11/09/2014 | Yazar: Emre Korlu

Uzun bir ömür dilemiştim. Tanrı’nın kendince uzundan saydığı yalnızca on beş günmüş. Aklı sıra bu kadar cimriymiş.

Yazıyı ben ışığı söndürüp, kapıyı odanın yüzüne kapadığımda yayınlayın. Pasta bir yıldır bu seneyi bekliyordu; geçen yıl telefonuma sarılıp aradım onu fakat cevap alamadım sonra her zamanki mütevazılığıyla yanıtladı mesajımı.
 
Uzun bir ömür dilemiştim. Tanrı’nın kendince uzundan saydığı yalnızca on beş günmüş. Aklı sıra bu kadar cimriymiş.
 
2010 yılı aktivist olmadığım yılların sonrası - tembelin tekiyim- tam da o dönemler “hikâyeci” adlı bir siteyle tanışıyorum. Sabah başlıyorum içeriğindeki yazıları okumaya üç-dört saat gözlerimi alamıyorum. Bir yandan da kim bu hikâyeci? Yani nasıl bir adam diye                                       merak içerisindeyim.
 
Taksim’de öylesine bir günün sonunda kafede karşılaşıyoruz. İlk tanışmamızla birkaç saat önce tokalaştığım Küçük İskender’i unutuyorum. “Tabağındaki suböreği dört yıldır bugünü bekliyordu. Çünkü, bıraktıklarınız sizi özler. Sizsiz geçen doğum günlerinizi kutlar, bir gün gelecekmişsiniz gibi inatla yolunuzu gözler.”
 
***
 
Çok erkendi. O son gördüğün güneşi garipsemiştim. Kırk bir tane pastanın önünde dilek tuttuğunu hayal etmiştim. Birinden birine fısıldadığın şey mutlaka “yaşamak” olmalıydı.
 
Masadan kalktın, arkanı döndün, o loş ışığın arasından koridoru geçip sokağa yöneldin. Kırk ikinci yaşının pastası elimdeydi.
 
Elinde kalan çoğu şeyle yetinirsin. Ne bileyim zorlarsın kendini. Doğum günü çocuğu olmadan olmuyor işte, bu partinin tadı çıkmıyor diye hayıflanırsın.
 
Gel de mutlu ol şimdi! Eskisi gibi değil, hikâyecinin yazdıklarını okurken gözlerinin dolduğunu ve içinin yandığını hissediyorsun. Buna özlemek deniyor. Çok özlemek deniyor buna. Anlayamayacağın dilde de yazılsa özlemek kelimesinin anlamını çözdün mü her şey netleşiyor. Ölüm, sahiciliğini bir tokat gibi vuruyor yüzüne.
 
Kadıköy’de o masada yarım kalmış yemeğin bir yıldır seni bekliyor. 

Etiketler:
İstihdam