06/03/2014 | Yazar: Gözde Özen

Sinema kimseyi başına zorla silah dayayıp götürebileceğiniz bir yer değil. Ya da hiçbir aile çocuğunu +18 ibaresi almış bir filme götürmüyor kendisiyle birlikte. Bu bireysel bir özgürlük ve bilinçli yaptığımız bir seçim.

Sinema kimseyi başına zorla silah dayayıp götürebileceğiniz bir yer değil. Ya da hiçbir aile çocuğunu +18 ibaresi almış bir filme götürmüyor kendisiyle birlikte. Bu bireysel bir özgürlük ve bilinçli yaptığımız bir seçim.
 
!f Bağımsız Filmler Festival’i başlamadan birkaç gün önce basın gösteriminde izledik, sonra sinemaseverler !f’te izledi, daha adını duyunca başlayan tartışmalar gittikçe alevlendi. "Lars Von Trier Nymphomaniac adında bir film çekiyormuş duydunuz mu ahali" diye konuşmaya bir yıl önce başlamıştık sanırım. Sonra filmden kareler, afişler, fragmanlar düşmeye başladı önümüze. Provokatif yönetmen Trier bu sefer başka türlü geliyordu belli ki.
 
Basın gösteriminden hemen önce Berlin Film Festivali’nden haberler gelmeye başladı. Yönetmenin 5.30 saat olarak çektiği film ilk gösterimini bu kopyayla yapmış ancak hemen ardından kısaltılmış 4 saatlik kopya ile yola devam edilmişti.
 
Gösterimden önce bize de "Sayın Basın Mensupları" diye başlayan bir yazı dağıtıldı. Yazıda filmin tüm dünyada sansürlenmiş ve kısaltılmış bu kopyayla vizyonda olacağı, dağıtımcı firmanın bu konuda sorumluluğu olmadığı belirtilmişti. Zaten filmin başında da bunu belirten İngilizce bir uyarı cümlesiyle karşılaştık. Bunların üzerinden iki hafta kadar geçti. 14 Mart’ta film vizyona girecek ve seyirciyle buluşacaktı ama dün gelen haberle sansür kurulundan geçer not alamayan filmin raflarda yasaklı filmlerin arasında bekleyeceğini öğrendik.
Nymphomaniac’la ilgili yazı yazmamıştım ki yılın en tartışılan, en merak edilen filmiydi belki de. Kendi adıma hem izlenmesi hem hazmedilmesi hem de üzerine bir şeyler karalanması zor bir film olduğunu düşünüyorum.
 
Erteledim durdum, kısmetimde sansür tartışması yüzünden bahsetmek varmış demek. Filmin hikâyesi herkesin malumu artık herhalde?
 
Filmin başında bir sokak arasında yerde yatarken gördüğümüz Joe adındaki bir kadın, kendisini oradan kurtarıp evinde misafir eden yaşlıca bir yabancıya nasıl o hale geldiğini ve hayatını anlatıyor. Biz de toplamda 4 saatten fazla süren iki bölüm halinde nemfomanyak yani seks bağımlısı bir kadının başından geçen maceraları, yaşadığı kimi zaman eğlenceli ama çoğunlukla sıkıntılı ve üzücü sayılabilecek şeyleri öğreniyoruz.
 
Konu sıkıntılı; cinsellikle hele ki kadın cinselliğiyle ilgili her şeyin neredeyse tabu sayıldığı bir dünyada yaşıyoruz hâlâ. Hepimizin bu dünyada var olma sebebinin birilerinin sevişmesi olduğunu unutmuşçasına bu konuya dair şeyleri ayıp, pis ve yasak görmeye koşullanmış zihinlerimiz var. Seks sonucu doğduğumuzu kabullenebildiğimiz noktada ise bu sefer farklı cinsel yönelimler, eşcinsellik ya da normal dışı görülen fantezilerle sorun yaşıyoruz. Kimseye zarar vermeyen, partneriyle ortak karar vererek yaşadığı cinsel hayatı için kimi ne hakla suçlayabilir ya da dışlayabiliriz? Ama en ileri görüşlümüz, en demokratımız bile bunu yapıyor zaman zaman, kendimizi kandırmayalım.
 
Lafı uzatmayalım; Trier işte bu falsomuzu çok iyi biliyor ki bizi akla hayale gelmeyecek oyunlar oynayan, cinsel tatmini için hem kendini hem de etrafındakileri tehlikeye atmaktan kaçınamayan Joe ile tanıştırıyor filminde.
 
Nemfomani bir hastalık, kurtulmamız gereken bir habis mi acaba?
 
Terapi grupları falan olduğuna, insanlar bu konuda yardım aldığına göre öyle düşünülüyor olmalı. Filmin kahramanı Joe ise böyle düşünmüyor. Katılmaya mecbur bırakıldığı terapi grubunda yaptığı konuşmadan bunu anlamak mümkün. İnsanların cinselliği ya da nemfomaniyi başka sorunlarını örtmek ya da görmezden gelmek için kullandığını, kendisininse adeta böyle doğduğunu ve toplum tarafından hor görülen kirli, hasta yanlarını sevdiğini söylüyor bizlere. Filmin başka yerlerinde de buna benzer fikirler bulmak mümkün. Joe cinselliği kullanarak erkeklerle dalga da geçiyor, politik doğruculuk yapmaya çalıştığımızı sanıp kavramları nasıl yanlış kullandığımızı, nasıl önyargılara hapsolduğumuzdan da bahsediyor. Belki de filmin kabullenmesi zor yerleri tam da bu kısımları. Pedofiliyle ilgili yaptığı konuşmada mantığa ters gelen hiçbir şey yok evet. Ama söz konusu pedofili olduğunda mantığımız devre dışı kalıyor, insanız hepimiz sonuçta.
 
Filmin konusu seks ama insan psikolojisini, birbirimize ve özelde kadına olan bakışımızı, kimi zaman nasıl ikiyüzlü olduğumuzu, -filmin erkek kahramanı üzerinden- aslında ne kadar donanımlı olursak olalım özümüzün aynı ve belli olduğunu da anlatıyor. Filmin bununla ilgili kısımları ve özellikle sürprizli finali tartışmaya açık elbet. Trier her zamanki gibi yine seyirciyi şaşırtmayı, bir dediğini bir diğer dediğiyle yalanlamayı, kafa karıştırıp, hedef şaşırtmayı seçmiş. Bu yüzden seks sahnelerinin yanında fikirleriyle de seyirciyi rahatsız edebilecek bir durum var belki de karşımızda.
 
Trier sinemasını sevmek biraz da kişisel bir şey ve herkes kendince anlamlar çıkaracak filmden. Peki rahatsız olduk ya da filmi sevmedik diye yasaklayalım mı?
 
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de filmlerin hangi yaş grubuna uygun olduğuna kara veren bir kurul var. Bu kararlara göre filmler +7, +13 ya da +18 ibaresi alıp giriyorlar vizyona; izleyici de buna bakıp filmi izlemeye, ya da kiminle izleyeceğine, çoluk çocuğa uygun olup olmadığına karar veriyor. Bu mantıklı, buna sözümüz yok. Ancak sinemaya gitmek ya da sinemaya ailenin rızası olmadan gidebilmek zaten yetişkin seyircinin tercihi. Sinema kimseyi başına zorla silah dayayıp götürebileceğiniz bir yer değil. Ya da hiçbir aile çocuğunu +18 ibaresi almış bir filme götürmüyor kendisiyle birlikte. Bu bireysel bir özgürlük ve bilinçli yaptığımız bir seçim. Hal böyle iken, filmin afişleri her yerde gözümüzün önündeyken, sinemaya gitmeden önce gideceğimiz film hakkında basın-yayın yoluyla fazlasıyla bilgiye sahip olabilme şansımız varken neden bizi aptal yerine koyup filmi izlememizin zararlı olacağına bizim adımıza karar veriyorlar?
 
Dün bu yasaklama kararının ardından düşünürken filmin aslında hiç zararlı değil aslında halkı cinsellikten korumak isteyen bir devlet için yararlı olabileceğini düşündüm.
 
Filmdeki çıplaklık ve cinsel birleşme sahneleri, uzuvlar o kadar fazla ki zaten kısa bir süre sonra algıda duyarsızlaşma yaşamak ve hatta durumdan soğumak bile mümkün. Ki yönetmen bu sahnelerin seyirciyi iştahını kabartmak yerine hissizleştirmeye yol açsın diye bu şekilde çektiği çok belli. Bunları düşündüm evet ama sonra filmi bu açıdan savunmanın yersiz olduğunu da düşündüm.
 
Filmi savunmak ya da sansüre karşı durmak için böyle bir aklama yapmak zorunda mıyız gerçekten? Aslında hiç de değiliz. Her aklı fikri yerinde insan gibi filmle ilgili yasal uyarıyı okuruz, içeriğinden rahatsız olmup olmayacağımıza karar verir ve istersek izler istemezsek izlemeyiz. Konu bu kadar basit ve net özünde.
 
Peki şimdi bu yasak kararından sonra neyle karşılaşacağız? Çoktan film hakkında bir şehir efsanesi yarattık bile. Filmin adını dahi duymamış olan, seyretmeye hiç niyetlenmeyecek insanlar bile bir yolunu bulup izleyecekler.
 
Bunu nasıl mı yapacaklar? Filmi internetten bulup bilgisayarlarına indirecekler, buna üşenen olursa korsan dvd’lerini satın alacak. Bilgi çağındayız. Her türlü içeriğe birileri istemese bile ulaşabiliyor, edinebiliyoruz. Buna pornografik yayınlar da dahil, çok enteresan bilgileri ifşa eden telefon konuşmaları da, hırsızlık hikâyeleri, devlet sırları da. Yani yasakçı büyüklerimiz; siz isteseniz de istemeseniz de insanlar bu filmleri izleyecek internet var olduğu sürece.
 
Ama bir dakika...siz interneti de kapatmaya çalışıyorsunuz değil mi? Hiç şaşırmadık. Size bu çabanızda başarılar diler, asla muvaffak olamayacağını bilerek içten içe güler, saygılarımızı sunarız. Kolay gele…
 
*Bu yazı Bianet’ten alınmıştır. 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam