16/04/2013 | Yazar: Fredi Merkürioğlu

İlk sene konservatuara giderim, şarkı türkü söylerim, kimseyle de yüz göz olmam şeklinde bir karar vermiştim; ama kazın ayağı perdeliymiş. Kazanamadım.

Üniversiteye kadar pek sosyal bir insan değildim. Aslında sosyal olduğuma inanıyorum.  Hanginiz her hafta operaya, sinemaya giderdi tek başına da olsa? Sosyallik çok fazla insanla iletişim halinde olmak demek ise ben asosyaldim kardeşim!
 
Neden falan diye soruyorsun biliyorum. Nedeni çok basit: Sevilmiyordum. Yine neden sorusu belirdi kafanda tabi. Açıklayayım efenim. Feminendim. İşin aslı buydu anlayacağın. Erkektim fakat kibardım, bu da ilkokul arkadaşlarımı ziyadesiyle üzmekteydi. Belki de en önemlisi futbol oynamamamdı. Oynayanları izlemek çok daha eğlenceli geliyordu. Bir süre sonra onu da bıraktım.
 
Futbol dedim de Melike geldi aklıma. Adından da anlaşılacağı üzere kendisinin vajinası vardı, kibar olması gerekirdi. İlkokul zamanları o zaman. Ben annemin sevgi dolu, iyi bir insan olmayı kendine şiar eğlemiş çocuğu, hiç tanımadığım bir sürü çocukla aynı yerde tıkılı kalmıştım ve elimden hiç bir şey gelmiyordu. Üç yaşımdayken ayna karşısında kollarımı tutarak çatal bıçak kullanmayı öğreten Diyarbakırlı bir anne büyütmüştü beni sonuçta. Gitmek zorunluymuş annemin dediğine göre. Mecbur gittim tabi. Sonradan öğrendim ki okul dediğimiz kurum devletin ideolojik bir aygıtıymış. Çok da fifi, ideolojisi de devleti de.
 
Her neyse. Vajinalı Melike’ye dönelim biz. Kendisi vajinalıydı ama dışarıdan bakıldığında pipili biri gibi duruyordu. Saçlar kısacık, omuzlar geniş, hal ve hareketler pipili diğer çocuklara taş çıkaracak derecede erkeksi.
 
Bu hatun bu kadar kafa karışıklığı yetmezmiş gibi bir de futbol oynuyordu ki hayatımın travmasıdır kendisi. Vajinalı Melike örnek gösterilirdi bana hep. “O bile oynuyo bak”, “utan”. Bu hanım kızımız örnek kişi olma durumundan iyice yüz bulmuş olacak ki gelip gelip “dünya ahret bacımsın” gibi şapşal cümleler ederdi sağ toynağını böğrüne vura vura. Sınıf yerle bir tabi gülmekten. Bu gibi zeki esprileri yetmezmiş gibi bir de geğirerek uzun kelimeler ederdi ki iğrensem mi, ağlasam mı bilemezdim.
 
Çok sonra Facebook’ta gördüm ki bizim vajinalı Melike ağır rocker olmuş, bir de üstüne karnı burnunda nikâh masasına oturmuş. Sen şok nedir bilir misin sevgideğer kardeşim? Şok Melikedir…. ve saygı duymaktan başka yapılabilecek bir şey yoktur.
 
İlkokula başladığım andan itibaren bu kurumdan nefret etmeye başlamıştım. En büyük düşmanımdı okul denilen yer ve içindekiler. Dersler hiç önemli değildi benim için. Dinlerdim, kafama yatanı atardım hafızaya. Beyin bedava, niye hamallık edeyim. Sınavlar dersen geçebilecek bir not alıyım yeter diyordum ki zaten o zamanlar ilkokulda sınıfta kalma gibi bir durum söz konusu değildi. Sonuçta uğraşacak daha farklı sorunlarım vardı.
 
Sonra üniversiteyle tanıştım. O da zorla oldu yani. İlk sene konservatuara giderim, şarkı türkü söylerim, kimseyle de yüz göz olmam şeklinde bir karar vermiştim; ama kazın ayağı perdeliymiş. Kazanamadım. Beni aldı bir korku! Hanzo tayfasıyla vasıfsız bir işte çalışma korkusu hemen bir kırtasiyede son buldu. O zamanlar üçgen silindir üzerine benekli desenleri olan uçlu kalemler moda. Pahalı falan ama değer. Velhasıl kelam ilk tercihim tuttu, düştüm Eskişehir yollarına.
 

Hah ne diyordum? Ne ben okulu severim, ne de o beni. Bu kurumun bana öğrettiği en faydalı olay köprüleri geçene kadar ayılara dayı diyebilme yetisidir. Köprünün diğer tarafı göründü, ayılar birer birer arkamda kaldı. Senin anlayacağın bitiyor bu kurumla alakam. Allah bir daha düşürmesin eline. Saygılar.  


Etiketler:
nefret