19/07/2012 | Yazar: Rahmi Öğdül

Nereye baksak ölü metaforlar görüyoruz, zihnimizin içinden ölü metaforlar geçiyor. Ana yolların üzerindeki duraklarda ölü metaforlardan iniyor, ölü metaforlara biniyoruz.

İktidarın durmadan bize hazır düşünce kalıpları sağladığını ve bu kalıpları farklı şekillerde yan yana getirme özgürlüğü tanıdığını biliyoruz. Oynanan oyun bir lego oyununu andırıyor. Ölü metaforlardan çeşit çeşit kuleler inşa ediyor ve bu kulelerin arasında yine ölü metaforlarla yolculuğa çıkıyoruz; haliyle bizlerin de mevcut formlara monte edilen lego adamlardan farkımız kalmıyor
 
Ana caddenin kıyısındaki çay bahçesinde oturuyorum, önümden metaforlar geçiyor;  hepsi de ölü metafor; çoktan klişeye dönüştükleri için bitkinlik, tükenmişlik duygusu yaratıyorlar bende; binlerce kez kullandığım, çiğnenmekten aşınmış, sakıza dönüşmüş metaforlar. Bildik araçlarla, Taksim, Eminönü, Beyazıt gibi bildik, tükenmiş mekânlara taşıyorlar anlamları, düz bir hat boyunca hep aynı başlangıç noktalarını, hep aynı sonlarla ilişkilendiriyorlar. Daha çok kapatılmışlık duygusu eşlik ediyor bu metaforları kullandığımda. 

YAŞAMI DOĞMADAN ÖLDÜRMEK
Modern Atina’da toplu taşıma araçlarına “metaphorai” dendiğini öğreniyorum Michel de Certau’nun Gündelik Hayatın Keşfi kitabından. İşe gitmek, eve dönmek için metaforları kullanıyor insanlar. Türkçeye eğretileme olarak çevrildiğinde metafor sözcüğünün Latince’de ya da Yunanca’da (meta: arasında, ötesine, phora: taşımak, nakletmek) taşıdığı anlamı yitirdiğini görüyoruz. Oysa metafor doğrudan doğruya taşımaya, nakletmeye gönderme yapıyor; insanları, anlamları bir yerden başka bir yere taşıyorlar. Dilsel yolculuklara çıktığımızda kullandığımız araçların önemine de vurgu yapıyor metafor. Kullanıla kullanıla sakıza dönüşmüş ölü metaforlar düz hatlar boyunca, bildik yollardan geçiriyorlar bizi. Basmakalıp bir hayatın basmakalıp metaforları oluyor ne yazık ki. Ara yollara saptıkça karşılaşacağımız alışılmadık şeylerin, sıra dışı olayların uyandırdığı yeni duygulanımları, karmaşık olguları ifade etmede yetersiz kalıyorlar ana yolun toplu taşıma araçları. Ölü metaforlarla yola çıktığımızda yeni karşılaşmalara, yeni duygulanımlara kapatıyoruz kendimizi; yeni bir karşılaşmayı hazır kalıplara tıkmaya çalıştığımızda yaşamı daha doğmadan öldürüyoruz. Yeni yolculuklar, yeni karşılaşmalar yeni metaforları gerektiriyor.
 
ZİHNİMİZDE TEMİZ BİR SAYFA YOKTUR 
Her yer tıka basa ölü metaforlarla dolu; hayatı hep bu basmakalıp düşüncelere, ölü metaforlara, toplu taşıma araçlarının içine tıkmaya çalışıyoruz. Sıkıştığımız zaman taşıma araçlarını değiştirmek yerine, temiz bir sayfa açmaktan söz ediyoruz. Oysa temiz, boş bir sayfanın da bir ressamın tuvali gibi hep hazır düşünce kalıplarıyla tıka basa olduğunu göremiyoruz. Deleuze Duyumsamanın Mantığı’nda “Ressamın beyaz bir yüzey karşısında olduğunu düşünmek hatalıdır” diye yazıyordu. Tuval bomboş, beyaz bir yüzey değildir.  Ressamın tuvali de tıpkı gündelik hayatın kendisi gibi zihnimizi kuşatan hazır imgeler, klişelerle doludur. Ressama düşen iş yüzeyi doldurmak değil, öncelikle bu klişeleri temizlemek ve tıkanıklığı gidermektir. Sanatçı bu tıkanıklığı gidermek için boş gibi görünen tuval yüzeyini boşaltmaya koyulur önce; yeni duygulanımlara yer açmak, yeni ifade araçları, formlar yaratmak için bu boşaltma kaçınılmazdır. Hayatın içinde düşünsel manevralar yapabilmek, eyleyen ve düşünen varlıklara dönüşmek için boşluğa, görünmez olana ve dolayısıyla bizi olmadık yerlere taşıyacak yeni metaforlara ihtiyaç duyuyoruz. Verili olanı, basmakalıp düşünceleri yorumlamak yerine yeni partisyonlar yaratmak için boşluklar arıyoruz.
 
FORMLAR DEĞİŞSEDE MALZEME AYNI
Proust üzerine yapılan bir yuvarlak masa toplantısında Roland Barthes şöyle diyordu: “Eleştirmen, metinde mevcut olan varyasyonları icra edecek geleneksel bir dönemin bir piyanisti değil, fakat daha çok, tıpkı post-serial müzikte olduğu gibi, bir partisyonun yaratıcısıdır artık. Proustçu metin tam da burada üzerinde varyasyonlar icra edemeyeceğimiz aksine yaratabileceğimiz boşluklarla dolu bir çeşit partisyon haline geliyor gitgide.”

Müzikte formel bir teknik olan varyasyon mevcut malzemenin farklı bir formda tekrarlanmasını içeriyor. Verili parçaların, cümlelerin farklı şekilde yan yana getirerek yeni formlar oluşturmaya yönelik bir teknik. Formlar değişse de kullanılan malzeme, yani hazır düşünce kalıpları aynı olduğu sürece yeni bir duygulanım, yaratıcılık için bir boşluk duygusu yaratmıyor bizde varyasyonlar. İktidarın durmadan bize hazır düşünce kalıpları sağladığını ve bu kalıpları farklı şekillerde yan yana getirme özgürlüğü tanıdığını biliyoruz. Oynanan oyun bir lego oyununu andırıyor. Ölü metaforlardan çeşit çeşit kuleler inşa ediyor ve bu kulelerin arasında yine ölü metaforlarla yolculuğa çıkıyoruz; haliyle bizlerin de mevcut formlara monte edilen lego adamlardan farkımız kalmıyor.

Nereye baksak ölü metaforlar görüyoruz, zihnimizin içinden ölü metaforlar geçiyor. Ana yolların üzerindeki duraklarda ölü metaforlardan iniyor, ölü metaforlara biniyoruz. Oysa yaşadığımızı duyumsamak ve yeni partisyonların yaratıcılarına dönüşebilmek, öncelikle bu ölü metaforlardan kurtulmaktan geçiyor.
 

Etiketler:
nefret