21/03/2016 | Yazar: Senem Alp

Umut ve cesareti ne bahardan ne kıştan bekleyecek koşulumuz yok sanırım. Birbirini tutmanın güzelliği ile umut ve cesareti beraber yeşertmenin bir anlamı olsun. Gelin, hep beraber yapalım.

Bir hareket olarak feminizmin içinde ‘benim feminizmim ne?’ sorusuna çok da net cevap veremediğimi fark ettiğimden beri kendimi dipsiz kuyulara atıyorum. Çünkü dayanışmanın verdiği biz ruhu seni aslında bireyliğinden de alıkoyma handikabına sürükleyebiliyor. Önce “hiç kimse benim kız kardeşim değil keza bu çok heteroseksist” dedim. Daha sonra zaten var kabul edilen bir dayanışmanın zeminsizliğine takıldım –şu harika yazıyla[1]- . Ancak vardığım noktada görüyorum ki birbirimizle kavga etmenin önünü açabileceğimiz bir feminizm istiyorum ben her şeyden önce. Nasıl bir feminizm istiyorum’a cevabımı da yol arkadaşlarımla beraber bulabilirim. Hepimizin feminizmlerinin aslında aynı olmadığını göreceğimi bile bile. Ve hatta buna sevine sevine. Aynılığın girdabından çıkmanın bir yolunu bulma ümidi ile. Birazdan kişisel yorumumdan hareketle aktarımını yapacağım toplantıda hemfikir olduğumuz gibi, bizim ‘sevgi yumağı’[2] olmaya ihtiyacımız yok. Biz birbirimizi seviyor olma ön kabulü ile politika yapmak durumunda değiliz. Yaptığımız politikada üretirken birbirini sevmenin güzelliğini tatmak varken…

19 Mart’ta İzmir’de “Feministler Gündemi Konuşuyor” başlığında bir toplantı aldık. Ülkede 80 sonrası ‘biz varız’ diyebilen nadir hareketlerden olan kadın hareketi, son yaşadığımız savaş süresince de kendi içinde ‘az’ bulduğu ama bence ülke muhalefetine bakarsak ‘çok’ fazla sokak ve salon eylemlilikleri düzenledi. Fakat tam da savaş olması nedeniyle kendi içine dönemeyen, ilkelerini revize edemeyen bir çıkmaza da girdi. Toplantıda tam olarak merkeze bu sorunu almış olduk. Buradan hareketle savaşa karşı yapılan eylemliliklerde, ürettiğimiz sözde, aslında erk olanın bizi sindirmek adına uyguladığı şiddet yöntemleri dışında bir yöntem uygulayamadığımızı fark ettik. Keza bir eylemin radikal olması, bir şeye yüksek sesle bağırılması ya eril iktidarın taklidine denk düşüyor - toplantıda net olarak böyle ifade edildi - ya da boşa düşüyor. Fakat dünyanın birçok yerinde savaşa karşı ses çıkaran kadın hareketleri gibi, bu ülkenin özel koşulları gözetilerek bir ses çıkarılamaz mıydı?

Savaşın yükselttiği erkeklik, dolayısıyla politik alanlarımızda da kendine yer buluyor. O halde tüm girişimlerde elimize çuvaldızımı aldığımız bir politik yöntemi kendimize ‘reva’ gördük açıkçası. Evden çıkmanın dahi birçok insan için elzem olduğu bu zamanlarda 'bi şey yapmalı' dedik. Kendi yöntemlerimizle. Çünkü neye karşı olduğumuz kadar ne yapmak istediğimiz, ne önerdiğimiz de önemli.

Şimdilik önerimiz beraber üretmenin yöntemlerini geliştirmek. Beraber anti-militarizm hakkında bir tartışma, herkesin istediğini koyabileceği belli temel ilkeler çerçevesinde (ayrımcılığın her türlüsünün reddi zemininde) bir fanzin, kendimizi kişisel olarak koruma yöntemleri vesaire… Savaşı bunlar mı durduracak? Hayır. Ama elimizden gelenle bir yerinden başlamalık işimiz budur. Daha sonra, belki daha ses getirecek şeyler yapmak adına küçük adımımız budur.

Umut ve cesareti[3] ne bahardan ne kıştan bekleyecek koşulumuz yok sanırım. Birbirini tutmanın güzelliği ile umut ve cesareti beraber yeşertmenin bir anlamı olsun. Gelin, hep beraber yapalım. Alışmayalım ama atlatalım birlikte![4]                    


[1] Nilgün Toker, Aslında Aynı Değilsek, Amargi Feminist Dergi, 20 Şubat 2012, http://www.amargidergi.com/yeni/?p=542

[2] Toplantıda tam da burada ‘sevgi kelebeği’ dedim ve türcü oldu bu dendi. Bunu yazmazsam ayıp olurdu J

[3] Eril bir çağrışım oluşturmaması adına, cesaret kelimesini naçizane ‘adımı atabilme’ şeklinde kullanıyorum.

[4] Gözde Demirbilek, ankara: atlatmanın birlikteliği üzerine, 16 Mart 2016, http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=21310


Etiketler:
İstihdam