06/07/2017 | Yazar: Umut Erdem

Varoluş ve kimliğimizden dolayı zaten sömürülen, üzerine iktidar kurulmaya çalışılan, ayrımcılığa uğrayıp bundan sistematik şiddet gören bizlerizdir. Bazen bunu yapanın bilakis kendimiz olduğunu atlarız.

Kesişimsellik üzerine yapılan çeviriler ışığında sevgili Aksu Bora'nın “Kesişimsellik” isimli yazısı üzerine birkaç laf döndürmek istedim. Sevgili Aksu Bora'nın yazısındaki şu soru beni harekete geçirmişti aslında: “Toplumsal cinsiyet kavramı neden farklı tahakküm biçimlerini görmemize yetmiyormuş ki?”

Aksu Bora'nın kesişimselliğe ilişkin üçe ayırdığı, aralarında da bağlantı kurduğu bir eleştirisi var, benim niyetim hepsine cevap vermek değil. Ama yazıda altını çizdiği toplumsal cinsiyetin neden tahakküm biçimleri ve hiyerarşi sistemleri dizisine parmak doğrultmada yetmediği, “Başta bahsettiğim acayip kendinden memnuniyetin en illet kısmı bana bu gibi görünüyor: Kürdü de kucaklıyorum lezbiyeni de. Neden? Çünkü hepsi ayrımcılığa uğruyor!” şeklinde belirttiği hümanizme eşdeğermiş gibi tınlayan kesişimsel feminizmin yönelttiği sistem eleştirisi üzerine biraz tartışıp kesişimsel feminizmin de düşünmeye alan açabileceği başka bir adalet meselesinden bahsetmek istiyorum.

Kesişimsel feminizmin ortaya sürdüğü, eleştirdiği, mücadele etmemiz gerektiğini öne sürdüğü bir sistem var: Kiyerarki. Elisabeth Schussler Fiorenza'nın kitabında belirttiği, kiyerarkinin köken olarak Yunancada lord ya da master anlamına gelen kyrios ile “yönetmek” ya da “hakimiyet kurmak” anlamına gelen archein'den türediği. İktidar kurucu çarpımsal ve birbiriyle kesişen yapıların varlığı ışığında patriyarkayı analitik bir kategori olarak tekrar tanımlamak için kullanılıyor. Hakimiyet kurma, itaat etme, baskılama gibi birbiriyle kesişen çarpımsal sosyal yapılardan oluşan karmaşık piramit sistemi olarak teorize ediliyor. Bu şekilde teorize etme hali aslında bize şunu gösteriyor; evet belirli kimliklerimiz ve var olma halimiz sebebiyle tahakküm altına alınıyoruz, sömürülüyoruz, baskı görüyoruz, şiddete maruz bırakılıyoruz. Ama aynı zamanda bu suçların faili de olabiliriz, hatta faili olduğumuz, tahakküm eden, sömüren pozisyonda olduğumuz durumlar var. Sabit ve değişmez olarak inşa edilen bir sömüren-sömürülen ilişkisine çomak sokacak failliklerimiz mevcut.

Ben bunların bir tanesi üzerinden ilerlemek istiyorum. Toplumu ve yaşadığımız düzeni oluşturan kişileri düşünelim. Hiyerarşik bir sistem dizisiyle örülmüş ve bazı kişileri kişi olma statüsünden çıkaran normatif toplumsal algıyla normalleştirilmiş şiddet ve haksızlıkların çok da farkında olmadan yaşayabiliyoruz. Aslında bunların meydana gelmesinde en büyük sorumluluğun bizde olduğunu görmeden hayatımızı sürdürebiliyoruz. Sistemsel eleştiride bulunup bununla mücadele ettiğimizde düştüğümüz en önemli yanlış, belki de fail olan ve hata sahibi olanın sadece bir sistem olduğu ya da bunun hep başkalarının yüzünden olduğunu öne sürmektir bana kalırsa. Yani pek kendimize bakmayız çünkü varoluş ve kimliğimizden dolayı zaten sömürülen, üzerine iktidar kurulmaya çalışılan, ayrımcılığa uğrayıp bundan sistematik şiddet gören bizlerizdir. Bazen bunu yapanın bilakis kendimiz olduğunu atlarız, çünkü hangi yönden ezilirsek ezilelim arkamıza aldığımız, sayesinde rahat yaşayabildiğimiz birtakım ayrıcalıklarımız da vardır. Bunların bir tanesi de yeryüzünde her şeyin kendisine hizmet eder pozisyonda olduğu algısının yaratıldığı, “kişi” statüsünde olduğunun ana akımlaştığı “insan” olma durumu.

Neden veganlık?

Hiyerarşinin yönlendirdiği toplumsal düzenin en tepesinde “insan” dururken çeşitli kimlik ve var olma halleriyle piramitsel sistemin aşağılarına indiğimizde, en altında yer alan canlılardan biri de “insan harici hayvanlar”dır. İnsan harici hayvanlar “nedir?”in yanıtını herkes verebilirken insan harici hayvanların “kim?” olduğu üzerine neredeyse kimse düşünmez. Yani toplumun %99'dan fazlasının ağızbirliğiyle söyleyeceği ve inandığı şey, insan harici hayvanların yaşama hakları olan birer kişi değil, “şey” olduğudur. Dünya üzerinde hemen hemen herkes insan harici hayvanları (ineğinden arısına, arısından tavuğuna ve pekâlâ köpeğine, kedisine) mal ve kaynak olarak kullanır. Yani türünden ötürü insan harici hayvanlar üzerinde tahakküm kurar ve bunu insan olmaktan gelen toplumda kabul görmüş bir üstünlük ve ayrıcalıktan ötürü yapar.

Zevk, alışkanlık, öğreti gibi sebeplerle insan harici hayvanların bizim hizmetimizde var olduğunu, onları kullanmanın doğal, çıkarımıza uygun, sağlıklı, gerekli olduğunu düşünüyoruz. Ama bu görüşümüzü aslında kendi üstünlüğümüze, karşımızdaki kişileri kendimizden aşağıda savunmasız bir halde görmeye, onları mal ve kaynak olarak kullanma gücünü kendimizde görmeye dayandırarak onları kullanıyoruz. Bu sebeple her yıl 53 milyar insan harici hayvanın -bu sayıda deniz hayvanları yok bile- öldürülmesine ve çok daha fazlasının köle olarak kullanımına sebep oluyoruz. Onları kendi yaşam şartlarımıza adapte etmeye çalışıp bunun karşılığında onların sütünden, yumurtasından, balından, yününden, başka beden parçaları, çıktıları ve salgılarından yararlanmak için onları bir yere kapatıyor, onların adil yaşama haklarını görmezden gelip kendi çıkarımız ve keyfimiz için bize hizmet etmek üzere kullanıyoruz. Yani onları kölelerimiz haline getiriyoruz. Peki buna hakkımız var mı?

Aslında bu soru üzerine düşünüp cevap vermek için feminist olmaya ya da kesişimsel feminist olmaya, kesişimsel feminizm üzerine düşünüyor olmaya gerek yok. İnsan harici hayvanları kullanmamak için ne feminist olmaya gerek var ne de kesişimsel feminist. Amma velakin kesişimsel feminizm bunun üzerine düşünüp vegan olmanın gerekliliğini ortaya koyacak potansiyele sahip. Çünkü iktidar sistemlerinin tümünü tek bir çatıda toplayıp bunların biricikliğini elimine etmek, bir tarafı diğerinden üstün tutmayı mutlaklaştırmak yerine iktidar sistemlerini deşifre edip kendi ayrıcalıklarımızı sorgulamaya alan açıyor. Veganlığın, insan harici hayvanların yaşam ve köle olmama hakkı için onlara adil davranmanın toplumsal cinsiyetle bir ilişkisi yok. Fakat kendi iktidar alanlarımızla ve ayrıcalıklarımızla yüzleşme cesaretini göstermeye bize meyleden kesişimsel feminizmle vegan olmanın bağlantısını kurabiliriz.

Veganlık, kendi zevkimiz, çıkarımız, alışkanlığımız için insan harici hayvanları mal ve kaynak olarak kullanmamaktır. Hayatımızdan hayvan kullanımını çıkarmaktır. Çünkü insan harici hayvanlar, hissetme yetileri olan, yaşamlarının farkında olan, bu sebeple toplumda kemikleşmiş, kendilerinin mal ve kaynak olduğu yargısına karşı olarak kendilerini “kişi” olarak görmek, haklarını ihlal etmemek demektir. Onların hissetme, acı duyma, yaşamlarının farkında olma durumundan ötürü kendini insan harici hayvanlarla eşit gözetmek demektir. Bu yüzden onlardan elde edilen hiçbir şeyi kullanmazsın, kullanılmasını talep etmezsin. Bu hayatına uydurabildiğin bir yaşam biçimi, tercih değildir; insan harici hayvanların adil yaşaması için onlara karşı duyduğun sorumluluktur. Bu yapmamız gereken bir şeydir, aksi takdirde birilerini sömürmüş olursun. İktidarını kullanıp birilerini sömürmek, onlara tahakküm uygulamak, adil olmayan ve karşı tarafa acı veren bir şeydir, keza kesişimsel feminizm bundan farklı bir şey söylemez.

Kesişimsel feminist olduğumuz için değil odağımıza insan harici hayvanları, onların köle olmama ve yaşam hakkını alarak onları kullanmamamız, yani vegan olmamız gerekir. Yani ben feminist olmama rağmen birisi sırf feminist diye insan harici hayvanları kullanmaması gerektiğini değil, insan harici hayvanlar kişi olduğu için onların haklarını ihlal etmemesi gerektiğini, bu yüzden vegan olması gerektiğini düşünürüm ve söylerim. Fakat feminizmle bağlantı kurularak veganlık anlatılmaya çalışılabiliyor ya da savunmasam da “bazı” (Bunun aynısını, kuramından yararlandığım Gary L. Francione ve hayvan haklarına kölelik karşıtlığıyla yaklaşan bazı abolisyonist veganlar da yapıyorlar. Kendilerini de bu hususta eleştirmeyi önemli buluyorum ama bu yazının konusu bu olmadığı için bunu bu yazı içinde detaylandırmayacağım) hayvan kullanımlarına dikkat çekilmeye çalışılabiliyor. Hem bu konuda eğer feministlere çağrıda bulunulacaksa, bunun feminizmle ilişkisi çözümlenecekse ve Sevgili Aksu Bora'nın “Kesişimsel feminizm gerçekten gerekli mi?” sorusundan yola çıkarak “Evet kesişimsel feminizm gerekli, çünkü insan olmanın ayrıcalığına dayanarak insan harici hayvanları aslında “kişi” olmalarına rağmen kendimizden güçsüz ve savunmasız görerek onları türü nedeniyle köleleştiriyoruz. Vegan olmamız zaten gerekli ama bunun bağlantısını kesişimsel feminizmle kurarak hayvanlar üzerinde nasıl iktidar yarattığımızı fark edebiliriz ve buna son vermek için ilk ve temel adımı atıp vegan olabiliriz,” cevabını verebilirim.

Vegan olmak mümkün mü, kolay mı? Evet vegan olmak mümkün, bilgi akışları sayesinde çok çok daha kolay. Bir kere zaten veganlık bir sorumluluk, bir adalet meselesi. Bunu yapmadığımız müddetçe bazı insan harici hayvanlar sokakta yaşamaya, bakıma muhtaç kalmaya devam edecek, öldürülecek, tecavüze uğrayacak, yunus parkları yapılmaya, sirk için kullanılmaya, etinden, kürkünden, derisinden yararlanılmaya devam edilecek. Bunlar genelde en çok tepki alan şeyler. Kürk ve deri için kampanyalar düzenlenirken koyunun yünü asla dert değildir. “Et”e yönelik tepkinin aynısı süt, bal ya da yumurta için olmadığı gibi endüstri-dışı alanlarda hayvan kullanımı bayağı masumane hale getirilir. Belirli hayvanların deney için kullanılması tabii ki en çok karşı durulması gereken şey olarak görülürken, kendi hayat pratiğimizde insan harici hayvanların mal ve kaynak olarak “zaten” kullanıldığını göremeyiz. Neden? Çünkü kendi ayrıcalıklarımız...

Fakat hayvan kullanımını sona erdirmemiz mümkün. Düzenli beslendiğimiz sürece sağlıklı, ekonomimizi hiç de zorlamayacak bir şekilde yaşamımızı sürdürebiliriz ve daha önemlisi insan harici hayvanları kullanmaya pekâlâ ihtiyacımız yok. İnek ya da keçi sütü yerine pirinçten, yulaftan, bademden, kajudan, kenevir tohumundan süt ve süt ürünleri elde edebileceğimiz gibi yumurta yerine nohut unu, pirinç unu ya da muz kullanabiliriz. Pamuk, akrilik, poliüretan, keten, polar, polyester, polyamid vesaireden elde edilen kıyafetlerle yaşamımızı idame ettirebiliriz. Kendi hijyen ve bakım ürünleri için erişebileceğimiz pek çok vegan ürün mevcut. Kaçınabileceğimiz pek çok hayvan kullanımı ve hayvan kullanmadan hayatımızda vegan yaşam pratiklerini sürdürme olanağımız var. Neden yapmayalım? Neden insan harici hayvanların üzerinde tahakküm kurarak norm haline gelmiş bir adaletsizliği sürdürelim ve vegan olmayalım? Feminizm açısından bakınca bu neden bir feminist olarak bizim gündemimiz olmasın? Kesişimsel feminizm neden buna cevap veriyor olmasın?

Veganlıkla ilgili           

Veganlık hakkında daha ayrıntılı bilgi verecek ve vegan olmanıza yardımcı olacak birtakım kaynakları sizlerle paylaşmak isterim: Vegan Oluyorum, Gary Francione, Hayvan Haklarına Giriş: Çocuğunuz mu Köpeğiniz mi?, İletişim, İstanbul, 2008 ve Anna Charlton ve Gary Francione, İnsan Neden Vegan Olur?, Metropolis, İstanbul, 2016.

Amerikan Beslenme Derneği, vegan beslenmenin sağlıklı, besinsel olarak yeterli ve belirli hastalıklardan korunmada faydalı olduğunu belirtiyor. Sağlıklı bir vegan beslenmenin kalp hastalığını, kanseri, obeziteyi, şeker hastalığı riskini düşürdüğünü söylüyor. Önemli besin öğeleri olan b12 ve d vitaminini vegan takviyelerle edinmek mümkünken Omega 3 için özellikle keten tohumu, ceviz ve yeşilliklerden beslenmek önem arz ediyor. Pek çok sebze, meyve ve kuruyemişin kalsiyum, demir ve protein açısından zengin olduğu belirtiliyor. Demir konusunda demir emilimini engelleyen gıdalara dikkat etmek gerekiyor. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye buradan ve şuradan linklerden ulaşabilirsiniz.

Bunun haricinde Kanada Beslenme Uzmanları, Birleşik Krallık Beslenme Uzmanları Derneği ve Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Hizmetleri'nin vegan beslenmeye onay verdiğini not düşelim. (Birikim)


Etiketler:
İstihdam