01/02/2012 | Yazar: Ozan Gezmiş

Köyde- kentte; ara sokakta- ulu ortada ve sürekli işlenen nefret suçları ve cinayetleri yeni bir olgu değil ama maalesef yeni tartışılmaya başlandı.

Geçtiğimiz gün Müge Anlı’nın ATV’de sunduğu “Tatlı-Sert” programında 2010 yılında meydana gelmiş bir cinayet taraflarıyla(!) tartışıldı. Taraflarıyla diyorum çünkü mahkemeyi andıran soğuk ve mesafeli sorularla dedektifçilik oynanırken herkes olayın bir tarafı gibiydi.
 
Köyde annesiyle yaşayan 17 yaşındaki bir erkek çocuk 2010 yılında üzerinde bir tayt, ayakları tül çorapla bağlanmış bir ağaca asılmış şekilde ölü bulunur. İntihar mı cinayet mi diye polisimiz üzerine çok fazla kafa yormuş(!) ve muhtemelen de cinayeti aydınlatamamış olacak ki program boyunca Müge Anlı hoyratça yargıçlık görevini yerine getirdi. Olası bir cinayet gibi gözüken olayın dün gerçekleşmiş gibi bir sürü gizem ve soru işaretiyle reyting oyununa çevrilmesi ise olaydan yeni haberdar olan birçok izleyiciyi haliyle ekran başına çekti.
 
Müge Anlı’nın hayatı boyunca İstanbul’dan hiç dışarı çıkmadığını düşündüren sürekli köydeki yerleri ve mesafeleri İstanbul’un semtlerine tercüme etmesiyle başlayan program bir süre sonra anne üzerine yoğunlaşan katil bulmaca oyununa dönüştü. Müge Anlı’nın ısrarlı soruları ve öldürülen çocuğun annesini köşeye sıkıştırma çabalarıyla en nihayet annenin “gayr-i ahlaki” bir tutumla “dost” edindiği ve cinayeti dostuyla işlediği ithamına kadar tartışma geldi.  Tüm bunlar konuşulurken neredeyse olayın üzerinden iki yıl geçtiği ve bu süreçte açılan bir davanın olup olmadığı, ne aşamada olduğu gibi sorular kimsenin aklına gelmiyordu. Ne de olsa reyting güzel şeydi ve filmin sonu en baştan söylenmezdi.
 
Annenin suçu ne?
Çocuğu öldürülmüş bir anneye göre oldukça soğukkanlı bir şekilde programda olayı anlatan anne sırf bu tavrına göre değerlendirildiğinde şüphe uyandırsa da kadının uğrayabileceği muhtemel köy baskısının şiddetini de yok saymamalı, zira kadının namusunun elden ele taşınması işi kocası öldükten sonra tüm köye geçmiş bir kere. Bu namus belası da acının önüne geçip, kadının küçük bir yerde var olma mücadelesine dönüşmüş de olabilir.
 
Kaos GL danışma kurulu üyesi olduğunu daha sonra kaosgl.org’da yer alan haberden öğrendiğimiz Şevki Sözen’in olayın nefret cinayeti olmayabileceğini vurgulaması ve başta cinsel yönelimin doğuştan gelen bir özellik olduğunu belirtip sonradan tecavüz sonucu da olabilir gibi oldukça tartışmalı bir açıklama getirmesi ise anlaşılır gibi değildi. Çeşitli delillerle cinayetin vahameti tartışmanın sonunda ortaya iyice çıktı. Programın tüm kafa karışıklıklarına rağmen belki de tek faydalı sayılabilecek yanı ise bu cinayetin “nefret cinayeti” de olabileceğinin belirtilmesi oldu…
 
Köyde- kentte; ara sokakta- ulu ortada ve sürekli işlenen nefret suçları ve cinayetleri yeni bir olgu değil ama maalesef yeni tartışılmaya başlandı. Uzun yargılama süreçleri ve adaletin sağlanamadığı düşünüldüğünde nefretle mücadele edecek bir yasaya acil olarak ihtiyacımız var.
 
Çeşitli sivil toplum örgütleri bu düşünceyle bir araya gelerek şu an nefret suçları yasa taslağı hazırlamakta ve internetten de (http://imza.nefretme.org/) imza atılarak bu sürece destek olunabilmekte. Katillerimizi televizyonlarda değil mahkemelerde arayıp bulabilmek için bu kampanyaya hiç kuşkusuz sahip çıkmalı!
 
*Uğur Mumcu ve tüm nefret cinayeti mağdurlarına ithafen

Etiketler:
İstihdam