18/06/2014 | Yazar: Emre Korlu

Evsizliğin ne kadar yıpratıcı bir şey olduğunu saçlarımı boyayacak bir yer bulamayınca anladım.

I.
 
Gün geçtikçe sana benziyorum, Nina. Senin gibi yaşlanıyorum ve saçma sapan şeyleri kıskanıyorum. Tenimle uyuşmayan adi bilezikler takıp, kolyelerime övgüler yağdırılmasını bekliyorum.
İnatlaşıyorum, Nina! Zaman geçtikçe çekilmez hale geliyorum. Ayak topuklarım eskiyor. Âşık olduğum an’lar bayatlıyor. Sahip olamadığım kedilerin ölüm haberini alıyorum.
Yıpranıyorum, Nina. Her ölümün karşısında küçük düşüyorum.
 
Nil nehri saçlarını tarıyor. Hayret ediyorum.
 
II.
 
Sahte makamlara eşlik ediyoruz, bir yanı hep eskimiş seher vakitlerinde. Gözlerinin nazarıma değmesinden korkuyorum. Sakınmak buna deniyor, Nina. Üzerine titriyorum.
 
Daha ne kadar birbirimize benzemeliyiz. Oysa, sana eşit olamam ve özgür duramam yanı başında. Üstelik ortada çekinilecek onca şey varken, yasaklanmışken aynı yastığa baş koymamız...
Ah bu ne büyük bir ızdırap!
Tahammülsüzüm, Nina.Beni duymalısın.

III.
 
Bu kısa mektupları sana bir türlü gidip göremediğin şehirlerden gönderiyorum. Mesela; El Ariş’ten, Kahire’den, İskenderiye’den, El Minye’den...
Yani, henüz mürekkepleri kurumadan ulaşıyorlar, ipekten ellerinin o en çok ağrıyan noktasına.
 Zaman oldukça zalim, Nina. Bulunduğum kodesten bir gün çıkmasam seni hayal edemeyecekmişim gibi geliyor. İç içe geçen hüznün tam ortasında dağılmayı bekliyorum.
“Üşüyorsan gel beni yak!” diyorum Nina. Öyle kararlıyım ki, hiçbir acıyı terslemiyorum. Kaç gündür boş kalan bir yatakta seninle ısınmayı bekleyecek kadar yanıyorum.
 
IV.
 
On dört yaşımdayken bir hayli zavallıydım. Öyle ki, annem babamın geberip gitmesinin nedenini bile bana bağlamıştı. O hastalığa yenilip yenilmemesini hesaba katmayacak kadar aciz davranıyordu.  Sonunda dayanamadı ve içki kokan ağzını yüzüme doğru açarak: “defol!” dedi.
Hayatını mahvetmeye hakkım olmadığını söylüyordu. Tek düşündüğü Nina’nın dolgun kalçasına nasıl âşık olduğumdu.
Bunu nasıl yapabildiğimi sorup duruyordu. Beni anlamaya çalışmayıp kendine zarar veriyordu.
 
Nina, beni beceriksizlikle suçlama; anneme doğruyu söylemek, yalanın doğaçlama yeteneğine başvurmak kadar olanaksız sayılmıyordu elbet. Fakat artık onu kandırmak istemiyordum.
 
V.
 
Evsizliğin ne kadar yıpratıcı bir şey olduğunu saçlarımı boyayacak bir yer bulamayınca anladım. Herkes kendi evinin telaşındaydı. Konulacak bir raf aralığı bile yoktu. 
 
Nina, sana yazmaya çalıştıkça ellerim sıcakların etkisinde kavrulurken, vitrinin öbür yanında yüzünü gördüm. Her defasında dokunmak istediğim boynuna baktım.
Hıristiyanlığa geçtiğini duymuşlardı. Tahran’da tutmuşlardı kadife saçlarından. Sürükleyip seni o darağacına asmışlardı.
İran’ın benden sakladığı, serde hep terimdeymiş gibi kalan...
O hücrenin nergis çiçeği,
Ah Nina!
 
“İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam, ama sevgim olmasa, ses çıkaran bakırdan ya da çınlayan zilden farkım kalmaz… Bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam… Ama sevgim olmasa, bir hiçim. Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam, bedenimi yakılmak üzere teslim etsem, ama sevgim olmasa, bunun bana hiçbir yararı olmaz. 
(Pavlus’tan Korintlilere 1. Mektup, 13:1-3)” 

Etiketler:
nefret