30/06/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Elbette birileri tetikte bekliyor. Onların bir an olsun ellerini tetikten çektiklerini, ruhlarını soğuttuklarını sanmayın. OHAL fikriyle çıkıverdiler ortaya. 

Elbette birileri tetikte bekliyor. Onların bir an olsun ellerini tetikten çektiklerini, ruhlarını soğuttuklarını sanmayın. OHAL fikriyle çıkıverdiler ortaya. 
OHAL’in tekrar uygulamaya konmasını talep etmek, bu talepte ısrarcı olmak, devleti açıkça savaş ilanına zorlamaktır. Nitekim kimi Kürt yerel yönetimlerinin özerklik ilanından söz etmelerinin nedeni de biraz budur. 
OHAL’i hatırlıyorsunuz, değil mi? faili meçhullerin, sinsi katliamların, hesabı asla sorulamayan vahşetin resmi adıydı OHAL. Hayatımızın 23 yılını aldı götürdü. Yanısıra 33 bin kişinin hayatını da. 
1984 yılında PKK’nın eylemlerine başlamasıyla birlikte ülkenin büyük bölümünde kaldırılan sıkıyönetim Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde 1987 yılına kadar sürdürülmüştü. Sıkıyönetim kaldırılmadan 19 Temmuz 1987 tarihinde yayımlanan 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile OHAL ilan edildi. O bölge 79 yılından itibaren hep olağanüstü koşullar altında yaşatıldı.
Başlangıçta Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkari, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van OHAL kapsamına alınmıştı. Adıyaman, Bitlis ve Muş “mücavir il-komşu il” olarak belirlendi. Batman ve Şırnak’ın 1990’da il olmaları sonrasında bu iki il de OHAL kapsamına alındı. Böylece OHAL kapsamındaki il sayısı toplam 13’ü buldu. 1994’te de daha önce “mücavir il” olan Bitlis’te OHAL uygulamasına geçildi. Kademeli olarak OHAL ilk önce Elazığ’da, daha sonra Mardin, Batman, Bingöl, Bitlis, Siirt, Van, Hakkari ve Tunceli’de ve son olarak da Diyarbakır ve Şırnak’ta 2002`de kaldırıldı. 
87 yılında başlatılan OHAL uygulaması tam 46 kez uzatıldı. 
Bu 23 yıl boyunca irili ufaklı tam 6 OHAL valisiyle tanıştık. Hepsi birbirini aratacak nitelikte yiğit Türk beyleriydi. 
Adları üstünde ya, olağanüstü yetkilerle donanmış birer doğu tiranı olarak yangına körük, savaşa komut oldular. 
OHAL Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye göre  OHAL valilerine şu yetkiler verilmişti: 
Vali, Jandarma Asayiş Komutanı’na yetki verir.
Vali, çalışmalarında sakınca görülen personelin tayinini veya görev alanının dışında çalışmasını sağlar.
Valinin isteği derhal yerine getirilir. Vali köy, mezra ve benzeri yerleşim birimlerini boşaltabilir, birleştirebilir veya kamulaştırabilir. Bunları resen (kendiliğinden, suç duyurusu olmadan) ve ivedilikle yapabilir.
Vali yetkilerini istediği vali veya asayiş komutanına devredebilir. 
387 sayılı kanun hükmünde kararnameye göre vali, 6 Kasım 1989 tarihinden başlayarak bir ay içinde Olağanüstü Hal Bölgesi`nde ikamet edenlere, ellerinde bulunan ruhsatsız silahlara, menşelerine bakmaksızın taşıma ve bulundurma ruhsatı verebilir.
Bu kraliyet makamı yetkileri elbette sorgulanamaz nitelikteydi. 
OHAL valisine bu yetkileri tanıyan Kanun Hükmünde Kararname, vali ve onun kararlarına dokunulamayacağını şu cümlelerle garanti altına almıştı: “Bu KHK ile İçişleri Bakanı’na, OHAL Bölge Valisi’ne ve OHAL Bölgesi dahilindeki il valilerine tanınan yetkilerin kullanılması ile ilgili her türlü karar ve tasarruflarından dolayı bunlar hakkında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.” E, başvurulamadı da zaten. 
Bu şanlı ve kanlı göreve ilk olarak Hayri Kozakçıoğlu atandı. Bu boyalı saçları ve zengin görünümüyle 1991 yılında İstanbul Valiliğiyle ödüllendirilecek olan değerli sanatçımız hakkında daha sonra (1993’te) Sabah Gazetesi hemen herkesin bildiği bir bombayı patlatıverecekti.  “Süper vali” Hayri Kozakçıoğlu OHAL valisiyken ilticacı Kürtlere yardım için yollanan 2 milyarı görevi bitince cebine koyup İstanbul’a getirmiş, özel hesabına geçirmişti. Serveti, inanılmazdı. Antika düşkünlüğüyle övünen aile, sedefli kakmalı kristalli evlerinde ikide bir toplu fotograf çektirir, kendilerince kraliyet geleneği sürdürürlerdi. Gerçi bu pek saygın ailenin, oğlun usulsüz silah satışı, damadın tecavüzcülüğü gibi küçük sıkıntılarla ağzının tadı kaçıyordu ama DYP’li Hayri bey de saygın bir devlet adamı olarak tarihe yazıldı. 
Pişkin Kozakçıoğlu  söz konusu parayı dönemin İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’nin onayı ile 12 Ağustos 1991’de kendi hesabına aktardığını ve 18 Ocak 1993’de Bölge Valiliği’nin talebi üzerine geri gönderdiğini ileri sürdü. Ancak devlet işlerinin yoğunluğu nedeniyle olsa gerek, dikkatsizlik işte, Kalemli bu olaydan haberi olmadığını söylüyordu. Başbakan Tansu Çiller, Kozakçıoğlu’nu istifaya davet ederken, Cumhurbaşkanı Demirel, “Paralar örtülü ödenekten teröre karşı mücadele için verilmiştir. Ancak ne için harcandığı açıklanırsa devlet sıkıntıya düşer” deyip valinin paçasını kurtarmıştı.  
Daha sonra 6 aylık kısa bir performansla Necati Çetinkaya aynı görevden gelip geçiverdi. Onu takip eden yiğit, Ünal Erkan’dı. 
Daha sonra 1995 seçimlerinde DYP Ankara milletvekili olarak meclise giren  Ünal Erkan, 1992 yılında Olağanüstü Hal Bölge Valisi olmuştu. Bu değerli polis de, vatanperver katillerin şahı Yeşil’i çok iyi tanıyor olmasıyla sivrilmişti. Gerçi kendisi inkar ediyordu ama Hizbullah’ın ikinci adamı Edip Gümüş’ün, “Her hafta JİTEM’de toplantı yapar, Cem Ersever’le siyasi meseleleri görüşürdük” iddiası karşısında da aynı soğukkanlılığı koruyor, JİTEM’in varlığını bile kabule yanaşmıyordu.  OHAL valiliği döneminde bölgede işlenen faili meçhul cinayetler kendisine sorulduğunda, “Ben mi soruşturacağım. On üç tane vilayet var” cevabı da onundu. Ama zaten o posta oturana kadar epeyi palazlanmıştı. Tuncay Özkan’ın bir kitabına aldığı MİT raporunda “Esasen, Ünal Erkan başkanlığındaki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün üst düzey kadrosu, İstanbul’daki yeraltı dünyasıyla yakın ilişki içerisindedir. Bu ilişkinin en büyük koordinatörü emekli cinayet masası şefi Ahmet Ateşli ve müdür yardımcısı Mehmet Ağar’dır” deniyordu. Aynı kitapta, dönemin hayali ihracat furyasında adı geçen ... olayının ardındaki güçlerin Ünal Erkan, Mehmet Ağar, Cevdet Saral ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün diğer üst düzey yöneticileri olduğu da iddia ediliyordu. 
Erkan’dan sonra Necati Bilican, Aydın Arslan ve Gökhan Aydıner bu görevi üstlendi. Bilican daha sonra Emniyet Genel müdürü oldu. 

Bilanço
Meclis Araştırma Komisyonu’nun 1998’de açıklanan raporuna göre, 1997 yılı Kasım ayı itibari ile 905’i köy, 2 bin 523’ü mezra olmak üzere 3 bin 428 yerleşim birimi boşaltıldı ve 378 bin 335 kişi yerinden edildi. Türkiye’de faaliyet gösteren İnsan Hakları kuruluşlarının verilerine göre ise; bu dönemde yaklaşım 4 bin yerleşim birimi boşaltıldı ve 3 milyonun üzerinde insan zorla göç ettirildi. Türkiye İnsan Hakları Vakıf ve İnsan Hakları Derneği’nin yanı sıra ABD Dışişleri Bakanlığı ile İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası kurum ve kuruluşların raporlarında bu dönemde 3 bin üzerinde yerleşim birimi yakıldığı, boşaltıldığı belirtildi.
Pek çok dernek ve vakıf kapatıldı. Rado ve televizyon yayınları yasaklandı. Kitaplar filmler bölgeye sokulmadı. 
OHAL Valiliği’nin yetki kapsamında olan yerleşim birimlerinde işkence ve kötü muamele gerekçesi ile toplam 1275 suç duyurusunda bulunuldu. Bu suçlarla ilgili bin 177 soruşturma başlatıldı. Bin 17 kamu görevlisi hakkında 296 dava açıldı. Bu davalardan 60’ı mahkumiyetle sonuçlanırken, 56’sına verilen ceza ertelendi. OHAL süresince 55 bin 371 kişi gözaltına alındı. Bunlardan; 42 bin 795 kişi yargılandı ve bu sanıklardan 4 bin 799’u hüküm giydi. Terör suçlusu olarak DGM’de bin 131 çocuk yargılandı ve 201’i hüküm giydi.
Koruculuk sistemi geliştirildi. Haydi başka kaynağa inanmam diyenler için verelim,  Genelkurmay’ın verilerine göre 4 binin üzerinde korucu öldürmeden gaspa, köy yakmadan tecavüze kadar yüzlerce suça karıştı. 
Şimdi yine en başa; sorgusuz sualsiz köylerin yakıldığı, insanların topraklarından sürüldüğü, işkencenin envai çeşidinin fütursuzca uygulandığı, devletin karanlık uzantılarınının insanları topluca gömdüğü, kuyulara attığı günlere geri dönelim istiyorlar.
Oysa şimdiki halimizin müsebbibidir OHAL.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam