12/04/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Yazma konusunda geciktim, biliyorum, ama bu konunun hayatımızın hiçbir zaman eskimeyecek güçte sabitelerinden biri olduğuna inanırım.

Yazma konusunda geciktim, biliyorum, ama bu konunun hayatımızın hiçbir zaman eskimeyecek güçte sabitelerinden biri olduğuna inanırım. Eşcinsellik, elbette, daha önce de defalarca yazmış olduğum gibi ideolojilerin turnusol kâğıdıdır. Zurnanın zırt dediği yerdir. Gündeme geldiği an herkesin canını sıkan, milyon dolarlık soruymuş gibi, karşısında bir tavır almak zorunda kalanı kan ter içinde bırakan bir konu.

Aileden sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın eşcinselliği tehlikeli bir hastalık ilan edişinden heyecanlanıp ona destek bildirmek için toplanmışları hatırlayın. Şu, önde mutsuz ve öfkeli yüzlü kadınların, arka sırada da bıyıklı helallerinin boy gösterdiği resim, kimi insanların tepkisini çekti, doğal olarak. Ama genel olarak itirazı olanlar, kendisi mazlum olanın bir başka mazlumu taşa tutması karşısında duyulan isyan hissini dile getiriyordu.

Mağduriyet kalkanının zamanla insanı çok sıktığını, en büyük zalimlerin bu kalkan gölgesinin müdavimi olanlardan çıktığını bilmeyen var mı?

Kaç kere dile getirdik. Mağdur rolüne gönül indirmek, zalim olmaya can atanların tıynetidir.

 AKP de mağduriyetinden şanlı bir zalim olarak mezun olmuş, karşımızda sırıtmıyor mu?

Ama mesele bu değil kanımca. Bence son derece hayırlı bir gelişmedir, memleketin İslamcı düşünce insanlarının bu konudaki hissiyatlarını açıkça dile getirmeleri. Kaldı ki şaşırtıcı da değil, dile getirdikleri.

Yalnız, aralarında şimdiye dek gerek örgütlenme gerek farklı kesimlerle ilişki ve ittifaka açıklık konusunda çok yol kat etmiş, bu memleket insanının güvencelerinden olarak gördüğümüz Mazlum-Der’in (önce İstanbul Şubesi’nin, akabinde Genel Başkanı’nın) Bakan hanıma söz konusu destek mektubu eylemine canı gönülden katılması yegâne incitici nokta.

Yoksa Dilipaklar ve benzeri müminlerin kendine Müslüman olduklarını defalarca görmüşlüğümüz var.

Kısacası, bu konuda başını bağlayıp sokağa fırlayan hanımların militan homofobi eylemlerini mazlumluktan zalimliğe geçiş töreni olarak algılamaktan yana değilim. Çünkü sadece bu olaya ait, özel bir durum söz konusu değil.

Ama illa ki altı çizilmesi gereken bir nokta var.
 
Demokrat-liberal kesimin saygıyla yaklaşıp kimi fırsatlarda birlikte durmaya can attığı kimi İslam
aydınlarının geliştirdiği dil, benim ilgimi daha çok çekiyor.
 
Sözgelimi, geçtiğimiz birkaç yıl içinde gerek zina gerek eşcinsellik konusunda iç karartıcı fetvalarıyla sivrilen, Türk Müslüman âleminin yetiştirmiş olduğu en münevver kalem, Ali Bulaç.

Birkaç yıl önce zinanın ‘sivil fuhşa’ zemin hazırlayan temel faktör, ‘tahripkar bir fiil’ olduğunu savunan Ali Bulaç, zina suçunu işleyerek erkek ya da kadının toplumun birliği ve geleceğini tehlikeye attığını iddia ediyordu. Ona kalırsa, beden üzerinde tasarruf hakkı, bedenin sahibine değil Yaratan’a ait olduğu için, “Hiç kimse ‘ben bireysel özgürlüğümü kullanarak bedenim üzerinde tasarrufta bulunuyorum’ veya ‘dilediğim cinsel tercihte bulunuyorum’ diyemez”di.

Daha sonra da zina konusunda göstermiş olduğu hiddet ve celale bürünüp ‘özendirme’ ortamı yaratıldığını haykırarak eşcinselleri kitle katliamcısı ilan edecekti. Neden sonra Bulaç’ın bu tuhaf iddiayı nereden iç etmiş olduğunu öğrendik.

Eski bir NATO komutanı Srebrenitza katliamının sorumluluğunu Hollandalı Barış Gücü askerlerine yıkıyordu. Hollandalı gey askerler, katliama göz yummuştu ona kalırsa.

Sivil aydın, anti emperyalist Bulaç, insanlık aleminin bir bölümünü katliamcı ilan ederken eski NATO komutanının, bütün dünyada nefretle karşılanan bu iddiasını referans almış meğer.

Geleneğe, töreye, dini inanca dayalı cemaat ülküsünün bekçiliğini üstlenen hiçbir hareket devlet-siyaset ilişkileri açısından özgürlükçü olamaz. Hangi özgürlükçü yasayı çıkarırsa çıkarsın AKP, insan ilişkilerinin kabul edilebilir, ‘toplumsal birlik ve beraberliği’ incitmeyecek bir format risalesini çıkarma çabalarıyla bizi, baskıcı olduğu kadar kıyıcı bir iktidar resminin ardından izliyor. Bulaç ve benzerlerinin “Düşmemiş son kale” olarak gördükleri aile kurumunun bekçiliğine soyunmasında “şahsi irade” alanının daraltılmasına, kadının zapturapt altına alınmasına yönelik bir çaba gözlemlenmekte elbette. 

Kontenjandan türbanlı
İrfan Aktan, Aktüel dergisinde bu konuyu iyice bir deşti. Birçok İslamcı yazar, kendisiyle konuşmayı reddetmiş.

Taraf gazetesinin türbanlı aydın kontenjanından Hilal Kaplan, kanımca en ferah açık verenlerden:
 
“Sonuçta eşcinsellik, bir Müslüman’ın başına gelebilecek en büyük imtihandır. Eğer eşcinselliği bırakırsa, bu sınavdan başarılı çıkar. Hepimiz imtihanlarla karşılaşıyoruz. İnsanlar kanser oluyor, çocuklarını kaybediyor. Alkolik, uyuşturucu bağımlısı insanlar var. Ayrıca nefsinle mücadele ettiğin oranda mükafat da alırsın.”

Kaplan, Aktüel’de çıkan yazıdan rahatsız olmuş olsa gerek, kendini daha etraflıca ifade etti, birkaç gün sonra  Taraf’ta.

İnsanlar arasında ‘uzlaştırılamaz farklılıklardan’ söz ediyordu sözgelimi. Kaplan’ın kitabında kimi insanlık halleri uzlaşılamaz idi besbelli.

Mükemmel bir ‘her kapıya kilit olma’ çabasının, her dereden su götürme merakının yansımasıydı yazdıkları.

Öncelikle eşcinsellerin uğradığı saldırıları tel’in ediyor; eşcinselliği hastalık ilan eden Müslümanlara sitem ediyor; sonra da eşcinselliği günah ilan ediyordu. E ne yapsın, Müslüman bir kadın olarak Allah’ın fıtrata aykırı ilan ettiğini kuldan mı saklayacaktı? “Allah’ın emrine karşı gelmektense ‘homofobik’ olarak adlandırılmayı tercih” ediyormuş.

Kaplan’ın da Foucault ve benzeri düşünürlerden alıntılar yapan bir entelektüel olarak diğer fıtrat bekçisi Müslümanlardan farkı yok.  

Ama en güzeli, bunlarla da yetinmeyip,  mazlum tahtını yine kimselere bırakmamasıydı.

“Eşcinselliğin büyük günahlardan biri olduğu zaten çok açık... Sekülerci yaklaşımların, Müslümanların inançlarıyla çelişen bir şeyin toplumda ve devlet nezdinde kabul etmesini dayatması Kemalistlerden hiçbir farkları olmadığını gösterir. Kemalistler bizim için şunu söylüyor: Evlerinde namazlarını kılsınlar, camilere gitsinler ama toplumsal alana İslamî söylemi getirmesinler.  Ama eşcinsellerin evlenmesine, evlat edinmelerine karşı çıkmak inancımın bir gereği. Birileri buna karşı çıkmamam gerektiğini  söylerse, bu, onların totaliter olduğunu gösterir. Benim bu konuda susmamı istiyorlarsa, bu, farklılıklara tahammül etmediklerini gösterir.”

Dolayısıyla Kaplan yine ve her halükârda haksızlıkla karşılaşan, ezilen bir Müslüman.

Fikir olduğunu savladığı şu;  var olma ve eşitlik haklarını desteklenmeyesi bularak insanlık aleminin birçok bilimsel araştırmaya göre 10’da birini hesaba katılmayası ilan etmek.

Hemen her gün bir eşcinselin katledildiği, katillerinin asla bulunamadığı ülkemizde, Kaplan ve gibilerinin demokrasiden anladıkları bu: Ayrımcılığın, nefret diskurunun, yargılayıp yaftalamanın saygıyla karşılanası bir fikir olduğu.

Yüzünü batıya dönmüş Kemalist tortulu aydın müsveddelerini de totaliter ilan ediyor.

Çünkü eşcinsellerin yaşama ve eşit muamele görme hakkını kabul etmeye zorluyorlar Hilal hanım gibi bir mümini.

O da insanların varoluş hakları üstünden fikir özgürlüğü tartışması başlatıyor. Ve yine mağdur, yine alacaklı.

Hem şeriat hükümlerini hatırlatıyor iç huzuruyla. Hem demokratlık düsturunu sokuyor gözümüze.

Belki batının boyunduruğundan kurtulup Malezya ve İran’daki gibi bütün geyleri birer ağaçta sallandırmalı.

Belki bu da bir fikir olarak savunulasıdır demokrasi arenasında.
Bu yazıyı aydınlıkla kapamak istiyorum.
 Bir süre Mazlum-Der başkanlığını sürdürmüş olan Ayhan Bilgen’e bakalım iyisi mi. 

Kendisi bu toprakların yetiştirmiş olduğu en kıymetli düşünce adamlarındandır. Bir Müslüman olarak Bilgen’in bu konudaki fikirlerini okumalı Kaplan.

 “Ö.kabul’ konusu, insanın yetkilerini aşar. Ben kim oluyorum ki, başkalarının kimliğini kabullenmeyeyim? İnsan dindarlaştıkça tevazusu da artmalı. Eşcinsel karşıtı açıklamalarda Kur’an’da sözü edilen Lut Kavmi referans alınıyor. Oysa orada bir cinsel yönelim değil tecavüz vakası var. Kur’an’da sözü edilen livata olayını getirip Türkiye’deki eşcinsellik meselesiyle ilişkilendirmek ciddi bir kıyas sakatlığıdır.”
“İnsanların cinsel yönelimlerinin hangisinin kamuda görünür olup olmayacağına dair görüş bildirmenin kendisi yanlıştır. Eşcinsellik bağlamında görünürlük tartışılıyorsa, bu da ayrımcılıktır. Neden heteroseksüellerin görünürlüğü tartışılmıyor da eşcinsellerinki tartışılıyor? Hastalık veya günah da haddi aşan tanımlamalardır. Eşcinseller kendilerini nasıl tanımlıyorsa, esas tanım odur.  Eşcinsel imam da pekâlâ olabilir. Yeter ki o, bunu kendisi açısından tutarlı görsün. Ben, ‘madem eşcinselsin, nasıl olur da din adamı olabilirsin’ diyemem.”

“Darbecileri tartışacaksak, o zaman erkek egemenliğini tartışmalıyız, eşcinselliği değil. Dolayısıyla militarizmin yanına konacak son kimliktir eşcinsellik. Dindarlık da bir tercih, eşcinsellik de. İkisinin de mükafatını ve cefasını kişinin kendisi alır. Kimse ona ne mükafat ne de ceza kesebilir. Neyi, kimin adına cezalandırıyorsunuz?”


Etiketler: insan hakları
İstihdam