24/04/2019 | Yazar: Ata Kan

Televizyon ekranlarının farklı kaygı ve prangalarla hareket etmesi, bir grubun yaşam hakkına dahi mal olabilme potansiyeli taşıyorken bu yanlıştan en kısa sürede vazgeçilmelidir.

​“Çünkü nefret söylemi bugünü askıya alan ve geleceği öngörülebilir olmaktan uzaklaştıran, toplumun tek tek bütün bireylerine zarar verme yetisine sahip olan bir ayrımcılık üretimidir.”[1]

Sınır kelimesinin benim zihnimde belirimi dikenli tel örgülerle ayrılan iki toprak parçası. Neden bir ayrım yaratma gereği diye düşündüğümde ise birbirinden ayrılan parçalardan birisinin diğerinden daha “üstün” olduğu, bir zıtlık üzerinden kutuplaşan iki ucun madun tarafının makul tarafına olan etkisinin kesilmesi, makul tarafın madun tarafa duyduğu tepkiselliğin sürdürülmesi. Bir kâr dualitesi hatta; sınırın bir tarafında kalanları öbür tarafında kalanlar üzerinden hizalamak, işine yaramayan taraftakileri de otonom(!) bir kuvvetle baskı altında tutmak amiyane tabirle bir tetikçi yaratmak.

Sınırın bir parçası olarak televizyonu ele alıp, dönüştürücü gücünü irdeleyecek olursak:

1950’li yıllarda Türkiye’nin televizyona merhaba dediği biliniyor. Eşcinsellik konusunda bilgi birikiminin sınırlı olduğu, sosyal medyanın bu kadar hayatımızın içinde olmadığı, cinsel kimlik ve yönelimlerin kabullenilmesi için bir itici güç yakalanamadığı, LGBTİ+ mücadelesinin yeni yeni başladığı dönemlerde televizyon hayatlarımıza girdi. Türkiye’de LGBTİ+’lar için televizyon her zaman stratejik bir öneme sahip olmuştur.

2017 yılında Türkiye, günlük 330 dakika televizyona ayrılan süreyle dünya çapında en çok televizyon izlenen birinci ülkeydi[2]. Toplumsal belleğin sınırlarını belirlemede ve yaratılan hizada en yüksek payı televizyonun kapladığı aşikâr.

1993 Sevginin Gücü, 1996 Kaldırım Çiçeği, 2001 Yapayalnız, 2003 Kampüsistan, 2003 Bir İstanbul Masalı, 2010 Kılıç Günü ve Mükemmel Çift[3] ilk akla gelebilecek olan LGBTİ+ karakterler içeren Türkiye yapımı diziler olarak sıralanabilir. Dizilerin cinsel kimlik ve yönelimleri ele aldığı bağlamlar ya da olumlu/olumsuz yorumlarını göz ardı ederek dikkat edilmesi gereken nokta eşcinselliğin bir varoluş olarak kendisine yer bulabiliyor oluşu. Yıllar ilerledikçe dizilerdeki LGBTİ+ karakterlerin azaldığı, açıkça belirtiminden kaçınıldığı, temsillerin kısıtlandığı ve manipüle edici biçimde karikatürize edildiği ortadadır. 1993 yapımı bir dizide eşcinsel bir karakter sevgilisiyle kendisine yer bulabiliyorken 2018 yapımı bir başka dizide[4] gey kelimesi sansürleniyor, bir yapımcı Türk dizilerinde eşcinsel kahramanlara yer olmadığını söyleyebiliyor.[5]

Kampüsistan

1990’lı yıllarda Nedim Saban Dr. Stress programında transseksüel kadınların katılımcı olduğu birden fazla program çekerek transseksüellik meselesini irdeleyebiliyorken, 2018 yılında bir magazin programı biseksüel kelimesini sansürlüyor[6], ünlü bir modacının gece kulübü eğlencesini[7] dezonformatif haberlerle halka duyurabiliyor.

Televizyon dünyasındaki bu dönüşüm öznelerin söz sahibi olmayışından yakından alakalı. 90’lı yıllarda televizyonda kendisine yer bulan LGBTİ+’lar kendi kendilerinin izahatlarını yapabilecekleri bir mecraya sahipken son gelinen noktada cinsel kimlik ve yönelimlerini içeren kelimeler bile sansürleniyor. Televizyon ekranlarından cinsel kimlik ve yönelimler hakkında edinilen bilgiler sosyal yaşantıda, aile içinde, okullarda kısacası sosyalleştiği her alanda LGBTİ+’ların önlerinde bir bariyer olarak yükseliyor.

Genel ahlak, kamu yararı gibi bahanelerle medyadan silikleştirilen ve gıyabında yorumlar, açıklamalar üretilen LGBTİ+’ların hayatlarına televizyonun katkısı, nefret söyleminden öteye geçmediği takdirde tüm yaşam alanları LGBTİ+’lar için açık hava hapishanesi haline geliyor, yaşam hakkına varana kadar her alanda bir müdahale örgütleniyor.

Sınırın her iki ucundaki kutbun arasının, her geçen gün daha fazla açıldığı, bu sınır genişledikçe yurttaşların nefret saikiyle acımasızlaştığı ve koptuğu ne yazık ki bir gerçek. Televizyon ekranlarının farklı kaygı ve prangalarla hareket etmesi, bir grubun yaşam hakkına dahi mal olabilme potansiyeli taşıyorken bu yanlıştan en kısa sürede vazgeçilmelidir. Eşit yurttaşlık hakkının hiçe sayıldığı, cinsel yönelim ve kimliklerin hedef gösterilircesine haberleştirildiği bir medya karşısında alternatif medya pratiklerinin olanaklarının düşünülmesi ve geliştirilmesi şarttır.

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin “Televizyon” dosya konulu 164. sayısında yayınlandı. Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise önümüzdeki haftadan itibaren kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz. 

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

Dipnotlar:

[1] Sevilay Çelenk, Ayrımcılık ve Medya

[2]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/712624/Turkiye__televizyon_izleme_suresinde_dunya_rekoru_kirdi.html

[3] https://22dakika.org/turk-dizilerinde-escinsellik/ 

[4] http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=27047

[5] http://kaosgl.org/sayfa.php?id=26718

[6] http://kaosgl.org/sayfa.php?id=26936

[7] http://kaosgl.org/sayfa.php?id=26956


Etiketler:
İstihdam