21/08/2015 | Yazar: Ata Kan

Ülke gündemine kan hakim oldu olalı belki de ilk sesini yükselten gruplardan birisi eşcinsel, biseksüel ve translardı. İlk günden beri haykırıyorlar: ‘Savaş istemiyoruz.’ Çünkü savaşı biliyorlardı.

Eşcinsel, biseksüel ve translar yıllarca çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu iktidarların nefretine karşı mücadele ettiler. Bedenlerine, kimlik ve yönelimlerini bir zırh gibi giyinip, toplumdan örgütlü bu patriyarkal/heteronormatif sisteme karşı bulundukları tüm alanlarda nefrete karşı dimdik durmuş ve mücadele etmişlerdir. Bu açıdan okunduğunda şu sonucun göz ardı edilmemesini isterim. Eşcinsel, biseksüel ve translar iktidara biat eden omurgasız kimlikler olmamışlardır. Şu konumda iktidarı ne olarak kurgulayacağımızın pek bir önemi olacağını düşünmüyorum. Bu evdeki baba olabilir ya da okuldaki öğretmen ya da sokaktaki polis ya da mevcut hükümetler. Sadece iktidarlara değil iktidarcıklara; erk iktidarı idame ettirmeyi kendisine yegane görev bilmiş insanlara karşı da bir savaşına girişmişlerdir. Kalkan olmuştur hırpalanmış bedenleri, direnişçi ruhlarına.

Eşcinsel, biseksüel ve translar tüm dünyada olduğu gibi bu coğrafyalarda da ismi konulmamış bir savaşın (istemeden) tarafı oldular, söylemeye lüzum olmamakla birlikte en çok öldürülen en çok katledilen tarafında yer aldılar. Devletler, güçler, ordular, kimlikler -ismine her ne derseniz deyin- savaş içinde olmasalar bile; eşcinsel, biseksüel ve translar heteronormativeyle savaştılar. Sahneye zorla konulmuş bir oyuncu gibi iğreti durdukları bu savaşta pek çok öldüler. Barışı savunacak durumda değillerdi çünkü ismi konulmuş bir savaş yoktu ortada. Kimsenin dillendiremediği ama kanıksadığı bir acı vardı. Katmerlenen, çoğalan, bitmeyen...

Ülke gündemine kan hakim oldu olalı belki de ilk sesini yükselten gruplardan birisi eşcinsel, biseksüel ve translardı. İlk günden beri haykırıyorlar: “Savaş istemiyoruz.” Çünkü savaşı biliyorlardı. Ölmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ağlarken gülmeyi, kahkaha atarak ağıtlar yakmayı iyi biliyorlardı. Toprağın altına verdikleri her arkadaşlarıyla biraz daha yerin dibine batmayı defalarca tatmışlardı.

Şu an içine itildiğimiz bu savaşın Türk ve Kürt halkları arasında olmadığının da bilinmesini isterim. Tabiri caizse at iziyle it izinin birbirine karıştığı şu günlerde bu savaş iktidarını korumak isteyenler ile masumane halkın savaşıdır. Koltuğu her sallandığında kana sarılan bir hükümet ve savaşı durdurun diyen Kürt ve Türk kadınlarının savaşıdır. Türk taifesinde (?) ölen Kürtlerin ve Kürt taifesinde (?) ölen Türklerin olduğu bir savaşın ırklar arasında olduğunu söylemek realiteye aykırı durumdadır.

Bir arada yaşamı savunalım. AKP hükümetinin uzun yıllardır sürdürücüsü olduğu Müslüman Türk Sünni Erkek politikasının ne demek olduğunun farkına varalım. Ülkemizde tüm iç savaşlar (ve yahut gerginlikler) bu politikanın kanlı bir meyvesidir. Alevi-Sünni kutuplaşması, Müslüman-Gayrimüslim kutuplaşmaları, Erkek-Erkek Olmayan kutuplaşmaları ve son olarak Türk-Kürt kutuplaşması. Bu saydığım dinamiklerin pratikte birbirleri açısından bir problem teşkil etmeleri olası bile değildir. Nefreti örgütleyen devlettir. Erkek devlettir.

Neye mi ihtiyacımız var? Tahammül etmeye. Tüm ötekileştirilen (devlet eliyle) kimliklerin barışmasına. Tarafı olmadıkları bir savaşta bedel ödemek hiçbir kimsenin borcu değildir, olamaz.


Etiketler:
nefret