18/10/2010 | Yazar: Ozan Gezmiş

Amerika’da belki çok uzun zaman sonra, özellikle beyaz ve sistem müttefiki vatandaşları için demek daha doğru olacaktır, ifade özgürlüğü konusu t

Amerika’da belki çok uzun zaman sonra, özellikle beyaz ve sistem müttefiki vatandaşları için demek daha doğru olacaktır, ifade özgürlüğü konusu tartışılır oldu. Tartışmanın nedeni ise eşcinsel oğlunu Irak’ta kaybeden bir babanın ‘Tanrı ibnelerden nefret ediyor’ şeklinde açıklama ve protestolar yapan bir kiliseye açtığı dava. Dava şu an Yüksek Mahkemede zira ilk önce kiliseye açtığı tazminat davasını kazanan babanın acısını az bulan(!) Temyiz mahkemesi kararı bozarak açıklamaları ifade özgürlüğü kapsamında buldu ve kilise liderine babanın tazminat ödemesi gerektiğine hükmetti yani özgürlükler ülkesi Amerika, vicdanı hapsedip nefreti özgür kıldı… Şimdi ise babanın tekrar itirazı ile Yüksek Mahkeme’ye taşınan davanın akıbetinin bundan sonraki benzer nefret suçları davalarında emsal teşkil etmesi bekleniyor.
 
Bugün Amerika’da bir babanın nefretle mücadelesi sürerken 15 Ekim’de Türkiye’de meclisin önünde  lgbtt örgütlerince ortak bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasının konusu oldukça tanıdık: nefret… Her gün nefreti hisseden, yaşayan lgbtt bireyler ve nefretten muzdarip olan herkes için “nefret suçlarıyla mücadele” yasası talebi bir kez daha dile getirildi. Türkiye’de kimilerine göre var olmayan, var olsa da talepleri bize ulaşmadı denilen lgbtt bireyler duymayanlar, ağır işitenler için bu sefer meclisin hemen önünden seslendiler: ‘Buradayız ve nefret hepimizi öldürüyor!’
 
Nefreti içselleştirmiş bir toplum inşası hiç kuşkusuz bir dönemin popüler idealarından. Halkın kolay manipule olduğu ve kitlelerin kolay yönetilebilmesi için gereken kesinlikle nefretti ve hemen yanı başındakinden şüphe duyman ve onu düşman olarak görmen çaresizlik hissi yaratarak daha güçlü bir dost, müttefik arayışına itiyordu insanı. Bunun keşfi ile iktidar gücünün ‘dost’a çevrilmesi, yanındakinden nefret ederken uzağındaki bir güçle sürüklenmek bu toplum için öyle çok uzun vakit alan bir dönüşüm olmadı. Birbirinden korkan ve birbirine güvenmeyen insanların gücün dostluğuyla vatanseverleşmesi nesnellikten çok uzak arzulaşmış bir fetiş oluvermişti hem de sadece bir gecede gelen darbenin arkasından. Yanındakine düşman olmayan birkaç azınlığa ise çok şey borçluyuz. Unutturmadıkları ve hatırlattıkları ile nefreti sorgulayabiliyoruz en azından şu an ama nefretin durmayan yükselişiyle verilen zarar her geçen gün artmaya devam ediyor…
 
Ahlak, millet, vatan gibi kimi değerleri yitirebileceğimiz korkusuyla ötekilere beslenen nefretin vicdanlarda açtığı yaralar çok derin. Amerika’da bir kilisenin, Türkiye’de bir bakanın açıklamalarıyla, gazetelerde yayınlanan köşe yazılarındaki yorumlarla nefret düşünceyi ve nihayetinde her şeyimizi esir alıyor. Nefretle mücadele için çıkarılması gerekli yasalar ise bu toplumun ve aslında tüm dünyanın en önemli gündem maddesini oluşturuyor. Kimi özgürlük değerlerini sorgulamaya gitmek ve nefrete meşru nedeler bulmak için ifade ve düşünceyi seçmek hiç kuşkusuz hangi coğrafyada olursa olsun tehlikeli bir oyun olacaktır.
 
Şimdi yeniden sormak lazım: Nefret ve düşmanlık sergilemek ifade özgürlüğü müdür?

Haber için [[http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=1022368&Date=15.10.2010&CategoryID=100|tıklayınız]]

Etiketler: insan hakları
nefret