17/09/2009 | Yazar: Melek Göregenli

‘Nefret söylemiyle mücadele asla sadece bu söylemin hedefi olan grupların sorunu olmamalı.

‘Nefret söylemiyle mücadele asla sadece bu söylemin hedefi olan grupların sorunu olmamalı. Nefret suçlarının ve bu suçlara neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkması, toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabilir.

Homofobik ideolojilerden ve ayrımcılıktan beslenen nefret suçları genel olarak sanılanın aksine çoğunlukla cinsel taciz biçiminde ortaya çıkmamakta, diğer gruplara yönelen saldırganlık davranışlarıyla benzer örüntüler göstermektedir.
 
Nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı zorunlu hale getiriyor. Bütün bu nedenlerle özellikle cinsel yönelimleri nedeniyle nefret suçlarının hedefi haline gelen insanlar için mağduriyet, örneğin ırkları nedeniyle bu saldırılara hedef olanlardan farklı olarak bir varlık-yokluk meselesi haline gelebiliyor.
 
Nefret suçlarıyla ilgili her şey doğası gereği toplumsaldır; sadece saldırganların ya da mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle, toplumu oluşturan farklı grupların birlikte yaşamaya ilişkin anlayışları ve bu anlayışın, ideolojinin sonuçlarıyla doğrudan ilişkilidir, dolayısıyla bütünüyle politiktir.’
 
Nefret Suçları Kimin Sorunu?

Bir kişi ya da gruba, ait olduğu kimliği, inancı, politik görüşü, cinsiyeti ya da cinsel yönelimi gibi nedenlerle, farklı biçimlerde zarar verme amacıyla saldırılması sonucunda oluşan suçlar genel olarak nefret suçları olarak adlandırılmaktadır. Nefret suçları, suçun kurbanlarının herhangi bir eylemi nedeniyle yani gerçekleştirilen bir edim sonucunda değil, gerçek ya da algılanan renkleri, milliyetleri, cinsel yönelimleri, görünümleri, etnik kökenleri, bir başka söyleyişle ‘eylemleri değil var oluşları nedeniyle’ maruz kaldıkları saldırganlık içeren davranışlardır. Diğer suç tiplerinden farklı olarak nefret suçları, saldırganların, kurbanlarının var oluşlarına yönelik tehditlerdir ve kurbanlar bireysel, kişisel özellikleri ya da edimleri değil, ait oldukları grubun varlığı, o gruba aidiyetleri nedeniyle nefret suçlarının hedefidirler. Bu nedenle nefret suçları konusuyla ilgili her şey doğası gereği toplumsaldır; sadece saldırganların ya da mağdurların değil toplumun tümünün yaşama biçimiyle, toplumu oluşturan farklı grupların birlikte yaşamaya ilişkin anlayışları ve bu anlayışın, ideolojinin sonuçlarıyla doğrudan ilişkilidir, dolayısıyla bütünüyle politiktir.
 
‘Ya böyle var olma ya da böyle olduğunu belli etme!’

Suç, genel olarak toplumsal bir olgudur ve toplumsal olan her şey sonuç olarak her tür suçla ilgili olgular açısından belirleyicidir fakat nefret suçları özel olarak, bir toplumda gruplar arası ilişkilerin yaşanma biçiminden kaynaklanan, gruplar arası ilişkiler sonucunda oluşan şiddet konusuyla doğrudan ilişkilidir. Nefret suçlarına neden olan, mağdurlara yönelik kişisel geçici öfke ya da planlı zarar verme isteğinden kaynaklanan, saldırganların kişisel motivasyonları değildir, mağdurun ait olduğu gruba yönelik önyargılar, ayrımcılık ve yanlılıklardır. Dolayısıyla, sadece bir insana ya da gruba ruhsal ya da fiziksel zarar verilmesi sonucunu doğurmazlar aynı zamanda saldırılara maruz kalan gruplara ait insanların, kendilerini ifade etmeleri hatta varlıklarını sürdürmeleri önünde de ciddi tehdit ve engel oluştururlar. Nefret suçlarına hedef olmaktan korunmanın tek yolu böylece kendiliğinden, insanın oluşunu, varlık biçimini reddetmesi, en hafifinden varoluşunu görünmez kılmaya çalışması haline gelir ki bu da nefret suçlarının nedeni olan ideolojik arka planın esasen, toplumda belirli grupların varlığına yönelen bir tehdit oluşturduğunu gösterir. Nefret suçlarının yarattığı tehdit ve korku ortamının olası mağdurlara mesajı açıktır: Ya böyle var olma ya da böyle olduğunu belli etme! Bu söylemin bir yanı, nefret suçlarının asıl aktörü olan homofobik yaklaşımın temelini oluşturur: Böyle olma, olduğun gibi olduğunda varlığımızı ve iktidarımızı tehdit ediyorsun, yok olman ya da yok edilmen gerekiyor. Diğer yanı da yüreği hiç kimsenin incinmesine dayanamayan ama her şeyin eskisi gibi sürmesinden ve ona dokunmayan yılanın bin yaşamasından yana olan iyi kalpli homofobiklerin üstten bakan, akıl veren kibirli ve bin yüzlü hak anlayışına rehberlik eder: Olduğun gibi olmana hiç itirazım yok, ama gözümüze görünme, mahallende, gettonda, barında, parkında, yatak odanda kal!

Nefret Suçlarının Hedeflerinde Kim Var?
 
Nefret suçlarının hedeflerinin hangi gruplar olduğu, bu suçların niteliğinin de en önemli göstergelerinden biridir. Dünyanın farklı coğrafyalarında saldırganların hedefleri, o toplumda hangi grupların ayrımcılığa uğradığına bağlı olarak değişmekte fakat saldırganların zihniyet yapıları, motivasyonlarını oluşturan ve besleyen böylece suçu belirsiz hatta bazen meşru kılan ideolojik ortam değişmemektedir. Örneğin ABD’de nefret suçlarıyla ilgili istatistikler ırksal önyargı ve ayrımcılıktan kaynaklanan ve nefret suçları kapsamına giren saldırıların ilk hedefinin siyahlar olduğunu göstermektedir. Bizim ülkemizde benzer istatistikler olmamasına hatta henüz bu tür saldırıların ‘nefret suçu’ olarak teşhis edilmesinde bir söz birliği bulunmamasına karşın, medyada yer alan haberlerden ve insan hakları örgütlerinin verilerinden hareketle, nefret suçlarının mağdurlarının en büyük sıklıkla, cinsel yönelimleri ve etnik kökenleri nedeniyle bu saldırıların hedefi olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de de diğer pek çok ülkede olduğu gibi, cinsel yönelim, etnik köken, dini ya da mezhebe dayalı inançlar, daha kapsayıcı bir yaklaşımla söylersek, çoğunluğu belirleyen tektipçi ideolojik iktidar anlayışlarının dışında kalan var olma biçimleri farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde nefret suçlarının hedefi olabilmektedir*.
 
Nefret suçlarının kişisel olmaktan çok toplumsal, ideolojik bir arka plandan beslendiği, saldırıları gerçekleştiren faillerin, ideolojik olarak belirli benzerlikleri olmasıyla da desteklenmektedir. ABD’de hüküm giymiş suçlular üzerinde yapılan çalışmalar, saldırıların maddi bir çıkar ya da belirli bir amaç için gerçekleştirilmediğini, yanlılığın türü ne olursa olsun, nefret duyulan gruba üstünlük sağlamak amacı taşıdığını göstermektedir. Saldırganlık diğer suçlarla karşılaştırıldığında daha araçsaldır ve pek çok sembolik öğeden beslenmektedir; planlı, amaç yönelimli ve belirli bir uyarılmışlık düzeyiyle saldırılar gerçekleşmektedir. Suçluların genel olarak patolojik özellikler göstermedikleri ya da suça yönelmelerindeki asıl faktörün ruhsal sorunları olmadığı görülmüştür. Saldırganların davranışlarında, dini inançlarının da, mağdurların, özellikle cinsel yönelimleri nedeniyle hedef seçildikleri suçlar açısından etkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca homofobik ideolojilerden ve ayrımcılıktan beslenen nefret suçları genel olarak sanılanın aksine çoğunlukla cinsel taciz biçiminde ortaya çıkmamakta, diğer gruplara yönelen saldırganlık davranışlarıyla benzer örüntüler göstermektedir. Ülkemizde yapılan pek çok akademik çalışmada da, homofobinin genel olarak otoriterlikle, sağ ve sol ideolojilerden bağımsız olarak muhafazakârlıkla bir arada bulunduğu ve diğer ayrımcılıklarla birlikte ortaya çıktığı bulunmuştur.
 
2003-2004 yılları arasında Los Angeles güvenlik birimleri tarafından rapor edilen 1045 nefret suçu üzerinden yapılan araştırmada nefret suçlarının özellikleri ortaya çıkarılmaya çalışıldı. 2006’da sunulan bir başka istatistikî bilgi ise FBI verilerine dayanıyor. Her iki çalışmada da, rapor edilen veriler ortak yanlar taşıyor. 7.720 nefret suçu olarak nitelenebilecek saldırının tümü belirli gruplara ilişkin önyargı, ayrımcılık ve yanlılıklara dayanıyor. % 51,8’i ırksal önyargı; 18,9’u dinsel yanlılık, 15,5’i cinsel yönelim yanlılıkları, 12,7’si etnik-bölgesel yanlılıklar. Bir saldırı da engelli bir yurttaşa yönelik olarak gerçekleşmiş. Saldırıların yaklaşık üçte biri mağdurun evinin yakınında ya da mahallesinde, dörtte biri otoban, sokak ya da kamusal alanlarda, % 12,2’si okullarda, % 6’sı park alanlarında ya da garajlarda, % 4’e yakını ise kilise, sinagog ya da dini ibadet mekânlarında. ABD’de güvenlik birimlerince yayınlanan farklı yıllara ait istatistikler, belirli şehirlerde belirgin biçimde yoğunlaşan çeşitli azınlık gruplarına ait nefret suçlarının yaklaşık % 12-25’i arasında değişen oranlarda mağdurların cinsel yönelimleri nedeniyle işlendiğini ortaya koymaktadır. Ölümle sonuçlanan mağduriyetlerin ise yarısından fazlası homofobik tutumlarla işlenmiş anti-gey suçlardır. El ele dolaşmakta olan gey ve lezbiyen çiftlere yönelik laf atmadan, açık sözlü saldırıya, arabaların ya da evlerin tahrip edilmesinden, açık şiddet içeren saldırı ve cinayete varan suçlar. ABD’de pek çok eyalette nefret suçlarına karşı yasa olmasına karşın, bunların sadece yarısında cinsel yönelim nedeniyle işlenen suçlar nefret suçu kabul edilmektedir. 1990’larda yapılan bir tarama çalışmasında gey ve lezbiyenlerin % 25’inin en az bir kez fiziksel saldırıya uğradığı rapor edilmiştir. Bu sayısal veriler ülkemizde olduğu gibi ABD’de ve dünyanın her yerinde, gerçeğin çok küçük bir bölümünü yansıtıyor. Nefret suçlarının diğer kurbanları gibi cinsel yönelimi nedeniyle saldırıya maruz kalanların pek çoğu, daha çok ve ağır bedeller ödemekten kaçınmak için mağduriyetlerini gizliyorlar. Çünkü nefret suçlarını görünür kılmak, aynı zamanda suçun nedenini oluşturan grup aidiyetini de görünür kılmayı zorunlu hale getiriyor. Bütün bu nedenlerle özellikle cinsel yönelimleri nedeniyle nefret suçlarının hedefi haline gelen insanlar için mağduriyet, örneğin ırkları nedeniyle bu saldırılara hedef olanlardan farklı olarak bir varlık-yokluk meselesi haline gelebiliyor.
 
Nefret suçları, diğer suçlardan farklı olarak hem kurbanlar hem de genel olarak toplum üzerinde psikolojik hasarlar yaratma konusunda çok daha etkili sonuçlara yol açmaktadır. Aynı zamanda en ağır sonuçlara yol açan insan hakları ihlallerinden biri olarak nefret suçları, kurbanların yaşadığı açık fiziksel zararların dışında, fiziksel zarar görme korkusuna ilişkin artan hassasiyet ve kalıcı stres gibi olumsuz psikolojik sonuçlar doğuruyor. Psikolojik sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve bu travmatik etkiler sonucu ortaya çıkan zihin ve ruh sağlığındaki bozulmalar bazen intihara varan sonuçlara varabiliyor. Aile ya da yakın çevreden sağlanan sosyal destek ve benlik saygısının yüksek olması bu etkileri azaltan faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte bu faktörlerin, saldırıların ve tehditlerin olumsuz ruhsal etkilerini azaltmaya yardımcı olması ancak, saldırının ağırlığı, şiddeti ölçüsünde gerçekleşmektedir. Ağır ve sürekli saldırı durumlarında anksiyete, gerginlik, depresyon, stres, güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşmaktan nefrete kadar varan olumsuz duygulara ve yaşantılara yol açan sonuçlar adeta kaçınılmazdır. Post travmatik stres bozukluğu en sık görülen tablodur. Cinsel yönelimleri nedeniyle saldırıya uğrayan geylerle yüz yüze görüşmeler yoluyla yapılan niteliksel bir araştırmada, saldırıya uğrayan insanların yaşadıkları sosyal ve psikolojik deneyimler 6 ana başlıkta sunulmuştur:
  1. Katılımcıların ortak olarak paylaştıkları başlıca olumsuz duygu, kontrol algısı ve duygusunu kaybetmektir. Mağdurlar, yaşadıkları saldırılar sonucunda yoğun çaresizlik duyguları yaşamakta ve çevreleri, ortam ve genel olarak yaşamları üzerindeki kontrollerini yitirdikleri duygusuna kapılmaktadırlar. Bu kontrol kaybı insanları hareketsiz kılmakta, günlük aktivitelerini bile gerçekleştirmede zorluklar yaratacak boyutlara varan davranışsal sorunlara yol açmaktadır.
  2. Katılımcılar, yaşadıkları saldırıya ilişkin herhangi bir hatırlatıcı uyaranla karşılaştıklarında, travmayı yeniden yeniden yaşamaktadırlar. Tekrarlayıcı biçimde benzer olumsuz duygular, korkular oluşmaktadır. Dolayısıyla saldırının etkileri saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılarak ortaya çıkmaktadır.
  3. Mağdurlar, yoğun suçluluk duyguları yaşamaktadırlar. Bilişsel olarak kendilerini davranışsal ya da kendi özellikleri nedeniyle suçlamakta; diğer insanlar tarafından da, saldırıdan kendi davranışları nedeniyle sorumlu tutularak suçlanmaktadırlar.
  4. Katılımcıların sosyal destek ağlarından yararlanma süreçleri de saldırıyı görünür kılma biçimleri ve dereceleriyle ilgili olarak gerçekleşmektedir. Mağdurların yaşadıkları deneyimi kendiliğinden, kontrollü olarak, sağaltım amacıyla ya da yasal yollardan hakkını aramak için görünür kılmasına bağlı olarak yaşadığı deneyim farklılaşmaktadır. Öğrenilmiş çaresizlik genellikle saldırıyı görünür kılmayı engelleyen en önemli faktörlerden biridir.
  5. Mağdurlar genellikle duyusal, davranışsal ve bilişsel taktikler kullanarak nefret saldırılarının art etkilerinden korunmaya ve nefret suçlarıyla başa çıkmaya çalışmaktadırlar.
  6. Mağdurlar, yaşadıkları nefret ideolojilerinden kaynaklanan saldırılar sonucunda, genellikle cinsel yönelim kimlikleriyle yüzleşmektedirler. Kimi zaman gey olmanın kendisiyle yüzleşmekte ve cinsel yönelimlerini sorgulamaktadırlar. Çoğunlukla, görünüşlerini sorgulamakta ve nefret saldırılarından korunmak için daha erkeksi görünmeye çabalamayı denemektedirler. Mağdurların bir başka tepkisi gey kimliklerine daha çok angaje olmalarıdır. Nefret suçlarına karşı örgütlenmelere katılmakta, geylerin hakları için kurulan sivil örgütlere katılmakta ya da bu örgütlere olan bağları güçlenmektedir.
Nefret suçlarına yol açan ideolojik arka planı oluşturan toplumsal bağlam, hukuk, medya, insan ilişkileri, genel olarak gruplararası ilişkiler, iktidar ve hegomonik yapılar kısaca sistem tarafından belirleniyor. Pek çok ülkede, nefret suçlarıyla ilgili hukuksal süreçler konusunda yapılan çalışmalarda, jüri üyelerinin cinsel yönelimlerinin kararı nasıl etkilediğine dair bir bulgu olmasa da, etnik kökenlerinin mağdurların ve saldırganların etnik kökenleriyle benzerliğinin, kararları etkilediğini gösteren bulgular vardır. Gerek yasaların yapılması, yorumlanması sürecinde gerekse hem mağdur hem de saldırgan açısından savunma süreçlerinde psikolojik ve sosyal psikolojik süreçler etkili olmaktadır. Yapılan pek çok çalışma, aynı zamanda mağdurların kendilerini ifade ediş biçimlerinin, saldırının niteliğinin ve yarattığı hasarın da kararları etkilediğini göstermektedir. Nefret suçlarına karşı alınacak önlemler bakımından ağır cezalardan yana olma ya da ağır cezaların caydırıcı olabileceğini düşünme genellikle, nefret suçlarının arka planını oluşturan ayrımcılık ve nefret söylemine karşı olmaktan kaynaklanan bir ideolojik tavır olarak ortaya çıkmamakta, daha ziyade bir grubun ya da genel olarak toplumun huzurunu sağlamaya yönelik bir önlem olarak düşünülmektedir. Bu eğilim sadece hâkim grupların söylemi olarak ortaya çıkmamakta, ayrımcılığa uğrayan gruplar arasında da yaygın olarak varlığını sürdürmektedir.
Eşcinsel üniversite öğrencileri arasında yapılan bir çalışmada, ait olunan gruba ilişkin olumlu benlik duygularının, yani eşcinsel olma kimliğiyle barışık olmanın, nefret suçlarına karşı duyarlılığı yükselttiği ve ağır cezalardan yana olma eğilimini arttırdığı bulunmuştur. Ayrıca bütün toplumsal gruplar açısından genel olarak topluluğa ait olma duygusunun da nefret suçlarına karşı daha duyarlı olma sonucuna yol açması söz konusudur. Literatürdeki çalışmalar genel olarak, liberal dünya görüşleri arttıkça ağır cezalandırmadan yana olma eğiliminin azaldığını tersine muhafazakârlık arttıkça yükseldiğini göstermektedir. Bu olgu nefret suçlarıyla mücadelede önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır. Ağır cezalardan yana olma, bir yandan nefret ideolojilerini ortaya çıkaran genel toplumsal bağlamın ve farklı gruplar arasındaki ilişkilerin ayrımcılıkla belirlenmesini engellemenin tek yolu olarak görünen demokratikleşmenin önünde bir engel olarak durmakta, öte yandan nefret suçları arttıkça ağır cezalardan yana olma eğilimi de yükselmekte, dolayısıyla nefret suçlarının zeminini oluşturan muhafazakârlık eğilimleri pekişmektedir. Bu paradoksal durum aslında nefret suçlarının ve bu suçlara neden olan nefret söyleminin bütünüyle ortadan kalkmasının, toplumsal iktidar ilişkileri ve gruplararasındaki hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin değişmesiyle mümkün olabileceğini, dolayısıyla nefret söylemiyle mücadelenin asla sadece bu söylemin hedefi olan grupların sorunu olmadığını göstermektedir.
 
Medya ve nefret suçları

Medya, dünyada ve ülkemizde nefret suçlarına yol açan ayrımcılığı oluşturan ve besleyen kalıpyargıların, önyargıların kısaca nefret söyleminin kurulmasında ve yaygınlaştırılmasında en etkili aracılardan biridir. Medyanın nefret suçları kapsamında ele alınabilecek eylemleri haberleştirme, kullanılan dil ve mağdurları ya da olayı sunma şekli, eylemi meşrulaştırmaya ve suçun altında yatan ayrımcılığı gizlemeye yol açabilir; sıklıkla böyle olmaktadır. Örneğin, Türkiye’de bütünüyle nefret suçları kapsamında görülmesi gereken eşcinsellere, travesti ve transseksüellere yönelik saldırılar, genellikle mağdurların yarattığı tahrik sonucunda oluşan eylemler gibi sunulmaktadır. Açık bir saldırı ve çoğunlukla cinayete varan ya da bizim ülkemizde ancak ölümle sonuçlandığında ‘haber’ değeri taşıyabilen suçlar, mağdurların çıkardıkları ‘olaylar’ sonucunda gerçekleşmiş, ‘doğal’ sonuçlar olarak ele alınmaktadır. Genellikle mağdurlar, faillerin ‘hassasiyetlerine’ dokunur ve cezalarını bulurlar; oysa failin hassasiyetinin tek kaynağı ayrımcılık ideolojileridir. Bu yaklaşım, sadece şiddeti meşrulaştırmakla kalmaz, aynı zamanda kendini ifade etme ve gerçekleştirme hakkının, bir toplumda kimlere ait bir ayrıcalık olduğunu da tarif eder; bu doğrudan herkesin sadece insan olmak bakımından eşit olduğu ön kabulüne dayanan çoğunu bizim de kabul ettiğimiz evrensel hukuk normlarının çiğnenmesi anlamına gelir.
 
Nefret suçları ve bu suçların nedeni olan ayrımcı ideolojilerle mücadele çok boyutlu yapısı nedeniyle hukuk, medya, eğitim başta olmak üzere toplumsal bütün yapıların sorgulanması ve yeniden yapılandırılmasıyla doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla sadece nefret söyleminin ve suçlarının hedefi olan grupların sorunu olarak görülemez; herkes için yaşanabilir bir dünya isteğini dile getiren ve varlık nedenini bu isteğe dayandıran her türden politik iradenin öncelikli hedefi ve sorumluluğu olmak zorundadır. Kuşkusuz dünyada olduğu gibi ülkemizde de nefret söylemi ve suçları giderek yaygınlaşmaktadır ama hepimizin gelecek tahayyülünü besleyen ve umut veren tek şey hâlâ ve sadece giderek daha görünür hale gelen özgürlük mücadeleleridir.
 
Dipnot: Yaşadığımız coğrafyada çok yaygın olan cinsiyete dayalı grup aidiyeti nedeniyle kadınların maruz kaldıkları çoğunlukla da ölümle sonuçlanan saldırılar, ilgili literatürde genellikle nefret suçları kapsamında ele alınmamaktadır; bu yaklaşımın cinsiyetçi ideolojilerden beslenen kendine özgü nedenleri vardır. Bu yazıda bu konu, bir başka yazıda ele alınmak üzere, yazının amacı ve sınırları nedeniyle dışta bırakılmıştır.


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam