücadelesini verenleriz biz. Bizler, uçsuz bucaksız ötekileriyiz bu evrenin. Bir çiçeğin ya da bir filin dilini bilsek dünyadaki tüm ulusların başımıza doladığı şu yaratılmış farklılık belasından kurtulurduk belki.
 
Uzun zaman önce bir yazı okumuştum kişisel bir blog'da. "Bir ağaca sarıldım" diyordu. Belki de kuşlardan, çiçeklerden ve böceklerden bahsedenlerin çok sevilmemesinden kaynaklanıyor dünyamızın kokuşmuşluğu diye düşünüyorum. Belki de o modern yalanlardır evrenimizi asıl kirleten, masumiyetimizi ziyan eden... Tıkandığımız küçücük dairelerimizde göremediklerimiz neler, biz neyi kaçırdık tam olarak?
 
Gazetecileri plazalara, askerleri kışlalara, kampüsleri şehir dışına mahkum ettik. Sokaklar hâlâ tehlikeli belirli saatlerden sonra. Kadınsak sokakta sadece bir nesneyiz. Eşcinselsek biz hedefiz, eril düzenin tüm aygıtları bir suikaste hazırlanırcasına üstümüze çevrilmiş. Hangi etnik kimlikten olursak olalım hep Müslüman Mahallesi'ndeki salyangozuz, diğer çoğunluklara. Çoğunlukların yarattığı azınlığız, eksiğiz onlara göre. Onların dilini konuşamıyoruz, anlaşamıyoruz, elimize silah alamıyoruz, onların yeterlilik sınavlarında başarısızız, ideal birer "erkek" ya da "kadın" değiliz onlara göre belki, belki de ideal TC Vatandaşları değiliz. Kimlik numaralarımız bile ziyan. Bir pilot için bomba atacağı dağdaki bir ot kadar mühim değiliz. Bir gerilla asla davası kadar önemsemeyecek gelecekte yapacaklarımızı, hayat için düşündüklerimizi capcanlı bir bomba gibi patlarken mescitlerde, otobüslerde...
 
Biz hayatın geçişli cümlelerinin hiçbir şekilde muktedir olamayan, muktedir olma niyeti de olmayan ve iktidarın pasından arınmak için birey olmanın ferahlığına sığınmış olanlarız. Biz küçük bir karınca sürüsü kadar netiz hayata karşı. Bu sistemin dayattıklarını, bize gösterdiği çatışma alanları dahil reddedenlerdeniz. Çatışmayacağız; ama öylesine biz olacağız ki, savaşanların kanlı elleri gibi yalnız ve titrek olmayacak ellerimiz. Belki de biz, sadece böyle bir dünyaya gülümseyebiliriz.
 
Televizyonda İlker Başbuğ ya da Abdullah Öcalan'ı değil, Ferzan Özpetek'i, Orhan Pamuk'u görmek için kanal değiştirmek yetmez, hayatı değiştirmeliyiz. Var mısınız demek haddime düşmez; ama varım diyor olduğunuzu ummak beni mutlu ediyor....
 

Etiketler: insan hakları, askerlik
İstihdam