16/12/2013 | Yazar: Hakan Ataman

Bir yandan ifade özgürlüğünü korurken diğer yandan ‘nefret söylemi’ ve ‘nefret suçu’ ile nasıl mücadele edilecektir?

Ülkemizde ve dünyada temel insan hakları sorunlarından biri olan nefret söylemi, giderek artan oranda dikkatleri üzerinetoplamaktadır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne göre “nefret söylemi”:
 
ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dâhil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır. Bu anlamda “nefret söylemi” muhakkak belirli bir kişiye veya gruba yönlendirilmiş yorumları kapsamaktadır.” (Weber, 2009, s.3)
Avrupa Konseyi’nin yapmış olduğu açık ve net tanıma rağmen, nefret söylemi üzerine yapılan tartışmalar aslında mayınlı bir tarla üzerinde seyir etmektedir diyebiliriz. Bunun temel nedeni nefret söyleminin kendi içinde bir takım ikilimleri ve buna bağlı olarak sorunları barındırıyor olmasıdır. Bunlardan ilki nefret söyleminin, ifade özgürlüğü kapsamında ele alınıp alınamayacağı sorunudur. Bu konuda insan hakları hukukçuları tarafından getirilen yorumlarda farklılıklar bulunmaktadır. Yorumlardan birincisi nefret söyleminin ifade özgürlüğü kapsamında yer alacağı bu nedenle bir insan hakları ihlali sayılamayacağı yönündedir. Buna karşıt olarak diğer yorum “nefret söyleminin” bir ifade özgürlüğü olmadığı yönündedir. Bu yorum,  ifade özgürlüğünün uluslararası düzeyde kabul gören ve saygın bir yere konmuş bulunan ve insan hakları sözleşmelerinde koruma altına alınan diğer haklarla çatışma içine girdiğinde sınırlanabileceğini belirtmektedir. Özellikle de din ve vicdan özgürlüğü ile ayrımcılık yasağı konusundaki düzenlemeler söz konusu olduğunda, ifade özgürlüğü kısıtlanabilir. Buna örnek olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “Vejdeland ve Diğerleri v. İsveç” (09.02.2012; no. 1813/07) davasınını gösterebiliriz.
 
Vejdeland ve Diğerleri v. İsveç” (09.02.2012; no. 1813/07) davası, başvuranların lisede dağıttıkları 100 adet el ilanı nedeniyle mahkemeler tarafından homoseksüellere ilişkin saldırgan ifadeler içermesi nedeniyle mahkum olmaları ile ilgilidir. Başvuranlar Ulusal Gençlik adında bir örgütün hazırladığı ilanları öğrencilerin dolaplarının içine ve üzerine koymak suretiyle dağıtmışlardı. El ilanındaki ifadeler özellikle homoseksüelliğin "sapkın bir cinsel eğilim" olduğu ve "toplumun özü üzerinde ahlaken yıkıcı bir etkiye sahip olduğu" ve HIV ve AIDS’in yayılmasından sorumlu olduğu şeklinde suçlamalar içermekteydi. Başvuranlar, bir grup olarak homoseksüellere hakaret amacında olmadıklarını savunmuş ve eylemlerinin amacının, İsveç okullarındaki eğitimin nesnellikten uzak olduğu konusunda bir tartışma başlatmak olduğunu ifade etmişlerdir[1].
 
Vejdeland ve Diğerleri v. İsveç” (09.02.2012; no. 1813/07) davasında, AİHM, başvuranların ifadelerinin, nefret dolu eylemlere doğrudan bir çağrı olmasa dahi ciddi ve önyargılı suçlamalar içerdiğini tespit etmiştir. AİHM, cinsel yönelim temelinde yapılan ayrımcılığın, "ırk, köken ya da renk" temelinde yapılan ayrımcılık kadar ciddi olduğunu vurgulamıştır.
 
Bu nedenle, “Vejdeland ve Diğerleri v. İsveç” (09.02.2012; no. 1813/07) davasında, AİHM, İsveç makamlarının makul bir şekilde başkalarının itibar ve haklarını koruma amacıyla demokratik bir toplumda gerekli şekilde başvuranların ifade özgürlüğü hakkını kullanmalarına müdahalesini dikkate alarak Sözleşme’nin 10. Maddesinin (ifade özgürlüğü) ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.
 
Kısacası, AİHM’e göre “homofobik” açıklamalar nefret söylemi kapsamında yer almaktadır ve ifade özgürlüğünün bir parçası değildir. BM İfade Özgürlüğü Uzmanı Frank La Rue’nun da benzer nitelikte bir yorum getirmiş ve “ifade özgürlüğünün sadece özel durumlarda kısıtlanabileceğini” söylerken buna örnek olarak “soykırıma teşvik ve nefrete tahriki” göstermiştir. (La Rue; 2012)
 
Nefret söylemi konusunda yapılan tartışmalardan, tamamen birincisine koşut olarak yapılan, ikinci tartışma ise nefret söyleminin ceza kanunlarında açık bir şekilde “suç” olarak sayılan cezai eylemlerden birini oluşturup, oluşturmadığı dolayısıyla suç sayılıp sayılamayacağı konusunda yapılmaktadır. Bu konudaki birinci görüş, kişinin ya da grubun kendisine ve/veya mülküne yönelik nefret saiki ile gerçekleşmiş herhangi bir fiil bulunmadığı için nefret söylemini “cezai bir eylem” olarak görmemektedir. Bununla birlikte, ikinci yoruma göre nefret söylemi nefret suçları için verimli bir zemin yaratmaktadır. Bu nedenle nefret söylemi nefret suçlarının gerçekleşmesi için temel nedenlerden biridir. Hatta kimi vakalarda gerçekleştirilen “nefret suçları” ile söz konusu vakalar hakkında daha öncesinden sarfedilmiş “nefret söylemleri” arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Dolayısıyla, kanun yapıcılar dikkatlice hazırlanmış bir şekilde yani meşru ve yasal bir zeminde “nefret söylemi” ile ilgili düzenlemeler getirmelidir. Burada söz konusu yasaların dikkatlice ve meşru bir zeminde hazırlanmış olmasına yapılan vurgu son derece önemlidir. Aksi takdirde yapılan yasal düzenleme ifade özgürlüğünün ihlaline dönüşebilir. Bunun en somut örneği AİHM’in 14.09.2010 tarihli Dink v. Türkiye (no. 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09)[2] davasıdır. Türkiye’de yapılan yargılamalarında "Türklüğü" (Türk kimliğini) aşağılamaktan suçlu bulunan ve yaklaşık bir buçuk yıl sonra aşırı milliyetçiler tarafından öldürülen Hrant Dink’in ailesi ölümünden sonra AİHM’e başvurmuştur. Hrant Dink’in ailesinin AİHM’e yaptığı başvuruda yer alan şikayetler arasında ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği iddiası da yer almıştır. Yapılan incelemede AİHM temel olarak Türk mercilerinin Bay Dink’in hayatını koruma konusunda yetersiz kaldığını tespit etmiştir. Kendisinin ifadelerine bakılacak olursa bir gazeteci sıfatıyla genel olarak toplumda ilgi gören bir konuda yazı yazıp tarihi bir olguyu ortaya koymaya çalışmıştır. AİHM, Bay Dink’in Türk Devletinin Ermeni soykırımını kabul etmemesine yönelik eleştirileri nedeniyle Türk yargı organlarının kendisine karşı suçlamalarda bulunmak suretiyle Bay Dink’i dolaylı olarak cezalandırdığını ve böylelikle Bay Dink’in ifade özgürlüğü hakkını ihlal ettiğini kaydetmiştir. Sonuç olarak AİHM, 10.Maddenin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Daha açık bir ifadeyle “nefret söylemi” için yapılan düzenlemeler, meşru bir zemine dayanmadığı sürece ifade özgürlüğünün ihlali olarak yorumlanabilir ve hatta gerçekleştirilen “nefret suçunun” bir parçası sayılabilir.
 
Yukarıdaki hukuk yorumların yanında, “nefet söylemi” etik açıdan da doğru bir davranış olarak düşünülemez. AİHM karalarını ve BM yorumlarını birlikte düşündüğümüzde, “nefret söylemini” temel insan haklarından biri olan “ifade özgürlüğünün” kötüye kullanımı olarak ele almak mümkündür. Bununla birlikte “nefret söylemi” ile ilgili etik sorun sadece ifade özgürlüğünün kötüye kullanılıp kullanılmamasıyla ilgili değildir.
 
Phyllis B. Gerstenfeld’in de ifade ettiği gibi temel etik problem “nefret söylemi” ve “nefret suçları” ile ilgili düzenlemeler yapılırken, bu düzenlemelerin kimleri içerip, kimleri içermeyeceğine karar verirken kendini göstermektedir. Devletler bir yandan “nefret söylemi” ve “nefret suçu” ile düzenlemeler yaparken, diğer yandan bu düzenlemelere cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini dahil etmemektedirler. Homoseksüelliği, transgender kimlikleri açık bir şekilde ahlaka aykırı bulduklarını ifade ettikleri gibi, “nefret söylemi” ve “nefret suçu” ile düzenlemelere cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini dahil etmeyerek, LGBT bireylere yönelik şiddetin kabul edilebilir olduğunu belirten bir mesajı çoğu zaman üstü örtük bir biçimde ama kimi zaman da açıkça neşretmektedirler (Gerstenfeld; 2005).  Bu durumda LGBT bireyleri kim koruyacaktır? Bir yandan ifade özgürlüğünü korurken diğer yandan “nefret söylemi” ve “nefret suçu” ile nasıl mücadele edilecektir? Web sitelerini kontrol etmeye ve/veya yasaklamaya yönelik çabalar bu işe bir çözüm getirir mi? Sadece “nefret söylemi” kullananları cezalandırmak gerekir mi? Yoksa daha farklı kınama yöntemleri mi kullanmak gerekir? Bu ve benzer nitelikteki sorula hali hazırda cevaplanması son derece zor soruları olarak önümüzde durmaktadır. (İnsan Hakları Savunucusu)
 
Kaynakça:
Weber, A.; Nefret söylemi el kitabı, Avrupa Konseyi Yay., 2009,  Çev: Metin Çulhaoğlu, Türkçesi İnsan Hakları Ortak Platformu tarafından yayına hazırlanmıştır, s. 3.
Gerstenfeld, P. B.; Hate crime and hate speech in Ethics Vol 2, Ed: John K. Roth, Salem Press Inc, 2005,  p. 624
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Bilgi Notu – Nefret Söylemi, Avrupa Konseyi, Ekim 2012.
 
[1] Davanın özeti Ekim 2012 tarihli “AİHM Bilgi Notu-Nefret Söylemi”nden alınmıştır. 
[2] Davanın özeti Ekim 2012 tarihli “AİHM Bilgi Notu-Nefret Söylemi”nden alınmıştır.  
 
Kaos GL Dergisi, Kasım-Aralık 2013, Sayı 133’te yayınlandı.

Etiketler:
nefret