22/10/2015 | Yazar: Selçuk Candansayar

Evet, haklıyız hem de çok. Hakkımız da diyebiliriz. Bu denli insanlık dışı olanı yok etmek için yanıp tutuşmamız da insanlığımızdan.

"Evet, haklıyız hem de çok. Hakkımız da diyebiliriz. Bu denli insanlık dışı olanı yok etmek için yanıp tutuşmamız da insanlığımızdan"

Hepimizi belki de en çok öfkelendirenler katliamın karşısına geçip, oh olsun demeye getirenler.

Bu denli vicdansızlık nasıl olabilir diye kahroluyoruz. İçimizden hiç değilse omuzlarından kavrayıp, sarsarak sen ne dediğinin farkında mısın, insan onlar ve sadece barış istedikleri için oradaydılar diye, suratlarına haykırmak geliyor. Bu en hafifi tabi.

Ruhumuzun derinlerinde kaynayan hınç dalgası kaslarımızı şişiriyor ve göz bebeklerimizde öç almanın alazı titreşiyor. İnsan olmadıkları fikri yeşeriyor bilincimizde. İnsan olmayı hak etmeyen, hayvan bile değil, bu evrene ait olmayan ölümcül acımasızlıkta yaratıklar.

Tiksinme hissi soluğumuzu kesiyor ve onlarla aynı ortamda bulunmanın katlanılmazlığını hissediyoruz iliklerimize kadar. Onlar varsa biz olamayız, biz var olacaksak onlar olmamalı yargısı asılıyor zihinlerimize. Bu kötülükle bir arada olamayız, olmamalıyız...

Hemen ardından yıkıcılık koşturmaya başlıyor içimizde, dolu dizgin. Dalga dalga yükselen öfkemiz hedefsiz ve amaçsızca salınıyor bir an ve sonra bizi önümüze gelen ilk yaratığa doğru savuracakmış gibi silkeliyor.

Önümüze çıkan ve bize kötülüğün cisimleştiği izlenimi veren hangi bedense onu ele geçirip, yok etme isteğiyle dolup taşacak hale geliyoruz. Yok, etme arzusu içimizi ısıtıyor ve alev alev fışkırdığını hissediyoruz gövdemizden.

Evet, haklıyız hem de çok. Hakkımız da diyebiliriz. Bu denli insanlık dışı olanı yok etmek için yanıp tutuşmamız da insanlığımızdan.

Tam da insan olduğumuz yani onlar gibi insanlıktan çıkmadığımızdan kaslarımız harekete geçmek için gerildiğinde yoğun bir çaresizlik, suçluluk ve yabancılık hissi büyüyor, içimizde. Kendi öfkemizin bizi kendimizden vazgeçmeye, başka bir şey, bilmediğimiz, insanlığımıza yabancı bir şey olmaya doğru ittiğini ayrımsıyoruz.

İnsanız, iyi insanlarız o yüzden.

Biz, bizi dönüştürmek istedikleri olamayız, insanlıktan vazgeçmeyiz.

Kimse ezilmesin, kimse sömürülmesin, açlık yoksunluk çekmesin diyeydi mücadelemiz. Barış olsun; insana barış yakışır, insanlar bir arada barış içinde yaşayabilirler, buna aklımızla ve yüreğimizle inandığımız için oradaydık, orada olmak istedik.

İşte bunu, gerçekte ne olduğumuzu ve ne olmak istediğimizi fark ettiğimizde öfkemiz yıkıcılığından kurtulup asıl hedefine yönelebilecek. İnsanca, hem de çok insanca; bize yakışacak, bize haklılığımızı gösterecek şekilde.

O vakit, o büyük kötülüğün insanlıktan çıkardığı zavallılar yerine doğru hedefe yöneltebileceğiz öfkemizi. Büyük kötülüğe!

Belki de hiçbir zaman insan olamamış, saf kötülük olarak büyümüş ve içindeki kötülüğü bulaştırdıklarını da insanlıktan çıkarmış olana çevirebileceğiz yönümüzü.

O vakit öfkemizi sevebileceğiz. Öfkemizin de bizim olduğunu ve onu bize yakışır şekilde hedefine ulaştırabileceğimizi fark edebileceğiz. Öyle gönençle dolacak ki içimiz, öyle sakin, öyle kararlı ve yumuşak; insanca...

Ağıtlarımızı yaktıkça barış türkülerimizin de sesleri yükselmeye başlayacak. Ağıttan ve yastan barışa yürüyebileceğiz, bir arada olmaya; dostların sofrasında ağıt çorbasının yanına, barış helvasını da katabileceğiz.

Böyle üstesinden geleceğiz yasımızın da öcümüzün de. En derin intikamı, bizi insanlıktan çıkaramadığını on (lar) a göstererek alacağız. İnsanca; olduğumuz gibi yani.

*Bu yazı ilk olarak 19 Ekim tarihinde BirGün'de yayınlanmıştır.


Etiketler:
nefret