04/11/2009 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

Çarşamba’nın yazısını yazmaya klavye önüne oturunca karar veremedim; ‘İran’ı mı yoksa ‘Nefes’i’ mi yazayım’ diye. Twitter’da yaptığım ufak bir kamuoyu yoklamasında oybirliği ile ‘Nefes’ çıktı.

Çarşamba’nın yazısını yazmaya klavye önüne oturunca karar veremedim; ‘İran’ı mı yoksa ‘Nefes’i’ mi yazayım’ diye. Twitter’da yaptığım ufak bir kamuoyu yoklamasında oybirliği ile ‘Nefes’ çıktı. 21 yaşında, İran Ardebil’de vahşi İran şeriatçı hukuk sistemi tarafından ölüm cezasına çarptırılan Nemat Safavi hakkındaki yazım başka bir Çarşamba’ya kaldı. 

Nefes, gittikçe iyi şeyler üreten Türk sinemasının iyi filmlerinden biri ama tabii ki sorunları var: Bir kere hemen hemen bütün Türk filmlerinin ortak sorununu, Nefes de paylaşıyor. Film çok uzun. Bizim yönetmenler, editörler ürettikleri malzemeyi kesmeye kıyamıyorlar. Nefes, rahatlıkla vizyondaki halinden yarım saat daha kısa olabilirdi. İzlerken arada sırada kestirmek zorunda kalmazdık ve daha önemlisi böyle keskin alınmış bir ‘Nefes’’ in, milletlerarası platformlarda daha başarılı olma şansı olurdu.
 
İkinci sorunu, ‘Kürt Açılımının’ gündemde olduğu bugünlerde Nefes, taraflı bir film. Tarafı da çok belli: Türk ordusunun tarafı. Bunun için de, en eski Hollywood klişelerinden birini kullanıyor.
 
Bütün önemli karakterleri, Türk ordusunun askerleri ve biz, onların son derece de insani hayat detaylarını görüp onlara ısınıyoruz; dağ başında yaşarlarken geride bıraktıkları sorunları için empati kuruyoruz. Filmde savaşılan düşman, ‘karakol basan Kürt teröristler’. ‘Terörist’ karakterlerin hepsi karton kahraman. Hiçbirinin insani detayları işlenmemiş. Türk askeri karakterleri için başarılı ve çok iyi çizilmiş detayların hiçbirini ‘karakol basan Kürt teröristler’ hakkında bilmiyoruz. Yani sevgilileri var mı? Geride bıraktıkları yaşlı anne, babalarının yüzleşmek zorunda oldukları zorluklar neler? Eşlerini özlüyorlar mı? Özetlemek gerekirse: Nefes, Türk ordusunun askerlerini, detaylı karakter analizleri yapılmış ‘sevgili kovboylarımız’, çoğu Kürt karakteri de kafa derisi yüzen, insani detaylarını bilmek zorunda olmadığımız ‘zalim Kızılderililer’ olarak sunuyor.
 
Üçüncü sorunu, biraz da konusu itibarı ile olsa gerek; son derece de cinsiyetçi ve bu cinsiyetçi mesajları en sıkıcı klişelerle veriyor. ‘Şehirli kadınların erkeklerini aldattıkları’, ‘dağa çıkan Kürt kadınlarının, oradaki erkekleri tatmin etmeye çıktıkları’ mesajları gibi. Tabii film homofobiden de nasibini almış. Türk ordusu geylere kapalı bir ordu olduğu için olsa gerek, kahramanlarımız ‘dans ederlermiş de, kıvırmazlarmış...’. Bu klişeler o kadar sıkıcı ki, dans ederken kimin kıvırdığını yazmaya bile gerek yok!
 
Dikkat edileceği gibi yazıya ‘Türk sinemasının iyi filmlerinden biri...’ diye başladım. Bunun neresi iyi diye soruyorsanız, anlatayım: Bir senaryosu var, fena çekilmemiş, oyuncular iyi oynuyorlar. Recep İvedik, Gora gişe yapıp para kazanacağına Nefes kazansın. Kaldı ki, son dönem Türk Sinemasının hakikaten iyi filmlerinden biri olan Uğur Yücel’in ‘Yazı Tura’ filmi de homofobik bir filmdi. Ne yapalım; şimdilik bizim sinema kaftanımızdan bu kadar mintan çıkıyor.
 
Medyamızdaki Hakkı Devrim, Ali Poyrazoğlu ve diğer bilumum bu işlerden anlayan entelektüellerimiz de herhalde bu yüzden filmi beğendiler!
 
Medyamızda, haklı olarak esen fırtına üzerine bir notla bitireyim: Serdar Turgut'a yönelik eleştirilerin "linç" noktasına geldiğini söyleyen Ertuğrul Özkök, geçen Pazar günü Rojin’e açık bir mektup yayınladı. Bütün cahillere oksimoronun ne olduğunu öğretiyor! Ve ilave ediyor; ‘Serdar, ‘Rojin’i dağa kaldırmaktan’ söz ediyordu. Baktım, bizim gazetenin kadın grubu bile ayaklanmış’ diye ilave ediyor. Umarım Hürriyet Gazetesinin kadın çalışanları, kendisine gereken uyarıları yapmaya devam ediyorlardır. ‘Bile’ ne demek Ertuğrul Efendi? Serdar Turgut’un, Rojin hakkında yazdıkları öyle kara mizahla falan aklanamaz. O makûs yazı Rojin’in şahsında bütün kadınları, Kürtleri ve insan haklarını ciddiye alan herkesi yaralamıştır. Bizler oksimoronun ne olduğunu biliyoruz da, siz ‘nefret suçu’ nedir duydunuz mu acaba?
 
Umalım ki sadece Serdar Turgut değil; medyamızın bütün erkek egemen, ırkçı, nefret suçu üreten yazarları, bu yazıya gösterilen tepkiden gereken dersleri çıkarsınlar. 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam