07/06/2011 | Yazar: Hasan Basri Çiçek

Türkiye’de nefret suçlarına dönük sonu cinayetlere kadar varan bir dizi vahim olaylar yaşanmasına rağmen hâlâ bu alanda hukuki düzenlemeye gidilmemekt

Türkiye’de nefret suçlarına dönük sonu cinayetlere kadar varan bir dizi vahim olaylar yaşanmasına rağmen hâlâ bu alanda hukuki düzenlemeye gidilmemektedir.
 
Medya nefret suçlarını insan hakları odaklı habercilik bağlamında ele almalı, haber üretim ve sunum aşamalarında nefret suçlarının hedefi konumundaki grupların temsilini ve katılımını göz ardı etmemelidir.
 
“Nefret Suçları ve Nefret Suçlarının Oluşumunda Medyanın Etkisi” başlıklı bu makale Uşak Üniversitesi Siyaset Bilimi Kongresinde sunuldu.

Hasan Çiçek

Özet
Nefret suçu, toplumsal alanda bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü yaşanan, şiddet içeren suçlardır. Her ne kadar bu suçlar bireylere karşı işleniyorlarsa da aslen hedef alınan o bireyin tabi olduğu sosyal gruptur. Eğer bu suç birkaç defa işlenmişse ve süreklilik arz ediyorsa, suç işleyenler nefret grubu olarak kabul edilir. Bilinçli ya da bilinçsiz bir suçlu tarafından bir şahsa veya bir mülke karşı işlenen herhangi bir cezai suçun kaynağı o kimsenin ırkı, rengi, etnik kökeni ya da uyruğu; dini; cinsiyeti, cinsel yönelimi, yaşı, fiziksel veya zihinsel engelleri ise bu suç nefret suçunu teşkil eder. Sözlü taciz, tehdit edici davranışlar, öfkeli konuşma, ad veya lakap takmak, postayla veya e-postayla rahatsız etmek, telefonla rahatsız etmek, mesajla rahatsız etmek, duvar yazısı, fiziksel saldırı, grupça saldırı, soygun, hırsızlık, gasp, taciz, tecavüz, sarkıntılık, gözdağı verme, şiddet, aile içi şiddet, kundakçılık veya diğer herhangi bir şekilde hasar verme gibi şekillerde işlenebilir.
Toplumu etkileyici bir kuvvet olarak adlandırılan medya ise en etkin kültürel iletkenlerden biridir. Bu nedenle çeşitliliği ve farklılığı öne çıkarmaya gücü olduğu kadar, bu çatışmayı sıradanlaştırma ve yayma konusunda da son derece etkili ve yönlendirici olabilir. Medya sorumsuz veya dikkatsiz davranırsa, ırkçılığı ve kişilerin birbirine karşı nefret duyguları üretmesini tetikleyebilir, besleyebilir ve güçlendirebilir; en kötüsü de bu tür tutumları meşrulaştırıp, haklı çıkarabilir.
Nefret suçlarının medyada veriliş biçimlerine baktığımızda; nefret suçunun işlenme gerekçesi, neden sorusuna cevap aranması, veriliş biçiminin nefret suçlarının yaygınlaşmasına veya görmezden gelinmesine yol açıp açmadığı, kurbanın suçu hak ettiğine dair önyargılı tutumun devam edip etmediği vb. karmaşık sorular ve yanıtlarla karşılaşmaktayız. Kamuoyunun, nefret suçlarına ilişkin duyarlılığını ve farkındalığını yaratma/arttırma konusunda medyaya önemli görevler düşmektedir. Gazetecilerin Hakları ve Sorumlulukları Bildirgesi’nde, “Gazeteci insan hakları ve barıştan yana olmalıdır” denilmektedir.
Medya nefret suçlarını insan hakları odaklı habercilik bağlamında ele almalı, haber üretim ve sunum aşamalarında nefret suçlarının hedefi konumundaki grupların temsilini ve katılımını göz ardı etmemelidir. Dünyada ve Türkiye’de internet ortamına da yansıyan nefret söylemlerinin takip edilmesi ve bunların deşifre edilmesi çok ciddi anlamda hayati öneme sahiptir. İnternet ortamı nefret suçlarının en hızlı, en kontrolsüz ve en organize olduğu alan olarak önümüzde durmaktadır. Bu nedenle kişi mahremiyetini ihlal etmeyecek, toplumu bir gözetim ve denetim toplumuna dönüştürmeyecek biçimde internet ortamının takip edilerek, suçun ve suçluların en kısa zamanında yakalanması gerekmektedir.
Türkiye’de nefret suçlarına dönük sonu cinayetlere kadar varan bir dizi vahim olaylar yaşanmasına rağmen hâlâ bu alanda hukuki düzenlemeye gidilmemektedir. Yetkililer nezdinde ciddi bir biçimde tartışılıp ele alınmadığı ve çözüm üretilmediği müddetçe nefret suçları tüm toplumu sarsacak ve toplumsal çöküntüye yol açacak boyutlara ulaşacaktır.
 
Giriş
Türkiye’de nefret suçları hakkında yapılmış kapsamlı araştırmalar oldukça azdır. Bu durumun temelinde diğer disiplinlerle karşılaştırıldığında hukukun geleneksel bakışın daha ön planda olduğu bir çalışma alanı olmasının yanı sıra nefret suçları kavramının oldukça yeni bir kavram olması da yatıyor. Kavram, birçok ülkede doğrudan ya da dolaylı olarak belli düzeylerde ve belli suç tiplerinde hukuk içerisinde kendine yer bulabiliyor ancak ülkemizde örneğin hukuk fakültesinde ceza hukukunun temel teorisi öğretilirken böyle bir suç kategorisi üzerinde yeterince durulmadığı söylenebilir.
 
1.Nefret suçları teriminin ortaya çıkışı
Terim medyada ilk kez 1986 yılında Amerika’da, New York’ta beyaz bir grup öğrenci tarafından siyah bir kişiye yönelik gerçekleşen ırkçı saldırının haberlere yansıması sırasında yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Terimin içeriği 1990’ların başından itibaren ise ırk, din ve inanca yönelik saldırıların dışında, aynı zamanda cinsel yönelim, ulusal köken, engellilik durumu ve toplumsal cinsiyet rollerini de kapsamaya başladı ( Ritzer, 2009).
Nefret suçları teriminin Avrupa’da kullanılmaya başlanması ise çok daha yakın bir tarihte söz konusu olmuştur . Örneğin Britanya’da 1993 yılından itibaren kullanılmaya başlandı ( Chakraborti & Garland, 2009).
Nefret suçunun uluslararası alanda ortaya çıkmış ve kabul gören tanımlarından biri Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı (AGİT) tarafından yapılan tanımdır. Bu tanıma göre, “nefret suçları, mağdurun, mülkün ya da işlenen suçun hedefinin ırk, etnik, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engelli, cinsel yönelim gibi benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağlantısı, ilgisi, bağlılığı, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği kişilere veya mala karşı işlediği her türlü suçtur’’. Nefret suçlarına örnek olarak elbette sayılanlarla sınırlı olmamak kaydıyla bazı fiillerle söz edilebilir: Fiziksel saldırı, şiddet, saldırı tehdidi, taciz, mülke ve eşyalara zarar verme, duvar yazıları, kundaklama, broşür veya poster dağıtımı vb. Bu fiiller tüm dünyada yaygın olarak ortaya çıkan nefret suçu tipleridir.
Nefret suçları kişisel değildir; bu noktada sadece mağdur değil temsil ettiği grup da zarar görür. Saldırıyla verilen ‘’biz sizi istemiyoruz, kabul etmiyoruz’’mesajı mağdurun toplum tarafından dayatılan ikincil konumunu yeniden vurgular. Toplumsal bütünlüğü sarsan nefret suçları,  yasal bir çerçeveye kavuşturulmalıdır; nefret suçlarının gerekli şekillerde kovuşturulmaması ve cezalandırılamaması bu suçu işleyebilecek kimse ya da gruplar açısından teşvik unsuru oluşturacak ve toplumsal şiddeti arttıracaktır. 
Türkiye’de yasal mevzuat çerçevesinde nefret suçlarına ve söylemlerine karşı etkin kullanılabilecek düzenlemelerden biri Türk Ceza Kanunu (TCK)’nun 216. maddesidir. Bu maddeye göre, “halkın sosyal sınıf, ırk, din veya bölge bakımında farklı bir özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kim ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’’. Ancak 216. maddede nefret değil “kin” ifadesi kullanılmıştır, bu çerçevede nefret suçu ceza kapsamına girmeyip cezalandırılamayabilir, zira bir eylemin suç olması için kanunda düzenlenmiş olması gerekir. Nefret suçlarının yasa kapsamına alınmasında toplumsal farklılık ve iş birliği şarttır daha duyarlı bir medya, konuyla ilgili akademisyenler ve sivil toplum kuruluşları (STK) bir araya gelmeli, nefret suçunun hukuksal bir çerçeveye oturtulması için iktidarlara gereken baskı yapılmalıdır (Şeylan, 2011).
 
2.Nefret suçlarının bireyleri etkileme süreci
Nefret suçları belli bir zaman sürecinden sonra bir korku paradigmasına dönüsür. Bu korku, nefret suçlarının verdiği mesaj olan, saldırıya uğrayanın kimliğinin inkâr edilmesinden kaynaklanmaktadır. Buna ek olarak bu tür suçlar, bireyin içinde yaşadığı toplumda istenmediği, bu topluma ait olarak görülmediği mesajını verir. Bunun sonucunda, saldırıya uğrayan mağdurlar bir yandan kendilerini son derece tecrit edilmiş hissederken, öte yandan işlenen diğer suçların mağdurlarına göre çok daha uzun ve daha derin bir korku duymalarına yol açar. Nefret suçları mağdurlarına destek olunmaması ya da mağdurların kişiliği veya durumlarının iftira edilecek şekilde yansıtılması, zaten travma yaşayan mağdurların durumunu daha da kötüleştirir. Yaşanan bu tür bir ikinci mağdurlaştırmadır. Nefret suçu mağdurlarının birçoğu açısından yaşanan bu tür ikinci bir mağduriyet, çok daha büyük bir aşağılama, küçük düşürülme veya tecrit anlamına gelir. Bu süreç bireysel isyandan toplumsal çöküntülerin oluşmasına neden olabilecek kadar etkilidir.

3.Nefret suçlarının toplumu etkileme süreci
Nefret suçları, mağdurun ailesi, arkadaşları ile söz konusu önyargılar veya nefretin hedefi olan kurban ve ortak karakteristik özelliklere sahip diğer kesimler üzerinde de aynı ölçüde yıkıcı etki yaratabilir. Böyle bir durumda hedef seçilen grubun diğer üyeleri de benzeri saldırı riski altında oldukları korkusu yaşayacaklardır. Aynı zamanda tıpkı mağdurun kendisi gibi bu durumdan psikolojik olarak etkileneceklerdir. Bu tür etkiler, Türkiye söz konusu olduğunda uzun yıllardır ayrımcılığa uğramakta olan ve önyargıların hedefi durumundaki gayrimüslim, LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel) bireyler vb. grup üyesi mağdurların üzerinde çok daha fazla olacaktır.
Nefret suçları gerektiği şekilde incelenip, kovuşturulmadığında, bu durum başkalarının da benzeri suçları işlemesini teşvik edecek şekilde faillerin cezasız kaldığı mesajını verecektir. Nefret suçu faillerinin cezasız kalması, şiddet olaylarının artmasına neden olur. Nefret suçu kapsamına giren ve şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın söz konusu olmaması, dezavantajlı gruplara mensup vatandaşların hukuka ve kamu kurumlarına olan güvenlerini yitirmesine ve böylece daha da tecrit olmalarına yol açar.
Nefret suçları, diğer suçlardan farklı olarak hem mağdurlar hem de genel olarak toplum üzerinde psikolojik hasarlara yol açabilmektedir. Kurbanların maruz kaldıkları fiziksel zararların dışında, fiziksel zarar görme korkusu ve kalıcı stres gibi olumsuz psikolojik sonuçlar doğurabilmektedir. Psikolojik sonuçları açısından uzun süreli travmatik etkiler ve bu travmatik etkiler sonucu ruh sağlığında ortaya çıkan bozulmalar bazen intihara varan sonuçlar doğurabilmektedir. Bu gibi durumlarda gerginlik, depresyon, stres, güvenlik endişesi, öfke ve toplumdan uzaklaşmaktan nefrete kadar varan olumsuz duygulara yol açan sonuçlar da ortaya çıkabilmektedir.
Saldırının etkileri saldırı anından çok daha uzun bir sürece yayılarak ortaya çıkmaktadır. Mağdurlar, yoğun suçluluk duyguları yaşamaktadır. Kendilerini, davranışları ya da belirli özellikleri nedeniyle suçlarken, diğer insanlar tarafından da, saldırıdan kendi davranışları nedeniyle sorumlu tutularak suçlanmaktadırlar (Göregenli, 2009).
 
4.Medyanın Nefret Suçu Üzerindeki Etkileri
Medya en etkin kültürel iletkenlerden biridir. Bu nedenle çeşitliliği ve farklılığı öne çıkarmaya gücü olduğu kadar, bu çatışmayı sıradanlaştırma ve yayma konusunda da son derece etkili ve yönlendirici olabilir. Uzun yıllardır Türkiye medyası milliyetçi ve ayrımcı söylemin etkin kaynaklarından biri olmuştur. Bu gazetecilik türünün toplumdaki kutuplaşmaya dikkate değer bir katkısı sağlamıştır.
Türkiye’de medyanın sık sık taraflı, önyargılı ve ayrımcı bir dil kullandığına tanık olunmaktadır. Özellikle de azınlık hakları, silahlı çatışmalar ve Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik süreci gibi konularda bu dil kendini daha fazlasıyla göstermektedir. Haberlerde, özellikle de manşetler ve haber başlıklarında kullanılan provokatif, ırkçı ve ayrımcı dil toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikleyen, kalıp yargıları güçlendiren birer araca dönüşmektedir.
Medya, azımsanmayacak ölçüde nefret suçlarında faili koruyan ve cinayeti haklı gören bir dille haber yazmaktadır. Her ne kadar evrensel ve ulusal gazetecilik ilkeleri, hatta bazı medya kuruluşlarının kendi gruplarının yayınladığı basın etik ilkeleri bulunsa da, birçok haber ürünü bu ilkeleri ihlal edebiliyor. Böylesi bir dilin kullanılması ise toplumda huzursuzluğun yanı sıra savunmasız gruplara yönelik yaygın bir önyargının yerleşmesine yol açıyor. Hedef alınan kişi ve gruplar ise tedirginleşiyor, sessizleşiyor ve demokrasinin olmazsa olmazı olan sosyal ve siyasal yaşama katılım şanslarından zorunlu olarak feragat ediyorlar. Bu kışkırtıcı ve hedef gösterici dil kullanımı zaman zaman düşmanlaştırılan ve marjinalleştirilen grupların üyeleri ya da mekânlarına yönelik saldırılarla sonuçlanabiliyor. Mesela 6-7 Eylül olayları ya da Kardak krizi döneminde gazete manşetleri Rum vatandaşlarımıza yönelik düşmanlaştırıcı, ötekileştirici bir dili devreye soktukları görülür. ‘Sokak faşizmi’ dediğimiz olguyu güçlendiren şey de yine bu nefret söyleminin medyada yer bulması ve rağbet görmesidir.
Nefret cinayetleri, medyada “gey cinayeti”, “eşcinsel cinayeti”, “ahlâksız teklif” manşetleri atılarak, şiddet olayları magazinleştirilerek sunulmaktadır. Medya bu haberleri verirken genellikle zanlının savunması üzerinden haberi hazırlamaktadır. “Kurban”ın kendini savunması mümkün olmadığı için “zanlı”nın savunması ile hazırlanan haber de taraflı ve homofobik haberler olmaktadır.
 
5.Nefret Suçu ve Nefret Söylemi Üzerine
Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu veya düşmanlığı, taraf tutma, ayrımcılık, cinsiyetçilik, homofobi, transfobi gibi nedenler yatar.
Önyargı için söylenebilecek şeyler ise çok açık ve nettir. Önyargı bir tutumdur. Bir grup insana ilişkin adil olmayan, hoşgörüsüz ya da aleyhte bir görüştür; yanlış kanıdır; taraflı bakıştır. Önyargılı olmak demek, kişinin bir iddianın doğruluğunu ya da yanlışlığını kabul etmek için o iddianın geçerliliğinden ve sağlamlığından çok, kendi oluşturmuş olduğu fikirlere, kanaatlere uyup uymadığına bakmasıdır. Önyargı insanların, belirli kişiler ya da insan topluluklarına ilişkin değişmeyen saplantılı görüşleri vardır ve bu görüşleri savunur.
Nefret söylemi, nefret suçları ile sıklıkla birbirine karıştırılan bir kavram olarak göze çarpmaktadır. Nefret suçları ceza kanunlarında başlı başına düzenlemiş bir suç kategorisidir. Nefret suçları söz konusu olduğunda ortada zaten mevcut olan bir suç söz konusudur. Nefret suçu için öncelikle ceza hukukunca düzenlenmiş veya tanımlanmış bir suçun olması ve bu suçun önyargıya veya nefrete dayalı bir saikle hareket edilerek işlenmesi gerekmektedir. Nefret söyleminde ise yaklaşım ülkeden ülkeye değişebilmektedir ve nefret söyleminin suç olarak tanımlandığı noktada nefret söylemi ve nefret suçu kavramları kesişebilmektedir
Nefret söylemi, Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen 1997 tarih ve R(97) 20 sayılı tavsiye kararında “yabancı düşmanlığı, ırkçı nefret, antisemitizm hoşgörüsüzlük temelli diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimi” olarak tanımlanır. Nefret suçları söz konusu olduğunda, ortada zaten mevcut olan bir suç söz konusudur ve bu suç nefret içeren bir saikle işlemiştir nefret söylemi ise kategorik olarak suç değildir ( Karan, 2010).
Nefret suçları ve nefret söylemi kavramları henüz iç hukukumuzda tanımlanmamış ve ayrıntılı olarak düzenlenmiş kavramlar olmasına rağmen uluslararası alanda insan hakları koruma mekanizmaları tarafından sıklıkla dile getiriliyor ve ülkeler bu alanda eleştiriye tabi tutulabiliyor. Bu bağlamda Türkiye de kimi uluslararası denetim organları tarafından eleştirilen ülkeler arasında yer almaktadır.
1993 yılında Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin katılımıyla Viyana’da gerçekleşen birinci hükümet ve devlet başkanları zirvesinde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlükle mücadele amacıyla Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Avrupa Komisyonu (ECRI) kuruldu. ECRI bugüne kadar Türkiye’yi dört kez ziyaret etti. Dördüncü ziyaret ile ilgili raporunu ise 2010 yılı içinde yayınlandı. ECRI’nin Türkiye ile ilgili olarak yayınladığı 1999-2001-2005 tarihli raporlarında, özellikle Yahudi düşmanlığı içeren yayınlar,  Ermeni ve Rum azınlıklara karşı özellikle politikacıların nefret içerikli bir dizi ifadeleri, halkı kin ve düşmanlığa tahrik edilmesini suç haline getiren eski Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinin dezavantajlı grupları korumak için değil aksine kimi zaman onları cezalandırmak için kullanılması konularında eleştiriler getirildi. Bu raporlarda dikkat çeken noktalardan biri de radyo ve televizyon kanallarıyla ilgiliydi.
Dünyaya baktığımızda ise nefret suçlarının 1990’larda hem ABD’de hem de Avrupa’da ayrımcılık çerçevesi içinde ele alınmaya başlandığı görülmektedir.  Bu bağlamda bilerek ve farkında olmaksızın farklı etnik, kültürel, dinsel ve cinsel kimlikleri veya fiziksel ve ruhsal olarak özürlü grupları hedef alacak aşağılama ve nefret içeren söz ve ifadeler yasaklanmaya başlamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında ise, nefret dili kullanan kişinin etki alanının önemli olduğu, bu kişinin siyasetçi olması durumunda sorumluluğunun daha yüksek olması gerektiği ve toplumda farklı olana yönelik tahammülsüzlüğü geliştirecek ya da arttıracak dilden kaçınması gerektiği vurgulanmaktadır.
Avrupa Birliği (AB)’ de  Temel  Haklar  Ajansı (Fundamental Rights Agency – FRA), AB ülkelerinde kayıt altına alınan ırkçı suçlara ilişkin toplanan verilerle ilgili düzenli değerlendirmede bulunmaktadır. FRA’nın bu konudaki son değerlendirmesinde, 27 AB üyesi ülkeden sadece 11’inin (bir önceki değerlendirmesinde 12 ülke söz konusuydu) “kapsamlı” veya “iyi” kategorilerine girecek şekilde veri toplama sistemlerine sahip olduğu tespit edildi. Bu ülkeler şunlar: “Kapsamlı” (mağdur ve failin karakteristiklerini de kapsayan ayrıntılı veriler): Finlandiya, İsveç ve Britanya. “İyi” (ırkçı fiilleri, suçları kayıt altına alan ve/veya aşırı sağ üzerine odaklanan bir sistem):Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Fransa, Almanya, İrlanda, Polonya ve Slovakya. (Systems of Monitoring and Reporting, 2008 Hate Crime Survey, Human Rights First,http://www.humanrightsfirst.org/pdf/fd/08/fd-080924-systems-of-monitoring-and-reporting.pdf) Diğer yandan AB tarafından 20 Nisan 2007’de kabul edilen Irkçılığa ve Yabancı Düşmanlığına Karşı Mücadelede Çerçeve Karar (Framework Decision on Combating Racism and Xenophobia) üye ülkeler tarafından iç hukuklarına aktarılmak zorundadır. Söz konusu karara göre, ırkçı ve yabancı düşmanı saiklerle işlenen suçların ağırlaştırıcı bir faktör olarak ele alınması gerekiyor. Nefret suçlarına ilişkin düzenlenmiş yasal mevzuat içinde görece seyrek yer alan cinsel yönelim ve cinsel kimliklerin nefret suçları tanımının içinde yer alması AB’nin resmi pozisyonunu oluşturmaktadır. Nitekim AB, 2 Aralık 2009 tarihinde gerçekleşen 17’nci AGİT Bakanlar Konseyi toplantısı kapanış açıklamasında bunun altını bir kez daha çizmiştir:  “AB, nefret suçlarına ilişkin alınan kararda, ‘cinsel yönelim ve cinsel kimliğin’ nefret suçlarının tanımının ayrılmaz bir unsuru olduğu konusunda ısrar etmektedir.”   (http://www.se2009.eu/en/meetings_news/2009/12/2/eu_closing_statement_at_the_17th_osce_ministerial_council_december_2_2009).
Nüfusu çok farklı ülkelerden, etnik yapılardan, din ve mezheplerden gelen göçmenlerden oluşan ABD’de, nefret suçu tanımında temel olarak renk, ırk ve din farklılığı esas alınmıştır. Çünkü ABD bir göçmen ülkesi olarak kurulmuştur, Amerikalı üst kimliğini oluşturmak belli bir uzlaşmayı ve düzeni gerektirmiştir. Amerikalı üst kimliğini yaratabilmek için ABD’nin o dönemde en önemli problemi olan ırkçılık konusunda düzenlemelere gitmek zorunluluğu doğmuştur. Bu bağlamda nefret suçları ile ilgili ilk hukuksal düzenlemelerde bugün nefret suçları arasında önemli bir yer tutan cinsel yönelim, bedensel engel, din gibi hususlar göz önüne alınmamış, sadece ırk tanımı esas alınmıştır. Nefret suçları daha sonra 1990’lı yıllardan itibaren Avrupa’da tartışılmaya başlandı. Avrupa mevzuat çalışmalarında ve tartışmalarda, cinsiyet ve cinsel yönelim temelinde gerçekleştirilen saldırılar da nefret suçu kapsamına alındı. Cinsiyet ve cinsel yönelim temelinde gerçekleştirilen saldırıların da bu kapsama alınması ile tarihi süreç nefret suçları ile mücadelede önemli ve bir ileri evreye taşınmıştır. Gelinen son aşamada artık Avrupa’da 2001 yılından bu yana nefret suçları “siyasi motifli suç” olarak kabul edilmektedir. Amerika’da 1 Ekim 2007’den itibaren yeni Irk ve Din Nefreti Yasası yürürlüğe girdi. Bu yasa ile birlikte ‘nefret’ kavramı artık bağımsız ve apayrı ağır bir suç haline geldi. Daha önce ‘nefret’ kavramı normal bir suçu ağırlaştıran bir faktör olarak kabul edilirdi. Örneğin saldırıda saldırının sadece mağdurun, dini veya ırkından dolayı yaptığı kanıtlanırsa, saldırı ırkçı saldırı kabul edilir, bu durumda normalinde verilecek cezadan daha fazla bir ceza tayin edilirdi. Yeni düzenlemede ise, suç doğrudan kişiye karşı duyulan nefretten dolayı işlenmişse, nefret suçu olarak kabul edilip cezası nefret yasası kapsamında verilmektedir.
 
6.Türkiye’de Nefret Suçu ve Medya
Nefret söyleminin çeşitli boyutları vardır. Politik boyutu itibariyle nefret söylemi, “demokratik mücadele ile mağlup edilen tüm gerici fikir ve teorileri yeniden canlandırma amacı güden, dolayısıyla demokratik mücadelenin kazanımlarını yıkmayı amaçlayan bir söylem”dir. Buradan hareketle, nefret söyleminin yozlaştırıcı ve demokratik düzeni yaralayıcı bir yönü olduğunu da söylemek mümkündür (Boyle, 2001: 493).
Nefret söylemi, içinde potansiyel şiddeti barındırır. Bu anlamda nefret söyleminin işlevlerinden birisi de şiddetin altyapısını hazırlamasıdır. Bunu, çeşitli inançlar veya yargılar ağı yaratarak gerçekleştirir. Tsesis’e göre şiddet sosyal inançlar, gelenekler, metaforlar ve çeşitli grupları aşağılayan ve nesneleştiren klişeler aracılığıyla meşru kılınır (Tsesis, 2002: 81-82).
Toplumumuzda yaygın önyargılar etnik veya ulusal kökene, dinsel inanca, cinsiyete ya da cinsel yönelime yönelik olanlardır. Medyada görülen nefret söylemi, çoğunlukla etnik ve dini azınlıklara yönelik olarak gerçekleşmektedir ancak nefret söyleminin hedefi olan azınlık türleri sadece bunlar değildir. Medyada sıklıkla “hırsız şoparlar”, “lanetli - korkak Yahudiler”, “Allah’a küfreden zındıklar”, “bölücüler”, “sapık ilişki içerisinde olanlar”, “örümcek beyinliler”  gibi nefret söylemleri içeren haber ve yazılara rastlanılmaktadır.
Günümüzde giderek yazılı basının yerini almaya başlayan televizyon, radyo ve internet yayıncılığı alanında nefret söylemi olarak değerlendirilebilecek ifadeler yaygın olarak kullanılabilmektedir. Radyo ve televizyon yayıncılığı alanında ülkemizde düzenleyici kurum olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), bu alanda önemli yetkilere sahiptir. RTÜK radyo ve televizyonlara yönelik yaptırım uygulama yetkisi ile donatılmıştır. 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un 4. maddesi radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkelerine, 33. maddesi ise bu ilkelere uyulmaması durumunda gündeme gelecek yaptırımlara yer vermektedir. Kanun’da ifade özgürlüğünü önemli oranda sınırlayan bir dizi ilke ile birlikte ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyecek ve olumlu olarak nitelendirilebilecek bazı yayın yasakları da yer almaktadır. Kanun’un 4. maddesinde radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkeleri arasında, b, d, u ve v fıkralarında sırasıyla, toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi, insanların dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması, kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi, yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması da yer almaktadır. Kanun’un 4. maddesinde yer alan bu fıkraların uygulamasına gelince 2010 yılına ait verilere bakıldığında, yayınlarda karşılaşılan nefret söylemi örnekleri söz konusu fıkraların uygulamaya geçmediğini gözler önüne sermektedir.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi şöyle denilmektedir:
“Gazeteci başta barış, demokrasi, insan hakları olmak üzere insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, din, dil, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslararası nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını veya inançsızlığını doğrudan saldırı konusu yapamaz.”
Oysa medyada haberlerin yansıtılışına ve diline bakıldığında, bu bildirgedeki ilkelere uyulmadığını görmek zor değildir.  Nitekim dil aynı zamanda üstü örtülü bir önyargıyı da yansıtabilir. Kelimelere yüklenen ek anlamlar bu konuda çoğu kez etkili bir yöntem olabilmektedir. Örneğin, medyanın bir grubu “terörist”, “özgürlük savaşçıları” veya “isyancılar” olarak belirtmesi büyük fark yaratmaktadır.
Medya toplumdaki kutuplaşmada dikkate değer bir rol oynayabilmektedir. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan bazı nefret suçları incelendiğinde, medyanın katkısı daha anlaşılabilir olacaktır. Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi olarak yargılanmakta olan Yasin Hayal, verdiği ifadede “Hrant Dink’i şahsen tanımadığını ama gazetelerden Türk düşmanı olduğunu okuduğunu” söylemiştir. Aralık 2007'de İzmir Ayasofya Kilisesi rahibine saldıran zanlı ise Ogün Samast gibi kahraman olmak için bu fiili gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi, Malatya Zirve Yayınevi cinayetleri, çeşitli illerde yaşanan linç girişimleri, futbol maçlarında seyirciler tarafından atılan ırkçı sloganlar ve ardından çıkan şiddet olayları, toplumda nefret nitelikli davranışların  vardığı tehlike düzeyini göstermektedir.  Daha duyarlı olması gereken üst düzey yöneticiler ve siyasetçiler nefret söylemini yeniden üretecek biçimde toplumda söylemler yaratmaktadırlar. Örneğin roman vatandaşlarımıza ‘hırsızlar, bohçacı, pis’ vb… araplar için ‘anladıysam arap olayım’ gibi söylemler veya kürtlerin "kuyruklu kürt" ünden yada "kart kurt"  kelimeler kullanarak ‘dağ türkleridir’ diye yapılan söylemler veya Ermeniler için  ‘kötü bir davranışta bulunan birisine ‘ermeni misin?’, “Ermeni dölü” ifadesini rahatlıkla kullanabilmektedirler. Bu söylem, söyleyenin Ermenilere karşı yada diğer halklara karşı zihnindeki düşmanca düşünceler ve duygular beslediğinin somut bir örneğidir. Türkiye’de Alevi vatandaşlarımıza karşı söylenen örneğin ‘kızılbaş’ kelimesinin anlamını farklı yönlere çekenler, ‘mum söndü ‘olayı gibi söylemler yayılarak anadoludaki farklı etnik ve dinsel topluluklar arasında sorunların doğmasına neden olmaktadır. Bir etnik-dinsel kimliğe yönelik ırkçı ve ayrımcı bir nefret söylemi dolaşıma sokulmaktadır.
 
Sonuç
Nefret suçları sadece belirli bireylere değil o bireylerin ait olduğu gruplara karşı da nefreti körükleyen, bu bağlamda sadece kişileri değil tüm toplumu etkileyen suçlardır. Aynı zamanda özgür bir toplum idealini sarsmaktadır. Bu tür suçlar bütün bir toplumu, organizasyonu sindirebilir ve etkisi altında tutabilir. Bu durum demokratik süreçlerin sekteye uğramasına, sağlıklı bir biçimde işleyememesine neden olur.
Nefret suçları, “iyi niyetli” yargıçların inisiyatifine bırakılamayacak kadar ciddi bir sorundur. Sıradanlaşan nefret suçları toplumun bir parçası olan yargılama makamları tarafından da kabul görmektedir. Bu kabul çoğunlukla cezasızlığı da beraberinde getirmektedir. Nefret tohumlarının daha da derinlere inmeden sökülmesi için burada yapılan tespitleri aşan ek önlemler alınması gerektiği son derece açıktır. Bunun için nefret suçlarının yasal bir çerçeveye kavuşturulması, TCK’da nefret suçlarının ayrı bir başlık altında düzenlenmesi ya da nefret suçlarına ilişkin bağımsız bir yasa çıkarılması gerekir.
Diğer yandan nefret söylemini dolaşıma sokma ve bunu güçlendirmek açısından başat bir rol oynayan medyanın demokratik ilkeler çerçevesinde yeniden yapılandırılarak ayrımcılıktan arındırılması gerekir. Bu bağlamda ilk olarak hukuk ve iletişim fakültelerinin ders programları ayrımcılık ve nefret suçları konusunda farkındalık yaratacak biçimde şekillendirilmelidir. Sonrasında medya çalışanları nefret söylemi, nefret suçları ve ayrımcılık konularında eğitimlere tabi tutulmalıdır. Nefret söylemini körükleyen, nefret suçlarını öven yayın organları hem hukuksal yaptırımlarla karşılaşmalı hem de meslek ilkelerine uymadığı gerekçesiyle tecrit edilmelidir. Nefret suçlarının önlenmesi, buna neden olan önyargıların giderilmesi, ‘öteki’ni anlamaya dönük diyalojik bir dilin gelişebilmesi ve empatinin kurumsallaşması için duyarlı ve sorumluluk sahibi bir medya yapısının varlığı elzemdir.
Kafkas Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi
 
Kaynakça
Boyle, K. (2001) “Hate Speech – The United States Versus the Rest of the World?”, Maine Law, vol. 53, p.493.
Chakraborti, N. & Garland, J. (2009) Hate Crime: Impact, Causes and Responses, SAGE Publications, London.
Göregenli, M. (2009) “Nefret suçları kimin sorunu?”, Kaos GL, sayı: 105 (Mart- Nisan).
 
ministerial_council_december_2_2009, erişim tarihi: 10.04.2011.
Karan, U. (2010) “Nefret Suçundan Ne Anlıyoruz?”, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları, İstanbul.
Ritzer, G, (ed) (2009), The Blackwell Encyclopedia of Sociology, Blackwell Publishing,Oxford
Şeylan, S. (2011) “Nefretin Suçu, Kimin Suçu?”, Radikal  2, 27.03.2011
Systems of Monitoring and Reporting, 2008 Hate Crime Survey, Human Rights First, http://www.humanrightsfirst.org/pdf/fd/08/fd-080924-systems-of-monitoring-and reporting.pdf, erişim tarihi: 10.04.2011.
Tsesis, A. (2002) “How Hate Speech Paves the Way for Harmful Social Movement”, Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek, Sosyal Değişim Derneği Yayınları, 2010, New York University Press, New York, p 81-82. 
Karan, U. (2010) “Nefret Suçundan Ne Anlıyoruz?”, Nefret Suçları ve Nefret Söylemi, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları, İstanbul


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam