11/06/2013 | Yazar: Volkan Yılmaz

Gezi Parkı’nda herkes birbirini tanımaya çalışıyor, birbirine yardım ediyor, birbirine güvenmeyi öğreniyor, birlikte yaşamaya çalışıyor ve ortak bir amaç için birlikte çalışıyor.

Gezi Parkı’nda herkes birbirini tanımaya çalışıyor, birbirine yardım ediyor, birbirine güvenmeyi öğreniyor, birlikte yaşamaya çalışıyor ve ortak bir amaç için birlikte çalışıyor.
 
Karşı propagandaya rağmen, sesimizi çıkarmalı, çeşitliliğimizden ödün vermeksizin birlikteliğimizi korumalı ve örgütlü siyasi aktivizmin ne suç ne de günah olmadığını tüm topluma duyurmalıyız.
 
İstanbul’un en kalabalık merkezlerinden birinde yer alan Gezi Parkı neredeyse iki haftadır yüz binlerce göstericiye ev sahipliği yapıyor. Gezi Park’taki göstericilerin dayanıklılıkları, polisin göstericilere yönelik artan şiddeti ve Başbakan Erdoğan’ın göstericileri aşağılaması gibi faktörler bir araya gelince hem İstanbul’un diğer semtlerinde hem de ülkenin 70’ten fazla kentinde beklenmedik büyüklükte bir gösteriler serisi ateşlenmiş oldu. Gösterilerin yaygınlığı, sürekliliği ve katılan göstericilerin sayısına bakıldığında, bu boyutta bir toplumsal gösterinin Türkiye tarihinde daha önce hiç görülmemiş olduğunu söylemek mümkün.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) döneminde düzenli iktisadi büyüme özellikle AKP’nin ikinci genel seçim zaferinden sonra yurttaşların yaşam kalitelerinde iyileşmeyi ve başta adil yargılanma ve ifade özgürlüğü olmak üzere temel insan haklarının hayata geçmesini beraberinde getirmedi.
 
AKP’nin genel seçimlerdeki üçüncü başarısının ardından ise, hem Başbakan Erdoğan’ın partisi üzerindeki gücü hem de AKP’nin Türkiye’nin siyasi sistemi üzerindeki gücü kemikleşti. Daha da önemlisi, Gramsci’nin deyimiyle, bir tarihsel blok, Türkiye özelinde muhafazakâr yeni liberal bir tarihsel blok tam anlamıyla iktidarın sahibi haline geldi.
 
AKP böylesi bir konjonktürde Türkiye’nin ilk sivil anayasasının hazırlık sürecini başlattı. AKP yeni ve sivil anayasanın hazırlık sürecinin mecliste temsilcisi bulunan tüm diğer siyasi partilere ve sivil toplum örgütlerine açık olacağı sözünü verdi. Ancak bu sözün karşılığı süreç içerisinde yerine getirilmedi. Muhafazakâr yeni liberal tarihsel blok kendi dışında kalan muhalif grupların hiçbirinin anayasa sürecini herhangi bir biçimde etkilemesine izin vermedi. Daha da beteri, AKP Türkiye’nin siyasal sistemini parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüştürmeyi meclisteki diğer siyasi partilere anayasa sürecinde beraber çalışabilmenin ön koşulu olarak dayatmaya kalktı.
 
Bu süreç içerisinde, AKP hükümetinin politikaları muhalefetteki insanları giderek daha fazla yabancılaştırdı. İnsanları yabancılaştıran birçok yeni politika ve düzenlemeler arasında şunları saymak mümkün: kürtajın yasaklanmasına yönelik müdahaleler, içki içilen mekânların kent merkezlerinin dışına atılmasına yönelik düzenlemeler, kent yoksullarının kent merkezlerinin dışına gönderilmesine neden olan kentsel politikalar, Gençlik Bakanlığı’nın gençlik kamplarının cinsiyete göre ayrıştırılması, alkollü içeceklerin tüketimine getirilen kısıtlamalar, 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlama ve gösterilerinin Taksim meydanının dışına çıkarılmasına yönelik çabalar, hiçbir paydaşın fikrine danışmadan eğitim sisteminin baştan aşağı yeniden yapılandırılması ve LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel ve trans) bireylere yönelik nefret suçlarıyla mücadele edecek düzenleme yapılması gerektiğini savunanların taleplerinin yok sayılması. Feminist gruplardan aktif çalışan işçi sendikalarına kadar çok sayıda örgütlü siyasi aktör kısıtlı insan kaynağıyla da olsa bu muhafazakâr yeni liberal siyasi ajandaya karşı mücadele veriyordu.
 
Gezi Parkı gösterileri öncelikle çevre ve kent aktivistleri tarafından “kamusal bir parkın kar amacıyla ele geçirilmesine”[i] ve bunun otoriter bir yönetim biçimiyle yapılmasına karşı bir tepki olarak başladı. Gezi Parkı göstericilerine yönelik artan polis şiddeti ve Başbakan Erdoğan’ın göstericileri aşağılayan sözleri muhalefetin tüm kesimlerinin ve hükümetin politikalarından hoşnut olmayanların kitleler halinde bu gösterilere katılmasının fitilini ateşledi. Bugün Türkiye’deki gösteriler özellikle hükümetin insanların gündelik yaşamlarına müdahalelerine yönelik çok çeşitli mağduriyetlerin bir araya gelmesine bir tepki gibi gözüküyor. Yeni yayınlanan bir anketin sonuçları bu savı destekler nitelikte. Anketin sonuçlarına göre, Gezi gösterilerine katılanların katılma nedenlerinin başında şunlar geliyor: Başbakanın otoriter tavrı, göstericilerin maruz kaldığı polis şiddeti ve demokratik hakların ihlali.[ii]
Günümüzde Türkiye’deki göstericiler kendi içinde çeşitlilik arz eden bir grup. Bu grup içerisinde halihazırda sayıları kısıtlı olan sendikalı işçiler, sol örgüt mensupları, insan hakları ve çevre aktivistleri gibi toplumun örgütlü kesimi yer almakla birlikte, grubun içerisinde örgütsüz seküler Kemalistler ile üniversiteli gençler de hayli görünürler.
 
Gezi Parkı gösterilerine katılmış bir aktivist olarak, hem bu gösteriler süresince hem de Gezi Parkı komününde düşünsel ve varoluşsal çeşitliliğin barışçıl bir biçimde bir arada bulunabilmesi ve tüm bu çeşitlilik içerisinde herkes arasındaki güçlü bir dayanışmanın var olabilmesi beni gerçekten etkiledi. Her ne kadar bu eşitlikçi ve dayanışmacı ortam Gezi gösterilerinin kendiliğindenliğinin bir sonucu olarak anlaşılsa da, Gezi Parkı gösterileri başlamadan önce de Taksim’in tarihsel olarak işçi hareketleri ve sosyalist hareketlerin ve daha yakın zamanda Kürtlerin insan hakları, kadın hakları, LGBT hakları ve hayvan hakları hareketlerinin yan yana durabildiği ve ortak bir biçimde paylaştığı bir mekân olduğunu unutmamak lazım. Taksim’de tarihsel olarak tüm bu örgütlü kesimlerin bir arada yaşam deneyimi, Gezi gösterileri sürecinde birbirlerini tanımayan insanlar arasında eşitlikçi ve dayanışmacı ilişkilerin tesis edilmesini mümkün kıldı diye düşünüyorum.
 
Her ne kadar bazı araştırmacılar Gezi Parkı gösterilerinin kendiliğindenliğini Türkiye’de örgütlü siyasi aktivizmin başarısızlığının bir kanıtı olarak yorumlasalar da, ben burada bunun tam aksini savunacağım. Bence bu kendiliğinden siyasi eylemlilik dalgası, örgütlü siyasi aktivizmin tarihsel mevcudiyeti olmasaydı ve yukarıda adı geçen tüm örgütlü kesimler Gezi Parkı gösterilerinin örgütlenmesine katılmasalardı ortaya çıkmayabilirdi. Buna ek olarak, pratik olarak, örgütlü kesimlerin varlığı gösterilerin Gezi Parkı’ndan çıkıp kentin ve ülkenin farklı yerlerine yayılmasında da önemli bir rol oynadığını teslim etmek gerek. Başka bir deyişle, Gezi Parkı gösterileri varlığını büyük ölçüde kendisinden önce ataerkilliğe, yeni liberalizme, homofobiye, transfobiye, emperyalizme ve etnik milliyetçiliğe karşı verilen siyasi mücadelelere borçlu. Bu hâlihazırda var olan siyasi repertuar ve birliktelik Gezi Parkı’ndaki göstericiler arasında özgürlükçü ve eşitlikçi bir söylemin hâkim olmasına imkân verdi. Ben örgütlü kesimlerin oluşturduğu bu eşitlikçi ve özgürlükçü birlikteliğin Gezi Park’ında gerçek olamayacak kadar güzel bir toplumsallığın ortaya çıkışının temel nedenlerinden biri olduğuna inanıyorum.
 
Gezi Parkı gösterilerini mümkün kılan ikinci önemli etken ise şüphesiz ki gençlerin sokağa çıkması oldu. Uzun zamandır siyasetle ilgisiz addedilen gençler, bu süreçte sokağa çıktılar ve sosyal medya araçları ile sokak sanatlarının her biçiminden faydalanarak göz alıcı bir otorite karşıtı özgürlükçü gençlik kültürü yarattılar. Bu yaratıcı gençlik kültürü adeta siyasi eylemlere can üfledi.
 
Gezi Parkı’nda herkes birbirini tanımaya çalışıyor, birbirine yardım ediyor, birbirine güvenmeyi öğreniyor, birlikte yaşamaya çalışıyor ve ortak bir amaç için birlikte çalışıyor. Bunun gücünü azımsamamak lazım. Bu durumun kendisi yeni bir siyasi örgütlenme tarzı ve birbiriyle ilişkilenme biçimi. Gezi Parkı’ndaki bir grubun basın açıklamasında söylediği gibi, “biz bedenlerimizin bir ateşi yaktığını ve bu ateşten ortak bir direnişin vücut kazandığını gördük”.[iii] Bu sürecin sonucunda toplumdaki “eylem korkusu”[iv] ortadan kalktı ve “kitleler yeniden kendilerine olan güvenlerini kazandılar.”[v] Başka bir deyişle, burada şahit olduğumuz “doğrudan eylemle demokrasinin gelişmesi.”[vi] Gezi gösterileri süreci için “yeni bir vatandaşlığın provasının sahnelendiği” [vii] yorumunu yapmak hiç de abartılı kaçmaz.
 
Gezi Parkı deneyimine benzer ölçüde siyasi aktör çeşitliliğine sahip olan Ankara’nın dışında, farklı kentlerdeki gösterilerde seküler Kemalistlerin baskındılar. Bu durum için Tuğal şöyle bir analiz yapıyor: “bu insanlar büyük çoğunlukla kendi çıkarlarını ve yaşam tarzlarını savunmak üzere bu işin içindeler. Her ne kadar bu insanlar Gezi hareketine temel karakterini vermeseler dahi, şimdiden suları bulandırdılar. Gezi hareketi bir ölçüde onları katılımı ile birlikte çok daha güçlendi ancak hareketin ulusal ve uluslararası mesajı artık daha az netlik arz ediyor.”[viii] Tuğal’ın bu geniş grubun siyasi gündeminin özellikle Gezi gösterilerindeki hâkim söylem ve eyleme oranla daha muğlâk olduğuna dair yorumuna genel anlamda katılıyorum. Ancak örgütsüz insanların farklı mağduriyetlerini bir araya getiren gösterilerin siyasi gündeminin görece esnekleşmesi de beklenebilir bir sonuç. Bu gösterilerin gücünün ise halen daha fazla özgürlük ve insanlara daha fazla söz hakkı verilmesinin ortak paydası olmasından kaynaklandığına inanıyorum.
 
Başbakan Erdoğan ve hükümeti ise bu gösterilere göstericilerin tüm taleplerini reddederek ve (kendi siyasetleri dışındaki) örgütlü siyasi aktivizmi her biçimde aşağılamaya devam ederek yanıt verdiler. Gezi Parkı ile ilgili olarak ise, projenin iptaline dair çıkan mahkeme kararına rağmen, Erdoğan hükümetin bu projeyi gerçekleştireceğini duyurdu. Göstericilerin çoğulcu bir demokrasinin tesis edilmesi ve hükümetin otoriter uygulamalarından vazgeçmesine yönelik taleplerine karşın ise, Erdoğan demokrasinin her şeyden önce seçim sandığı olduğunu belirtti. Keyder’e göre Erdoğan’ın Gezi sürecindeki konuşmalarının ana motifi sayıların Erdoğan’dan yana olduğuydu[ix]. Erdoğan bu durumu, “milli iradenin” tek meşru güç olduğu tabiriyle ifade ediyor. Ayrıca Erdoğan Gezi Parkı gösterilerini Türkiye tarihindeki seçimle işbaşına gelmiş hükümetleri indirmeye yönelik demokrasi karşıtı gösterilerin güncel bir örneği olarak sunmaya çalışıyor. Erdoğan’ın çoğunlukçu tonu kendi seçmenlerinin sokağa çıkmasına izin vermediğini ama istese bunun da olabileceğini söyleyemeye varacak kadar netleşti. Gullo’nun da belirttiği gibi, hâlbuki Erdoğan ve arkadaşlarının görmediği şey şuydu: “demokrasi, toplumu farklı toplumsal kesimlerinden hiç katkı almaksızın yönetmek üzere verilen hükümetlere sunulan boş bir çekten ibaret değil”[x]. Gezi gösterilerinin ardından verdiği tepkilere istinaden, Washington Post Erdoğan’ın “hem seçimle işbaşına gelinip hem de otoriter olunabildiğine dair talihsiz bir kanıt” oluşturduğunu belirtti.”[xi]
Gezi Parkı gösterileri daha önce herhangi bir formel siyasi örgütlenme içerisinde yer almamış protestocuların siyasi partilerde, işçi sendikalarında, sol örgütlerde ve sivil toplum kuruluşlarında aktif olarak yer almaya başlamaları için uygun bir zemin hazırlıyor. Buğra’nın da belirttiği üzere, göstericilerin siyasi kazanımlarını güvence altına almak amacıyla temsili demokratik sistem içerisinde çalışmak durumunda olduklarının farkında olmaları önemli.[xii] Buğra’nın bu savını normatif yani ideali ortaya koyan bir sav olarak değil, stratejik bir sav olarak okumak gerektiğini düşünüyorum.
 
Bugün Türkiye’deki siyasi sistemi azınlıkların haklarını güvence altına alacak bir yapıya kavuşturacak, başıboş kapitalizmi kontrol altına alacak ve Türkiye’de çoğulcu bir demokrasinin kurulmasını mümkün kılacak örgütlü siyasi aktivizme her zamandan daha çok ihtiyaç var. Özellikle karşı karşıya olunan siyasi gücün yalnızca Erdoğan’dan ibaret değil, AKP dönemi boyunca giderek daha entegre hale gelen iktisadi ve siyasi gücün oluşturduğu muhafazakâr yeni liberal tarihsel bir blok olduğu düşünülürse,[xiii] böylesi bir güçle mücadelede siyasal örgütlenmelerin ne denli önemli olduğu görülebilir. Tarihsel iktidar bloğunun gücü ortadayken, bunu dengelemesi gereken karşı bloğun da eşit derecede örgütlü ve güçlü olması gerektiğini söylemek yanlış olmaz.
 
Muhafazakâr yeni liberal tarihsel bloğun sözcülerinin kullandığı söyleme bakıldığında, bloğun da örgütlü siyasi aktivizmin yükselişi olasılığının hayli farkında olduğu görülüyor. İki haftalık gösteri sürecinden sonra, muhafazakâr yeni liberal tarihsel bloğun neredeyse tüm önemli figürleri –Başbakan Erdoğan, Gülen hareketinin kurucusu Fethullah Gülen, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) başkanı Rifat Hisarciklioglu ve sarı sendikaların başkanları- Gezi Parkı gösterilerinde yer alan siyasi örgütlenmeleri, masum vatandaşların iyi niyetli taleplerini istismar etmekle suçlamaya başladılar. Onlara göre Türk Tabipleri Birliği’nden Türkiye Komünist Partisi’ne kadar tüm siyasi örgütlenmeler illegaldi.
Örneğin, Fethullah Gülen şiddet eylemlerine karıştığı iddia edilenlerle masum talepleri olan masum yurttaşları birbirinden ayırmak gerektiğini söyledi. Gülen’e göre, ikinci grup dindar Müslümanların yeni kuşağı ihmal etmesi dolayısıyla ortaya çıkmış bir grup. Gülen birinci grubun ise dindar Müslümanların daha önce mesajlarını ulaştıramadığı için boşluğa düşen bu ikinci grubun masumiyetini istismar ettiğini ve bu grubun enerjisini zararlı ideolojilerine kurban ettiğini söylüyor.[xiv] Muhafazakâr yeni liberal tarihsel bloğunun önemli figürleri masum ve örgütsüz vatandaşlara evlerine dönmeyi salık verirken, göstericilerin örgütlü kesimlerini sert cezalarla tehdit ediyorlar.
 
Ne yazık ki çok sayıda entelektüel de göstericilere siyasi örgütlenmelerden uzak durmalarını tavsiye ediyorlar. Örneğin Nilüfer Göle Gezi gösterilerini siyasi bir yaklaşımla okumanın yanlış olacağını iddia ediyor. Göle’ye göre, göstericiler siyasi partilerden özerkliklerini korumalı ve siyasi bir hareket gibi davranmamalı. Göle siyasi örgütlenmelerden uzak durmanın göstericilerin “ağaçların gölgesinde masumiyetlerini korumalarının” ve “demokrasinin toplumsal muhayyilesini, dokusunu yenileyebilmelerinin” ön koşulu olduğunu belirtiyor.[xv] Böylece masumiyet bir kavram olarak, bu kez Gezi gösterilerinin temel savlarını destekleyen bir entelektüelin tahayyülünde, yeniden siyasi olanın ve siyasi örgütlenmelere ilişkin olanın karşıtı olarak beliriyor. Ancak bu masumiyetin hiç bir denge ve denetleme mekanizmasına tabi olmayan çoğunlukçu siyasi sistemi nasıl değiştireceği hiç de açık değil.
 
Şu anda Hükümet Taksim’i yenileme projesine olduğu gibi devam edeceğini söylüyor, Taksim ve Kızılay’da gösteri yapılmasına izin vereceğini belirtmiyor ve polisin gücünü ve biber gazı kullanımını kısıtlayacağına dair herhangi bir açıklama yapmıyor. Dolayısıyla şu ana kadarki en büyük kazanımımız birbirimizi bulmuş olmamız ve bunun gücünü hissediyor olmamız. Bir diğer kazanım ise, gösterilere katılanların yarısından fazlasını oluşturduğu tespit edilen örgütsüz göstericilerin,[xvi] sürekli kötülenen örgütlü göstericilerle birlikte çalışabileceklerini görmeleri oldu. Hatta göstericilerden bazılarının Kürtlere ve LGBT’lere yönelik insan hakları ihlalleri gibi siyasi kör noktalarını sorgulamaya başladıklarını görüyoruz.
 
Bu noktada muhalefetteki siyasi partilerin mensuplarının, örgütlü solcuların ve insan hakları aktivistlerinin içinde bulundukları siyasi örgütlenmelerin kendi malları olmadığının acilen farkına varmaları gerekiyor. Örgütlü kesimlerin içinde bulundukları siyasi örgütlenmelerin kapılarını diğer göstericilere açmanın ve bu örgütlenmelerin iç yapılarını demokratikleştirmenin yollarını araması gerekiyor. Bunu yaparken de kendi örgütlenmelerinin tüm siyasi alanı kaplaması sevdasından vazgeçmeliler. Yeni gelenlerin siyasi örgütlenmelerin tüm biçimlerini denemelerine, var olan biçimleri değiştirmelerine ve hatta kendi biçimlerini yaratmalarına olabildiğince alan açmalılar. Var olan siyasi örgütlenmelerin daha çoğulcu ve eşitlikçi bir Türkiye idealini hayata geçirme gücünü kazanabilmeleri için de tek yol bu gibi görünüyor. Karşı propagandaya rağmen, sesimizi çıkarmalı, çeşitliliğimizden ödün vermeksizin birlikteliğimizi korumalı ve örgütlü siyasi aktivizmin ne suç ne de günah olmadığını tüm topluma duyurmalıyız.
 
Volkan Yılmaz, Yayın Sorumlusu, Türkiye Siyasi Analiz ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye)
 
Yılmaz, Volkan (Haziran, 2013), “‘Ne suç ne günah’: Türkiye’de daha iyi bir gelecek için örgütlü siyasi aktivizm”, Cilt II, Sayı 4, s.29-34, Türkiye Siyasi Analiz ve Araştırma Merkezi (AnalizTürkiye), Londra: AnalizTürkiye (http://researchturkey.org/?p=3436&lang=tr)
 
Kaynaklar

[i] Keyder, Ç. June 2013. “First person singular,” London Review of Books Blog. http://www.lrb.co.uk/blog/2013/06/03/caglar-keyder/first-person-singular/
[ii] Bilgiç, E. E. and Z, Kafkaslı. 2013. Protestocular Kim? Ne İstiyorlar?. İstanbul Bilgi Üniversitesi.
[iii] Müştereklerimiz. June 2013. “Today we are all someone new!”, Open Democracy. http://www.opendemocracy.net/müştereklerimiz/today-we-are-all-someone-new
[iv] Taştekin, F. June 2013. “Ultras: The Surprise Kids of Turkey’s Uprising,” Al-Monitor Turkey Pulse. http://www.al-monitor.com/pulse/contents/articles/opinion/2013/06/instanbul-football-clubs-help-protesters.html
[v] Savran, S. June 2013. “Report from Turkey: A Taste of Tahrir at Taksim,” Socialist Project, E-bulletin no. 831. http://www.socialistproject.ca/bullet/831.php
[vi] Acemoğlu, D. June 2013. “Development won’t ensure democracy in Turkey,” The New York Times.
http://www.nytimes.com/2013/06/06/opinion/development-wont-ensure-democracy-in-turkey.html?pagewanted=all&_r=0
[vii] Göle, N. 2013. “Gezi: Bir kamusal meydan hareketinin anatomisi,” T24.
http://t24.com.tr/yazi/gezi-bir-kamusal-meydan-hareketinin-anatomisi/6824
[viii] Tugal, C. June 2013. “Occupy Gezi: The limits of Turkey’s neoliberal success,” Jadaliyya.
http://www.jadaliyya.com/pages/index/12009/occupy-gezi_the-limits-of-turkey’s-neoliberal-succ
[ix] Keyder, Ç. June 2013. “First person singular,” London Review of Books Blog. http://www.lrb.co.uk/blog/2013/06/03/caglar-keyder/first-person-singular/
[x] Gullo, M. T. June 2013. “Turkey’s Liberal Awakening: The Battle beyond Gezi Park and the Lifting of the Veil of Ignorance,” Vol. II, Issue 4, pp. 12-15, Centre for Policy Analysis and Research on Turkey (ResearchTurkey), London, ResearchTurkey. http://researchturkey.org/wp/wordpress/?p=3352
[xi] The Washington Post. June 2013. “Prime Minister Erdogan’s strongman tactics in Turkey”. http://articles.washingtonpost.com/2013-06-03/opinions/39715196_1_protesters-akp-protect-journalists
[xii] Buğra, A. June 2013. “Yaşam alanımız ve çıkarlar,” BİANET.
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/147154-yasam-alanimiz-ve-cikarlar
[xiii] Buğra, A. June 2013. “Yaşam alanımız ve çıkarlar,” BİANET.
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/147154-yasam-alanimiz-ve-cikarlar
[xiv] Akşam. 2013. “Fethullah Gülen’den Gezi Parkı yorumu,” June 6.
http://www.aksam.com.tr/dunya/fethullah-gulenden-gezi-parki-yorumu/haber-213110
[xv] Göle, N. 2013. “Gezi: Bir kamusal meydan hareketinin anatomisi,” T24.
http://t24.com.tr/yazi/gezi-bir-kamusal-meydan-hareketinin-anatomisi/6824
[xvi] Bilgiç, E. E. and Z, Kafkaslı. 2013. Protestocular Kim? Ne İstiyorlar?. İstanbul Bilgi Üniversitesi.

Etiketler:
İstihdam