22/05/2009 | Yazar: Cihan Dağ

Sabahın erken saatleri, yavaşça kalkıyorum yanından. Her sevişmeden sonra olduğu gibi elbiselerimiz saçılmış etrafa. Eğilip bir bir alacakken giysilerimi, vazgeçtim.

Sabahın erken saatleri, yavaşça kalkıyorum yanından. Her sevişmeden sonra olduğu gibi elbiselerimiz saçılmış etrafa. Eğilip bir bir alacakken giysilerimi, vazgeçtim. Vücudumu hiçbir örtüyle saklamadan çıktım odadan. Ellerimi ve yüzümü yıkadım ve kurulamadan merdivenleri indim. Bahçenin kapısını açarken, ayakkabılarım ilişti gözüme, ayaklarımı hapsetmeden onlara, çıkıverdim dışarı. Tenimde tan vakti, daha içeride yenilenen bir bahar ıslaklığı… Bir keman sesi eşlik ediyor yüreğime, kendimle sevişir gibi bir hisse kapılıyorum.

Yalnızlığını hissedip yanıma iniyorsun. Sen de çıplaksın, ellerini ve yüzünü yıkamamışsın. Benden daha telaşlı iniyorsun merdivenleri. Kapıyı açıyorsun ve ıslak çimenlerin üzerinde olağanca doğallığıyla ben ve olağanca doğallığıyla tabiat duruyor. Neden ayrı görürüz tabiattan kendimizi bilmem ama bu sefer hiç farkım yok daldaki kuştan, hatta toprak altında ki bir böcekten ve senden sevgilim… İnan hiçbir farkım yok. Kafamın karışık olduğunu düşünüyorsundur, evet sevgilim kafam çok karışık. 
 
Sakin bir şekilde yanıma oturuyorsun. Sesini bile çıkarmadan, gözlerime bile bakmadan, vücudunu tanımış olmanın güzelliğiyle bana sormak istediğin soruyu anlıyor ve yanıtlıyorum. 

‘Kitapları düşünüyorum. Sabah akşam demeden hevesle okuduğumuz kitapları. Sürekli yazmışlar, sürekli yazıyorlar, daha da yazacaklar. Peki neden? Aşk mı değişiyor acaba, yeni hallerini kayıt altına mı almak gerekiyor? Savaşların sebepleri mi değişiyor ya da küslüklerin? Korkunun başka bir nedenini mi buluyorlar her seferinde? Beni anlatıyorsun sayfalara, satırlarca. Sürekli yazıyorsun beni, ben sürekli değişiyor muyum?’ 
 
Hafif nemli teninle beni sarıp, öpüyorsun. Çok naifsin, bir buzun erimesi gibi yavaş ve sakinsin. Elimden tutuyor ve ayağa kaldırıyorsun beni. Sessizce yürümeye başlıyoruz, yola inince hafif bir ürperti, çıplağız ama utanmıyoruz. Yaşadığımız bu köyde, alıştılar sanırım bize. Yabancı iki erkeğin bir arada yaşamasına alıştılar. Büyüğüyle, küçüğüyle kapımızı çalıp ‘eksik’ bir şeyi istemeye geliyorlar. Aslında eksik olan şey, farklılık… Hayatlarını bizle kesiştirip raydan çıkmak istiyorlar. Bu yüzden biz çocuklarla daha iyi anlaşıyoruz. Her insan raydan çıkmış bir şekilde doğar, ama güçsüzse eğer düzen onu raya sokar.
 
Ben düşünürken bunları sen anlatımın sözlü kısmına geçiyorsun;
 
‘Üzerinde yürüdüğümüz bu yol aynı mı sanıyorsun? Yanımızda akan suyun dün akan suyla aynı olduğunu mu zannediyorsun? Ya da üstümüzde duran şu bulut, içine çektiğin bu hava… Her şey değişiyor. Dolayısıyla onları anlatacak yeni kelimeler gerek bize oğlan derlerdi, şimdi ise kendimizi eşcinsel olarak adlandırıyoruz. Sen de değişiyorsun, beni öpüşün değişiyor, benleşiyorsun, senleşiyorum.’
 
Sonra en sevdiğim şeyi yapacağımızı anlayarak gülümsüyorum. ‘Kayıkta iki kişi’ yazına hayat verecektik yine. Sessiz bir göl üzerinde gölgelere çarparak süzülürken; kürekler bende, söz yine sende.
 
‘İşte yine karşımdasın, görüyorum seni. İlk defa hisseder gibiyim, ilk defa duyar gibi.’

Tam o sırada gökyüzü asık bir suratla homurdanmaya başladı. Yağmur bir, iki, üç dedi ve binlerce su damlası yere düşmeye başladı. Geldiğimiz yol çamura dönmüştü. Sonra sen devam ettin;

‘Yolu, yağmuru boş ver şimdi. Renklerin nasıl ayyuka gittiğini izle ve gözlerimdeki inanca bak. Bu gök gürültüleri kırmasın cesaretini, onlar günümüzü kutsuyorlar. Bu duyduğun ezgi buraya ait, parmaklarımın ucunda hayat… Nasıl da güzel geliyor dokunmak. Bu hayranlık ilk sefere mahsus, sonrasında senin bir parçan olacaklar. Koskoca gölün ortasında bir kayık, kayığın içinde birbirine dokunmadan sevişen biz… Bu kadar güzelken bu abıhayat, bu kadar gerçekken bu yolculuk… Çalmışken hayatın ayağına böyle bir çelme, sakın korkma ölümden. Evde varım dercesine ışıklarını yak, korkmuyorum dercesine kapıyı aç. Çünkü korkulardır kötülüğü besleyen, ölüm denen şey kapı kullanmaz zaten’
 
Haklılığını düşünüyorum avucumda yağmur suyunu biriktirerek. Ne değişim ne de ölüm korkutmalı insanı. Bir filozofun da dediği gibi; ‘Ölümden korkmak kadar saçma bir şey yoktur. Biz varken o yok, o varken biz yoğuz’.  
 
Değişimin yorduğu, ölümü bekleyen bir eşcinsele ithaf en yazılmıştır...


Etiketler: yaşam
İstihdam