24/09/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Asıl onursuzlar yapıp edilenin yanlış, kötü olduğunu bile bile, sanki iktidarla arasına bir mesafe koyuyormuş gibi yaparak iktidarı destekleyenler.

Onursuz olarak anlamalı Cemal Süreya’nın bu çağ için nitelemesini. Kötülüklerin büsbütün egemen olmasının onursuzlukla mümkün olabileceğini bilelim istemişti galiba. Tamam elbet biliyoruz insanı, eşitlik ve özgürlüğü esas almayan hiçbir toplumsal dönüşüm erdemlice olmuyor, hele de kapitalizm inşa ediliyorsa. Ahlaktan vazgeçmeden insanları sömüremez hiçbir iktidar.
 
Yine de hele medyayı izlerken yalanı, çarpıtmayı yüzü bir nebze bile kızarmadan, bırakın utanmayı kötülüğün şehvetine kapılmış, esrimiş gözlerle birbiri ardına kusanlar hakikaten tiksinti uyandırıyorlar.
 
Kürt meselesi, Suriye, eğitim sisteminin değişmesi ve şu ‘darbelerle hesaplaşan mahkemeler’ süreci Türkiye’nin tarihine en çok da insanların ne denli onursuz olabileceklerinin de kayıtlarını düşüyor.
 
İnsanın onurunu kendisinden başka kimse kıramaz. Demem o ki insan onuru kendi eylemleriyle biçimlenir, başkasının ona yaptıklarıyla değil. Bu yüzdendi, insanlık onuru işkenceyi yenecek, haykırışı. Sen bana ne yaparsan yap benim onurumu benim yaptıklarım belirleyeceğinden sonunda onursuz olan sen olacaksın demekti işkenceciye. Öyle de olmadı mı?
 
Çoğu insana garip gelebilir ama ‘Ergenekon-Balyoz’ davaları içinden geçtiğimiz dönemin onur imtihanları oluyorlar. Orada takınılan tutum aslında Kürt meselesi ve Suriye için ne düşündüğünüzü de belirliyor.
 
İnsanların çoğunun iyiliği adına bir grup insana kötülük edilebilir mi, o grup kötü olsa bile!
 
Yalan söyleyerek doğruyu kurabilir misin?
 
İktidar utanmadan sıkılmadan yalan söylüyor; anlaşılabilir bir durum iktidar olma hali bizatihi ahlaksız olmayı zorunlu kılar. Ama daha onursuzca olanı bu açık seçik yalanlara bile isteye ortak olup, destek olmak değil mi?
 
12 Eylül darbesi ve sonrasında insanlıktan nasibini almamış bir cuntanın şiddeti mahkemelerden, karakollardan, cezaevlerinden sokağa taşmış ve toplumun aklının korkuyla erimesine yol açmıştı. O dönemin darbe destekçilerinin ya da olup bitenlere sessiz kalanların korkmaları, onaylanmasa da anlaşılabilir. Zaten günümüz mağdur edebiyatının üreticileri tam da o korkunun esiri olanlar değil mi?
 
Şimdi darbelerle hesaplaşıp, demokrasiye geçiş türküleri yakanlar ise bu onursuzluğu korkudan yapmıyorlar. Başta kendilerini liberal ya da özgürlükçü ilan edenler olmak üzere özellikle medyayı işgal edenler bireysel çıkarları, gündelik kazançları için onurlarından vazgeçiyorlar.
 
Şu iktidarın her uygulamasının borazanı olanlar değil ama asıl onursuzlar. İktidarın ideolojik ortakları olanlar hiç değil. Onlar için örneğin Ahmet Şık ve Nedim Şener ya da OdaTv davasında sembolleşen iktidar neylerse güzel eyler tutumu. Hatta onlara acemi yandaş demek bile mümkün.
 
Asıl onursuzlar yapıp edilenin yanlış, kötü olduğunu bile bile, sanki iktidarla arasına bir mesafe koyuyormuş gibi yaparak iktidarı destekleyenler. Bu gün Balyoz davasında ‘tamam hukuksuzluklar olmadı değil, ama demokrasiye geçiş sancısız olamıyor’ diyenler.
Balyoz davası süreci için bu tanıtı kullananlarla Sinan Çetin gibi ‘Kürtlere para verelim’ diyenler bir ve aynı kişiler ve bu insanlar yarın Kürt meselesinin çözümü için Sri Lanka modelini de savunacak olanlar. Ya parayla satın alalım olmazsa öldürelim, çözümünün.
 
O her ne demekse demokrasiye geçişin antidemokratik yöntemlerle olabileceğini bir kere savundunuz mu, Suriye’de paralı askerleri özgürlük savaşçısı sayarsınız ve öldürülmüş PKK’lilerin bedenleri önünde poz verenlerin fotoğraflarını da paylaşırsınız.
Daha da onursuz olanı da bu yaptığınızın onursuzluk olduğunu bilmeniz olur.

Etiketler:
nefret