05/01/2011 | Yazar: Emre Korlu

Bir radyomuz vardı. Bazı akşamlar içimizi sadece dinleme telaşı sarar, Zekai Tunca'nın o eşsiz yorumuyla hayat kattığı şarkıları dinlerdik.

Bir radyomuz vardı. Bazı akşamlar içimizi sadece dinleme telaşı sarar, Zekai Tunca'nın o eşsiz yorumuyla hayat kattığı şarkıları dinlerdik. Annem soba üzerinde demlediği çayını ince belli bardağa doldurur, babama nazikçe takdim ederdi. Öyle zamanlarda mutlu bir aile olduğumuzu düşünürdüm.
 
Birkaç yıl sonra, babam kucakladığı televizyonla dayanınca kapımıza, zengin bir aile olduğumuzu düşünmeye başlamıştım. O akşam; babamın gülümseyişi, tatlı niyetine geçmişti boğazımızdan. Çünkü; çok ender gülümserdi, babam. Hep düşüneceği ve sanki anlatmak isteyip, anlatamayacağı şeyleri olurdu. Kalın camlı, siyah çerçeveli gözlükleri vardı. Onun arkasına gizlenmiş, zümrüt yeşili gözleri bazen uzaklara dalar ve bizden kopardı. Bunu hissederdik. Bazı akşamlar, oturma odamızda, pencere kenarında duran kırmızı kadife koltuğumuzda uykuya dalardı. Annemle arasında hep bir mesafe olduğunu düşünürdüm. Akşam yemeklerinde birbirlerinin yüzlerine bakmaktan kaçınır, sadece televizyon seyrederlerdi. Ben ise; en çok babamı gözetlerdim. Bazen onu seyrederken bunun farkına varırdı ve bakışlarımız çakışırdı. Öyle zamanlarda utancımı gizleyemez, başımı başka yöne çevirirdim.
 
Babam nazik ve alabildiğine duygusal biriydi. En çok yazı yazardı ve biz yazdıklarını okumamaya yeminliydik. Çünkü; kazayla da olsa elimize geçmesi muhtemel olan defterlerini, kilidi mutlak üzerinde duran çekmecesinde saklardı. Saçlarını kulak memesi hizasına gelmeden kestirir ve sakal tıraşı olmayı, gerekmedikçe, sevmezdi. Onu örnek almak hoşuma giderdi. Toplumun içinde, Galata köprüsünde, yürürken bastığı yerlerin değişime uğradığını düşünür ve babamın bir melek olduğunu hayal ederdim. Hemcinslerine, anneme bakmadığı gibi bakardı.. bunu fark ettiğimde susmayı ve gerekmedikçe konuşmamayı öğrenmiştim.
 
Annemle ikisini balık kızartma telaşında, mutfakta izlerken, babamın annemden daha kadın olduğunu ve ellerini daha iyi kullandığını görmüştüm. Bunu görmek babamı bana yabancılaştırmamıştı. Gözlerimin önünde şiir gibi hareket eden, o oyuncuya, tepkisizce bakakalmıştım. Utanmamıştım. Çünkü; o aslında on günü aşkın sakalının ardına saklanan, elleriyle kitap sayfasını çevirmesi bile güzel bir şarkıyı andıran, bizim tanıdığımızın aksine bambaşka biriydi. İşe gittiğinde pencerenin sokağa bakan yüzünde babamın döneceği saati beklerdim. Akşam olduğunda ve geliş saati kapıya yaklaştığında yine pencere kenarında yürüyüşünü, etrafa bakışını gözlerimde bir kadın olarak canlandırırdım. Bunu kimse bilmezdi. Babam bile.
 
Bazen bir şey söyleyecekmiş gibi bakardım ona. Nefes nefese kaldığımı hisseder, saçlarımı okşardı. O zamanlar bildiğim tüm kitapçılarda onu anlatabilecek eserler aramaya başlamıştım. Okuyacak ve babamın aslında bir kadın olduğunu ispatlayacaktım. Buna gerek kalmadığını anladığım gün, okuldan tebeşir tozuyla ateşimi yükseltip hastalık bahanesiyle, eve erken geldiğim gündü. Annemin yokluğunu, her zaman giydiği ekru ayakkabılarını, kapı eşiğinde göremediğimde anlamıştım. Radyoda Zekai Tunca şarkı söylüyor, yukarı katta babam ona eşlik ediyordu. Şimdi; hızlıca o tahta merdivenleri çıktığımı hatırlıyorum.. yatak odasının kapı aralığından babamı görüşüm geliyor gözlerimin önüne.
 
Kitap okumayı bırakıp gözlerimle şahit olduğum ve onun ölümüne kadar herkesten gizlediğim, şaşkınlığın yerini, merakın aldığı o dakikalar... Beynimde yer etmiş sinek kaydı yüzü, makyajlı gözleriyle, aynaya bakan o güzel kadın.
 
Onun varlığını babamla birlikte herkesten sakladık. O anlarda babam o kadın oluyor ve ben yine gizlice kapı aralığından bakan görgü tanığı oluyordum. Anneme söylediğim her şeyin dışında kalan, o kadın, en çok o ekru ayakkabılar kapının önünde olmayınca evimize ziyarete geliyordu ve giderken odama çekilip babamın kırmızı kadife koltuğumuza oturuşunu izliyordum.
 
Şimdi yıllar geçti.. evimin balkonundan babamı anımsıyorum. Okumakta olduğum kitaplar bana anlamını herkesin bildiği ama işlerine gelmedikçe önemsemedikleri o kelimeyi öğretiyor 'Travesti '
 
Biz aslında bu kelimeye hiç yabancı değildik. Çünkü; ömrünün sonuna kadar sadece yalnız kaldığı zamanlarda hissettiği gibi olmuştu babam ve ben oynayabildiğim en iyi oyunu oynamıştım. Bir-iki-üç deyip tıp demeyi.


Etiketler: yaşam
İstihdam